Barnes’in Penceresi – Hatice Balcı

penceremdenJulian Barnes’in, Türkçe’de ‘’Penceremden’’ adıyla yayımlanan kitabında on yedi deneme ve bir de öykü var. Kitabın sonlarında yer alan bu öyküde bir yazarın iç sesine kulak veriyoruz. Öğrencileriyle kurmaca metinler üzerine çalışmalar yürüten üstadımız, derslerinden birinde, Sibelius’un senfonilerinden bahsediyor ve şöyle diyor:

‘’Sibelius’un, Üçüncü Senfoni’den Yedinci’ye kadar sorduğu şeylerden bir tanesi bir melodinin ne olduğu. Bir melodiyi ne kadar kompakt hale getirebiliriz, onu bir müzikal cümleciğe nasıl indirgeyebiliriz ama aynı zamanda o müzikal cümleciği eski iyi günlerden kalma bir Büyük Ezgi kadar yüklü ve akılda kalabilir nasıl kılabiliriz? Sizi cezp ederken bile kendini ve altta yatan doğrulamalarını sorgularmış gibi gözüken müzik…’’ Sonra da sözü son yıllarda Hemingway’e duyduğu hayranlığa getiriyor; onun en yaratıcı çalışmalarından biri olduğuna inandığı İsviçre’ye Saygı* başlıklı öyküsünün yapısına değiniyor. Ve ardından da öğrencilerine soruyor. Hemingway, bu öyküsüyle ne demek istiyor?

Bu soru, büyük ölçüde öykünün yapısının açığa vurduğu bir şey – Hemingway sanki bu yapıyı oluştururken, bize vidaları nasıl sıktığını göstermektedir** – ve Sibelius’un senfonilerindeki müzikal cümleciğin edebiyattaki karşılığını yansıtıyor. Üstadın bahsettiği bu müzikal cümlecik Flaubert’te, özellikle onun üzerinde bir kuyumcu titizliğiyle çalıştığı Madame Bovary’de ‘’şeylerin ruhuna inebilme’’sini akla getirir. Aslında benzer kaygıyı Milan Kundera’nın eserlerinde de yakalayabiliriz: Sanatçı, romanlarını çeşitlemeler üzerine kurduğunu söyler ve ona göre çeşitlemeler, şeylerin aslına inme olanağı sağlar, yoğunluğu en yüksek düzeye çıkarır ve sonsuzluğun değişkenliğine dalma fırsatı sunar. Yazarın Hemingway’i konu alan bu kısa öyküsünde, ‘’kurmacanın hakikatleri’’ne dair -adeta okuru ödüllendiren- açıklamaları kitabının en güçlü çekim merkezini oluşturuyor sanki.

Barnes, çalışmasında yer verdiği denemelerine konu edindiği yazarları, çoğunlukla seçtiği bir veya iki eseri üzerinden tartışarak anlatıyor. Metni, kavrayıcı ve telaşsız. Chamfort’u ele aldığı bölümde o yüklü büyük ezgiye çok yaklaşıyoruz. Bitkilerin tohumlarının, kendi yaşamlarının yoğunlaşmış özünü taşımaları gibi. Yaşama biçim veren öz; yaşamın dönüm noktası niteliğindeki ‘an’ları. Bu geçip gitmiş, fakat tüm bir yaşamı etkileyen sarsıcı, benliğe nüfuz etmiş an’lar, kişinin hafızasında yer ettiği biçimiyle sonsuzluğa karışmıyor mu?

Hayat dolu insanlar gibi hayat dolu eserlerin de bize anlatacakları kolay kolay tükenmiyor. Ve tıpkı hayat dolu insanların bizi peşinden sürüklemesi gibi, hayat dolu eserler de bizi başka eserlere, eserler arasında karşılaştırmalara sürüklüyor: Andre Gide Dostoyevski’yi veya Elias Canetti Kafka’yı incelerken, onlara duydukları hayranlığı öyle güçlü dile getiriyorlar ki bu heyecanlarına bizi de katıyorlar. Barnes da, yazarları için mikroskobik analize yakın bir detaylar silsilesi oluşturmuş. Yine de onu okurken, laboratuarındaki Nobokov’un ‘’dediğim dedik’’çiliğine yakalanmıyoruz. Mesela yazarın Penelope Fitzgerald’ı okuruna takdim etme biçimi, Marquez’in, gençliğinin doludizgin edebiyat ortamında tanıştığı düşün insanlarını bize betimlerkenki nezaketini hatırlatıyor. Eski anıtları kayıt altına alabilmek için Fransa’yı karış karış dolaşırken, kendisini kandırmaya çalışan fırsatçılardan köşe bucak kaçan Merimee’ye sıra geldiğinde, onun olağanüstü çalışkanlığını övmesi de…

Julian Barnes, kitabında Ford Madox Ford’un sanatına da yer veriyor ve onun İyi Asker’ine sözü getirdiğinde, eseri ‘’ayaklarımızın ucuna usul usul basarak’’*** okumalıyız diyor. Belki de sevdiğimiz yazarları, onların eserlerini, bize ne söylemek istediklerini düşünürken Barnes’in öğüdünü hatırlamalıyız. Sayfalar arasında, ayaklarımızın ucuna usul usul basarak ilerlemeliyiz.

Hatice Balcı

Penceremden, Barnes, Julian, Çev: Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı, Mayıs, 2016

*Türkçede benim okuduğum baskıda bu öykü ‘’İsviçre’ye Selam’’başlığıyla yayınlanmış. Bkn: Hemigway, Ernest, Kazanana Ödül Yok, Bütün Eserleri 10, Çev:Fatma Aylin Sağtür, Bilgi Yayn.,1.Basım, Nisan2016 , syf. 65

**Marquez yazarlığını büyük ölçüde Hemingway’den öğrendiklerine borçlu olduğunu belirtir. Çünkü Hemingway şaşmaz bir kesinlikle ‘’vidaları, demiryolu vagonlarındaki gibi dışarıdan görünecek şekilde’’ bırakmıştır. Gabo ve Mario, Marquez ile Llosa: Sağlam Bir Dostluktan Küskünlüğe, Angel Esteban ve Ana Gallego, Çev: Süleyman Doğru, Doğan Egmont Yayıncılık, Şubat 2013, 1.baskı, syf.35

*** tırnak içi ifade, age, sayfa 61

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here