Çehov Duyarlılıklarıyla Örülmüş Öyküler Yazarı: Doğan Soydan – Nadir Gezer

Anadolu destanlar ülkesidir. Ve insanının yaratıcılığı bir başkadır Anadolu?da Destanlar, ağıtlar üretir, insan sıcaklığının bütün güzelliğini nakşeder insan yüreğine. Anadolu insanını anlayabilmek için onun derinlerinden çıkıp gelmek gerekir. Anadolu insanının acılarını ve sevinçlerini onunla paylaşanlar, onun sevilerinin, hırçınlıklarının ve teslimiyetçiliğinin nedenlerini anlayabilir, onunla duygusal yaklaşımlara ortak olabilirler. Bu tür yazarlar salt duygusal olamazlar. Geldikleri köken onları gerçekliğe sürükler. Gerçekliğin kupkuru bir yazın anlayışından uzak dururlar? Çünkü etkilendikleri Anadolu insanının kıpırtısının kökeninde maniler, türküler, söylenceler, destanlar, ağıtlar ağır basar. Bir yazarın kökü halkın suyuyla besleniyorsa, ürünü de duygusallıkla gerçekçilik arasına uzanır?
Neden böylesi bir girişe yöneldim? Yeni bir yazarın yeni bir yapıtını okura tanıtmak için? Onun öykülerindeki tadı, ?Çehov duyarlılığıyla örülmüş öyküler? olarak niteledim. Anadolu insanını yazan bir yazar, o duyarlıklardan uzaklaşamaz. Yapısında vardır o duyarlıklar. DOĞAN SOYDAN da işte o duyarlıklarla öyküler sunmuş okurlarına. Çok ilginç bir ad da bulmuş yapıtına; DELİKLİ KURUŞ.
Delikli kuruş, beş kısa ve iki uzun öyküden oluşmuş. Her yazarın ilk yapıtında ?az çok? aksaklıklar olabilir. Delikli Kuruş?ta da görüyoruz kimi aksaklıkları. Kurgulamadaki olayların akışında yer yer duraksamalar var. O duraksamada yan figüranlar giriyor araya, gereksiz uzatmalara neden oluyor. Bu da öykünün okunurluğunu güçleştiriyor. Bu imgelediğimiz noktaları en çok ?Öksüz Ömer?in Düğünü?nde görüyoruz. Kör Ahmet?in düğün için hazırladığı bayrak direğinin uzun uzun anlatımıyla, aşçı Zalha Bibi?nin bir kent düğününde gördüklerini anlatımı, hele bunun öykünün can damarı olan sona getirilmesi eleştirilmesi gereken çok önemli bir noktadır. Çünkü öyküde kurgulama savrukluğa izin vermez. Yazar bu öyküye başlarken, başlığın altına bir not düşmüş, ?Kaybolan geleneklerimiz anısına? demiş o notta. Öyle anlaşılıyor ki yazar, Anadolu insanının kimi geleneklerinden kopuşunun tedirginliğini yaşamaktadır. Bu, kaçınılmaz bir gerçektir. Zaman, kimi gelenekleri aşındırıyor, o geleneklerin yerini yeni yeni olgular alır, geçmişle geleceği bir potada eritir, bütünleştirir, yeni gelenekler, yeni alışkanlıklar oluşturur. Onca ?atıl? görünümüne karşın bin bir fıkırtı içindedir bu insanlar, sömürü düzeni bir kızgın sacayak gibi boyunlarına takılmıştır. Dıştan bakınca atıllaşmış, kendi içine çekilmiş, Tanrısal yazgıya boyun eğmiş birer insan olarak görürüz onları. Onların aydınlık yarınlara ulaşmasında ?aydın? denilen, toplumda belli bir yeri olduğunu sandığımız bu insanların hiç sorumluluğu yok mudur? Hiç kuşku yok, adlarının başına ?aydın? yaftasını iliştirenler, onların ?teslimiyetçi? bir yapıya ulaşmasında sorumlulukları çoktur, hem de pek çoktur? Göz boyayıcılar, görevinin bilincine ulaşamamış olanlar, çıkarcılar, her deneme göre şekilleniverirler, Anadolu insanına karşı yabancılaşanlardır. Ne yazık ki, bir de böyle insanlar üst makamlarca beğeni duygularıyla topluma örnek insan olarak gösterilirler. ?Öğretmenin Motoru? adlı öykü buna bir örnektir. Aydın olmakla bilinçli olanın arakesitini yergilemiş yazar.
Anadolu insanın yapısında olan direngenlik, yeni destanlar üretmesine neden olur. Ulusal Kurtuluş Savaşı?mızın destanlaşmasında bu direngenliğin büyük payı var. Ummadığınız zamanda, ummadığınız insanlarda bulursunuz bu direngenliği. Karşısındaki kim olursa olsun hakkını isteme yürekliliğini gösterirler. O insanların karşısına, onları duraksatan aydın tipi çıkar. ?Müstahdemin Yolluğu? adlı öykünün kahramanı Beşir Efendi, işte bunlardan biri! Gösterişsiz, ama toplumsal değişimlere kulak veren, değimleri içine sindirmiş olan bir insandır Beşir Efendi! Bir yanıyla çenesi düşüktür, bir yanıyla direngen. Dünyaya bakış açısı geniştir. Kendince olayları yorumlar, bir sonuca ulaşır. Ondaki değişimi içine sindiremez çevresi. Sürgünlenir? Evinden, eşinden, çocuklarından ayrı düşer. Yeni yeni insanlar, yeniden direnmeler? Sonunda geldiği yere dönüş? Onun direngen yapısını kırmak için yeniden oluşturulan baskılar?
Öykülerin oluşumunda mesleğinin duyarlıklarından çok yararlanmış yazar. ?Ahraz Bağdat? bu duygusallığın incelikleriyle örülmüş bir öykü. Bağdat, ahraz bir kızdır. Gözleri ışıl ışıldır, ama duyma yetisini, konuşma yetisini yitirmiştir. Gözleri onun dünyasıdır. Öğretmen onun derslikteki çabasını gördükçe duygulanır, ama elinden gelebilecek yardımı sınırlıdır. Sonunda ne olur? Bağdat, daha çocuk yaşında iken yaşlı bir ahrazın karısı olur. Öğretmen bu duygusallığın ağırlığı altında yeni doğan kendi kızına, ayrımında olmadan ?Bağdat? adını verir.
Bir öyküden çok (kendi kanımca) bir gezi notlarını andıran ?Çukurca?nın Yolları?, yazarın bir yolculuk serüvenini konu edinir. Gördüklerinden, yaşadıklarından kimi yerde tedirginleşir, kimi yerde insan olmanın utancını yaşar. Öylesine birbirini izleyen olaylar içine dalar ki kendi kendini sorgular, insan sıcaklığından yoksunluk, düş kırıklığına sürükler onu.
?Can garip, can suskun
Can param parça
Ellerim kelepçede
Tütünsüz, uykusuz kaldım
Terk etmedi sevdan beni?

