20. yüzyılın ilk on yılında “finansallaşma” devasa bir spekülatif balon yaratarak, sistemin tarihindeki en büyük bankacılık çöküşüne yol açtı. Öte yandan, kibirli bir haletiruhiyeyle girişilen emperyalist savaşların tek sonucu kıyım, mezhepçi kargaşa ve denetlenmesi zor ayaklanmalar oldu.
Bu yeni dünya düzensizliğidir. İçinde yaşadığımız dünyadır. Bu dönemin (çağımızın) tarihi, 1945 sonrası sömürge savaşlarının en fecisiyle başlar: Vietnam.
Vietnam Savaşı
Napalm, insan bedenine yapışıp onu kemiğine kadar yakmak üzere tasarlanmış, pelte kıvamına getirilmiş benzindir. Amerikalı muhabir Martha Gellhorn, 1966’da Güney Vietnam’da bir hastaneyi ziyaret ettiğinde napalmın çocuklar üzerindeki etkisini görmüştü:
Yüzlerindeki etler aşağı, omuzlarına doğru akıp orada toplanıyor … O kadar birikiyor ki bu çocuklar başlarını döndüremiyorlar … Kangren başladığında ellerini, parmaklarını ya da ayaklarını kesiyorlar; tek kesemedikleri şey kafaları.
ABD, Çinhindi bölgesinde Güney Vietnam, Kuzey Vietnam, Laos ve Kamboçya halklarına karşı yürüttüğü savaşlar sırasında 8 milyon tondan fazla patlayıcı kullandı. Bu miktar, II. Dünya Savaşı’na katılan tarafların, savaşın başından sonuna kadar kullandıklarının üç katıydı.
Vietnam Savaşı’nda ölenlerin sayısı 5 milyonu buluyordu. Bunlardan 58.000’i Amerikan askeriydi. Geriye kalanlar Vietnamlı idi; bir milyon kadarı bir şekilde askerdi ama çoğu sivildi. Ölenlerin çoğu hava bombardımanları sonucu hayatını kaybetti. Nedeni basitti. ABD, halkın tamamına karşı savaş yürütüyordu. Dolayısıyla, düşmanı öldürmenin en kolay (ve güvenli) yolu, onlara havadan bomba yağdırmaktı. Mevcut koşullarda bu, “Komünizmin yayılmasını” durdurmanın en etkili yolu gibi gözüküyordu.
İşgalcilerin önündeki askerî sorun, Vietkong’un (Güney Vietnamlı Komünist gerillalar) köylerden kaynaklanmasıydı. Köy ahalisinin oğlu, kızı olan gerillalar, Vietnam köylülerinin silahlı kanadıydı.
ABD, bir seçim yapılması durumunda Komünistlerin oyların %80’ini alacağını tahmin ediyordu. Bu yüzden seçim falan yapılmadı. Bunun yerine, toprak ağalarıyla vurguncuların desteklediği yozlaşmış bir diktatörü ayakta tutmak için yarım milyon Amerikan askeri gönderildi. Toplumun geriye kalanı düşmandı. ABD ordusundan bir binbaşının, adamlarının Vietnam köyü Ben Tre’yi yerle bir etmesinden sonra olayı “köyü kurtarmak için onu yakmamız gerekiyordu” diye açıklaması bundan ötürüdür. “Kontrgerilla” savaşının mantığı buydu.
İnanılmaz bir şekilde Vietnamlılar pes etmediler. Tam tersine, bombardıman ve yıkımlar şiddetlendikçe, acılar katmerlendikçe genç Vietnamlılar akın akın direnişin safına katıldılar. ABD emperyalizminin artan şiddeti, ateşe benzin dökmek gibi bir şeydi.
Vietnam yoksul bir ülkeydi. Gerillalar ıskartaya çıkmış tüfeklerle, el yapımı bombalarla ve ormana kurdukları bubi tuzaklarıyla savaşıyorlardı. Zamanlarının çoğunu yeraltındaki tünellerde gizlenerek geçiriyorlardı. Ama yenilmesi zor rakiplerdi. Her şeyden önce Komünistlerin öncülük ettiği Ulusal Kurtuluş Cephesi’nde iyi örgütlenmişlerdi. Sonra, yabancı işgalcilere karşı uzun bir direniş geçmişi olan, etnik ve kültürel bakımdan homojen bir halktı. Yakın geçmişte Japon ve Fransız güçlerine başarıyla karşı koymuşlardı.
II. Dünya Savaşı’nın sonunda, Japonya’nın yenilgisinden sonra Vietminh ulusal direniş hareketinin lideri Ho Şi Min, Vietnam’ın bağımsızlığını ilan etti. Ama Fransızlar sömürge yönetimini yeniden kurmakta kararlıydılar. Vietminh sekiz yıl boyunca Fransızlarla savaştı. 1954’te Dien Bien Phu Savaşı’nda kesin zafer kazandılar.
Bunun ardından Sovyet ve Çinli destekçiler, yapılacak seçimlere göre ülkenin bölünmesini kabul etmeye ikna ettiler Vietnamlı liderleri. Bu ciddi bir hataydı. Almanya’nın, Kore’nin ya da Filistin’in bölünmesinin nasıl ki tarihî bir temeli yoksa Vietnam’ın bölünmesinin de yoktu. Bölünme, Soğuk Savaş siyasetiydi.
Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’da ABD destekli bir diktatörlük kuruldu. Hiçbir Vietnamlının bu konuda oy kullanma şansı olmadı. Ülkenin Kuzey’de milliyetçi bir rejim ile Güney’de vekil bir rejim arasında bölünmesi, kalıcı olacakmış gibi gözüküyordu. Güney’deki eski Vietminh savaşçıları, ABD’ye sorun yaratıyordu. Çünkü toprak ağalarına, vergi memurlarına ve polise karşı direnişi örgütleyebilecek kadar yaygın bir gizli şebeke kurmuşlardı. Çok geçmeden kırsal kesimin bazı bölgelerinde düşük yoğunluklu bir gerilla harekâtı başladı.
Başkan Kennedy, 1960’da 400 olan “danışman” sayısını iki yıl sonra 18.000’e çıkarıp ABD’nin Saygon diktatörlüğüne verdiği askerî desteği artırarak çatışmayı şiddetlendirdi. Rutin bir uygulama gibiydi. ABD Başsavcısı Robert Kennedy, bir keresinde bir gazeteciye “bizde 30 tane Vietnam var” demişti.
Ama Vietnam farklıydı. Çatışma çok geçmeden şiddetlenerek topyekûn bir savaşa dönüştü. 1965’in sonuna gelindiğinde ABD’nin 200.000 kişilik kara gücü vardı; 1968’de ise 500.000. 1965’ten itibaren Kuzey Vietnam yoğun bombardımana tutuldu.
Keza 1970’den sonra komşu Kamboçya da. ABD, 1973’ün altı ayında, II. Dünya Savaşı’ Keza 1970’den sonra komşu Kamboçya da. ABD, 1973’ün altı ayında, II. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya attığı bombaların bir buçuk katı tonajda bomba attı Kamboçya’ya. Havadan yağan dehşet yüz binlerce insanı öldürdü. Kızıl Kmerler’in (Kamboçyalı Komünistler) ilerleyişi durduruldu. Ama halk, direnişin kökünü kazımak için kendi halkının bombalanmasına izin veren Phnom Penh’deki işbirlikçi rejiminden ölümüne nefret ediyordu. 1975’te savaş sona erdiğinde, Stalinist liderler köylü ordusunun öfkesini siyasi soykırıma, şehirsizleştirmeye ve tarımda köle emeğinin dayatılmasına yönlendirdiler. Pol Pot’un “ölüm tarlalarında” milyonlarca kişi kayboldu. Ama tohumu atan B-52 bombardıman uçaklarıydı: Fakirleşmiş bir ülkeyi kuşatan şiddet onun ekonomisini, toplumsal dokusunu ve siyasi aklıselimini mahvetmişti.
1967’nin sonuna gelindiğinde, Amerikan kamuoyu artık savaşa karşı çıkmaya başlamıştı. Başkan Johnson idaresi, zaferin eşiğinde olduklarını iddia ederek yanıt verdi. Vietnam’daki ABD birliklerinin başkomutanı General Westmoreland, komünistlerin “büyük bir saldırı yapamayacak durumda” olduklarını iddia ediyor, şöyle devam ediyordu: “Düşmanın 1965’te kazanır durumdayken, bugün kesinlikle kaybetmekte olduğundan adım kadar eminim … Artık tünelin ucunda ışığın gözüktüğü önemli bir noktaya geldik”.
Ulusal Kurtuluş Cephesi, 31 Ocak 1967’nin ilk saatlerinde Tet Saldırısı’nı başlattı. Kuzey Vietnamlı askerlerin desteklediği Vietkong gerillaları, Güney Vietnam’ın dört bir tarafında yaklaşık 100 hedefe eşgüdümlü saldırılar düzenlediler –birçok eyalet başkenti, ABD’nin önemli askerî üsleri, hatta Saygon’un merkezinde iyi savunulan ABD elçiliği bu hedefler arasındaydı. 19 kişilik bir gerilla grubu, dış kapıyı havaya uçurarak elçilik arazisine girdi ve ana binayı saatlerce elinde tuttu.
O gece televizyonlarda yayınlanan görüntüler, Amerikan izleyicilerini şaşkına çevirmişti. Tam savaşın sonuna gelindiği düşünülürken, Güney Vietnam’ın her büyük şehrinde ve kasabasında çatışmalar alevlenmişti. General Westmoreland, 200.000 askerlik takviye güç gönderilmesini istedi.
Ama savaş yanlısı başkan Johnson, üç hafta sonra başkanlığa tekrar aday olmayacağını açıkladı. Amerikan ordusu, beş yıl boyunca Vietnam’daki askerî mevcudiyetini azaltmaya başladı. Bunun sonucunda ABD’nin Güney Vietnam’daki işgali sona erecek (1973), Saygon diktatörlüğü devrilecek (1975) ve bölünmüş topraklar Komünist yönetim altında yeniden birleşecekti (1976).
Köylü gerillalardan oluşan ordu, topyekûn savaşta ABD emperyalizmini yenmişti. Kavgalarında yalnız değillerdi. Mücadele sırasında Amerikan halkı yanlarında olmuştu. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişi de. 1968’de savaş evin içine sıçramıştı. Dünya kapitalizminin kalbinin attığı topraklar isyan ateşiyle tutuşmuştu.
Neil Faulkner
Marksist Dünya Tarihi
Çeviri: Tuncel Öncel
Birinci Basım: Haziran 2014
Yordam Kitap