Üç buçuk yaşındaki torun ki aynı zamanda anlatıcının kendisidir, koca roman boyunca ismi bir yerlerde zikredilmez, kendince dünyayı yorumlar. Paşa dedesinin kerat cetvelini ezberletme seanslarına itirazı ile başkaldırmayı öğrenir. Ne yaparsa yapsın kimseleri memnun edemeyeceğinin bilincine o yıllarda varmıştır. Günlük hayatına, çevresine, ailesine, önüne gelene eleştirel bakan, soran sorgulayan bir tiptir aslında. Bir yandan hayatı anlayıp öğrenirken diğer yandan o yaşlarda cinselliği keşfetmeye başlar. Hayal dünyası zengin, çevresine hayat sevinci yayan biridir. Açık sözlü ve gözlü bakıcısı sayesinde uçkurunu, önemini, karşı cinsi keşfeder.

Roman, Paşa torununun çocukluğunu ve ergenlik çağını anlatır. Anlatı hayatın bin bir zorluğu, gerçekliği, kendince şartların ağırlığı ve sorunlarıyla tıka basa yüklüdür. Üstat 1972 yılında bu romanı yazmış. Yani 12 Mart askeri faşist muhtırasından hemen sonra. “Büyük Gözaltı” ismini de doğal olarak muhtıra sonrası gerçekleştirilen ama günümüzle kıyaslandığında, bugünün yanından bile geçemeyecek bir gözaltı furyasının kurbanın ağzından anlatılır. Yani o küçük çocuk, gözaltına alınan, yer yer işkence gören anlatıcının ağzından birinci tekil şahıs olarak dönüşümlü olarak aktarılır.

Türkiye romanı genel olarak incelendiğinde geriye dönüşlü anlatı romanın yayınlandığı yıllarda örneği yok denecek derecede azdır, Çetin Altan’ın siyasi kimliği de göz önünde bulundurulduğunda eserin ses getirecek derecede ciddi olması kaçınılmazdır. İşkence Türkiye romanında birkaç devrimci aydın dışında yoktur. Resmi yüksek edebiyat bugün de kör topal ve sağırları oynamaya devam eder. Öbür türlüsü memlekette yarım asırdır süren iç savaşla ilgili, gözaltında işkencelerde katledilenler, kayıplar, faili meçhuller, cezaevlerinde öldürülenlerle ilgili nice eseri okumamız gerekirdi. Ama herkes böylesi yazar olamıyor maalesef. Etliye sütlüye karışmamak en kolayı geliyor. Bu anlamda Çetin Altan’ın “Büyük Gözaltı”sı ayrı bir ağırlık ve anlam içeriyor. Ama ustaların dediği gibi iyi yazar çağının tanığından başka bir şey değildir. Her gün insanlar gözaltına alınıp tutuklanırken, katledilirken post modern sözcük oyunlarıyla tuğla veya parmak kalınlığında kitaplar yazmak, ne romanı ne de yazarını kurtarmaya yetmiyor. Tarih yazılanlar kadar yazılmayanları da sorgulatıyor.

Memleket romanında “Büyük Gözaltı”ya kadar Yılmaz Güney ve Erdal Öz´ün birkaç eserinden başka işkence yok. İşkencede direnme zaten bugün bile yok. İşkenceyi üstat seanslar arasında artık kendisinde geçmiş, bu boyut ile çocukluğu arasına gidip gelen birinin dünyasıyla değişimli olarak ustalıkla akıcı ve sürükleyici bir dille anlatıyor. İşkence kurbanına yöneltilen suçlamalar çocukluğuna dönerek kabul edilir; öldürmeler, işlenen veya itham edilen suçları haksız ve yersiz üstlenmeler, kendince yaptığı derin ve kapsamlı itiraflar, masum ama oldukça inandırıcı ve gerçekçiler. Yer yer okurken kafa sallamamak elde değil.

“Büyük Gözaltı” zamanın ötesine sarkan seviyeli bir çalışma. Ama çocuğun anlattıklarından yola çıkarak küçüklere tavsiye edilecek türden bir eser değil. Gençlik romanı da değil. Oldukça toplumsal gerçekçi, yine de siyasi sorunları derinlemesine irdelemeye uzak, o günleri olduğu gibi vermeye pek yanaşmamış biraz eksikmiş izlenimi bırakan bir roman. Yerli romanda ciddi izler bırakmış ender çalışmalardan biri.

Süleyman Deveci, 22.01.2018

https://devecisueleyman.wordpress.com/

Previous Story

At-Arabası Geçti Üzerimden – Nejdet Evren

Next Story

Çağımızın Mücadelesi; Kariyer

Latest from İnceleme

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