O sevdanın kökeninde Anadolu yatar. Hakkari ve Çukurca!… Yaşam güçlüklerinin olanca ağırlığıyla insan üzerine yığıldığı yerdir burası. Güldürülerle acılar iç içedir. İnsan ikisi arasında oluşan keskin bir bıçağın sırtında yürür. Yaşadığı olaylara gülerken ağlar, ağlarken güler? Bu dizgeleri hazırlayanlar kimdir? Kim olacak, yine insanlar? Bir öğretmen sayrı yatağında tükenir gider. Umarsızlaşır çevresindekiler. Bir helikopter isterler. Beklenen helikopter görünmez bir türlü. Öğretmeninden öğrencisine her yana teller yağdırırlar. Sonunda bir helikopter görünür Çukurca?nın göğünde. Yeniden sevinçle acıyı bir arada yaşar insanlar. Helikopter Çukurca düzlüğüne iner, sayrı öğretmeni alır, sayrılarevi yerine DGM yarglığına götürür.
Yazar, halkın dilinden gelen ve yazın alanında kullanılmışlığı yaygınlaşmamış sözcükleri de duyurur okura. Belik, bellik, şelek, çıngı, duluk vs. gibi sıcacık sözcüklerdir bunlar.
Doğan Soydan?ın öykülerini okuyunca kendimi Anadolu kıpırtısı içinde duyumsadım. Anadolu köylüsü bir başka acının aynasıdır. Olaylar örgüsü içinde bunaldıkça ?Tonguç Baba?yı duyumsadım yüreğimde. O onurlu aydın insanı!… Şu bir gerçek ki, Anadolu gerçeğini, Anadolu?nun derinlerinden gelenler yazacaklar. Köy gerçeğine sırt çevirerek, köyden öykü, roman çıkmaz diye ?fetva? vererek köy yazınını küçümseyenler, Anadolu yazınının önüne taş koyamazlar. Bir yazar çıkar, köy insanlarının serüvenlerini deşik bir tadla seriverir önümüze.
Yeni bir köy kökenli yazarla selamlaşmanın sevincini yaşıyorum.
Daha nice DELİKLİ KURUŞ?lara Doğan soydan?

Nadir Gezer

Kaynak: DÜNYA KİTAP, Cilt: 2 Sayı:13

Bir yorum

  1. ”Eleştirinin eleştirisi olur mu?” diyenler olur belki.Nadir Gezer Beyi tanımam.Ama,o kadar ince ve yapıcı bir eleştiride bulunmuş ki,Doğan Soydanın okumadığım eserini sanki okumuş gibi oldum.Oldum olmasına da,MOTİVASYON denen öğreti ilkelerinden birisini de çok diri tutmuş Sayın eleştirmen.Sanki EDEBİYAT DERSANESİNDE çok sevdiğim bir öğretmeni bekler gibi oldum.Yazarı da ,Eleştirmeni de kutlarım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir