Çocuk edebiyatına pek çok eser kazandıran Hamdullah Köseoğlu’nun son kitabı Kendini Arayan Çocuk, düşlerinin ardına takılıp kendini bulmak, aslında kendini bilmek peşinde koşan çocukların hikâyesi.
Çocukların büyüme, varolma, kendini bulma yolculuğunda en önemli rehber anne baba ve öğretmenleridir hiç şüphesiz. İlmek ilmek düşlerle örülü bu zorlu yolculukta kimileyin tökezler, düşer, incinir, özgüvenini yitirir çocuk. Çocukları korumak kollamak, incinmesini önlemek adına en büyük zararı da yine yetişkinler verir çocuğa; hatta yolunu kaybettirir…
Hamdullah Köseoğlu’nun Kendini Arayan Çocuk adını taşıyan kitabı, bu yolculuktaki tüm çocuklara ve onlara rehberlik etmesi gereken anne babalara yön gösteriyor. Çocuk dünyasını, çocuk ruhunu çocuk kitaplarından öğrendiğini belirten Köseoğlu, “Önce düş, sonra iş,” diyor; anne babaları, çocuklarını sevmeye, onlara özgüven aşılamaya davet ediyor. Ve ekliyor: “Çocuk deyip önlerine durmasınlar, susturmasınlar…”
İlk öykünüz Varlık’ta yayımlandı ve sonra uzun bir ara verdiniz yazmaya. Ama bu molanın ardından son sürat devam ettiniz, pek çok ödüle layık görüldünüz, çocuk edebiyatına önemli eserler kazandırdınız. Başlangıcından bugüne çocuk edebiyatıyla olan bağınız üzerine konuşabilir miyiz öncelikle?
Yazmaya şiirle başladım. Ne yazık ki onları kitaplaştırma olanağı bulamadım. Yazma merakım ortaokula dek dayanır. Sizin de dediğiniz gibi ilk öyküm Varlık Yıllığı’nda çıktı. Sonra on beş yıl gibi uzunca bir süre yazmaya ara verdim. Emekli olunca dayanamadım, yeniden denedim.
Yukarıda değindiğim gibi ilk yazdıklarım yetişkinlere ilişkindi. Sonra geleceğin sağlıklı okuyucularını yetiştirmek düşüncesiyle Kırık Testi adlı bir çocuk romanı, Gül Açar Yüreğimde adlı bir çocuk öyküsü yazdım. Yazdığım çocuk kitaplarıyla ödüller aldım, ödüller yazdıklarımı yayımlamama destek oldu. Bildiğiniz gibi, ağır aksak da olsa sürdü geldi işte.
Görünmez olmak isteyen Doğan, kendini aramak adına yola koyulan Barış, şarkıcı olmak için yanıp tutuşan Aslı, kuş olup uçmak isteyen Erdinç, kimlik çatışmasının ortasındaki Ezgi, uzaya kendini kaptırmış Onur ve bir an evvel büyümek için can atan Barış; son kitabınızdaki yedi ayrı hikâyenin bu yedi ayrı kahramanının ortak özelliği kendini arayan çocuklar olmaları. Nasıl doğdu Kendini Arayan Çocuk?
Adlarından söz ettiğiniz öykülerle birlikte yirmi/yirmi beş öykü daha yazmıştım. Bunun yedi tanesi kitaplaştı. Bu öykülerin ana konusu, ortak paydası, kimlik arayışları ve aykırı düşlerdi… Biliyorsunuz, çocuklar kendileri oluncaya değin hiç olmadık şeyler düşünürler, hiç olmayacak şeylere özenir, öykünürler. Ulaşamayacakları şeyler denerler. Bu arada kırılır, incinir ve özgüvenlerini yitirirler. Biz de bugünlere birçok şeyi deneyerek, sınayarak, düşüp kalkarak geldik; olmayacak düşlerin peşinden koştuk. Ben de görünmez olmayı, kuş olup uçmayı, balık olup yüzmeyi istemişimdir. Ama insanın ya da diğer canlıların kendisinden başkası olmasına olanak yoktur. İnsan gelişebilir, değişebilir, derinleşebilir, ama bir başkası olamaz. Ya da Luther’in dediği gibi: “İnsanlar, balık gibi yüzebiliyor, kuş gibi uçabiliyor, ama insan gibi yaşamayı bilmiyor…” Bana göre sanatın temel amacı, işi, işlevi; insanın, insan gibi, insan onuruna yakışır biçimde yaşamasını sağlamaktır.
Cesare Pavese’nin dediği gibi, “Hayat yaşantı aramak değil, kendini aramaktır.” Bu arayışta çocuğun yolunu kaybetmemesi, kendine varabilmesi için anne babalara düşen sorumluluklar üzerine konuşabilir miyiz?
Öncelikle anne babaların, ilgililerin ve yetkililerin çocukları doğru ve benliğine uygun biçimde yönlendirmeleri gerekir. Kendileri olmaları, kendilerini geliştirmeleri, özgür birey olmaları için çaba göstermeleri gerekir. Çocuklar ve gençler sürekli bir arayış içindedir. Durup oturuncaya, kendileri oluncaya kadar çok düşünce değiştirirler. Aslında gide gide kendilerine varırlar. Kendileri olurlar. Bu arada önlerine duran, yollarını kesen, yanlış yönlendiren çok sayıda uyarıcılarla karşılaşırlar. Yanılmamaları, yenilmemeleri için yardımcı olmak; kendilerini gerçekleştirmeleri için desteklemek, yönlendirmek gerekir. Ne yazık ki çoğu anne baba, çocuk eğitimi konusunda oldukça bilgisiz ve bilinçsiz. Nasıl yetiştirilmişlerse, nasıl görmüşlerse öyle yetiştirmeye, eğitmeye çalışırlar. Bilmediklerinin bilincinde değiller. Çocuklarını kendilerine benzetmeye, beklentilerini onlar aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Çocukların çoğu, anne babasının silik soluk bir uzantısı olup çıkıyor.
Çoğunlukla dünyaya onların gözüyle bakıyor, farklı düşünmeye cesaret edemiyor. Anne babalara düşen şu: Çocuklarını sevsinler. Onlara özgüven aşılasınlar. Çocuk deyip önlerine durmasınlar, susturmasınlar. Dinlesinler ve anlamaya çalışsınlar. Anlamak için de okusunlar ve araştırsınlar.
Hikâyelerdeki anne, baba ve öğretmenlerin bir ortak özelliği de şu; çocuk olmanın ne demek olduğunu unutmuş olmaları. “Kuş Çocuk” isimli hikâyede “Aslında çocukluk eldi. Dokunan, okşayan, yırtan, saçıp savuran el… Elsiz, dilsiz çocuk neye yarardı… Elsiz, dilsiz çocuk olur muydu?” diyorsunuz. Yetişkinlerin çocuk olmanın ne demek olduğu üzerine biraz kafa yormaları gerekiyor bence. Ne dersiniz?
Çocukları anlamak, tanımak için çok sayıda kuramsal kitap okudum. Sürekli düşündüm, izledim, gözledim. Yine de ben, çocukları çocuk kitaplarından öğrendim. Anne babaların da çocuklarını tanımak, onlarla daha sağlıklı ilişki ve iletişim kurmak, yaptıkları yanlışlıkları görmek için çocuk kitaplarını da okumaları gerekir. Ne yazık ki büyükler, çocuk kitaplarını okumazlar. Dediğiniz gibi annelerin/babaların biraz, “kafa yorması” gerekir. Eğer yolun başında kafa yormazlarsa, sonra çokça yorulacaklardır… Yedirmek doyurmak, giydirmek süslemek kadar, sevmek ve özgüven aşılamak da gerekir. Onların dünyalarına girmek, onlara ulaşmak gerekir. Onların da, yetişkinler gibi haklara sahip bireyler olduklarını unutmamak gerekir. Sözün özü: Çocukların en büyük, en doğal hakkı, çocuk olma hakkıdır. O hakkın sınırlarını çok iyi bilmek ve çiğnememek gerekir.
Bu öyküleri çocuklardan çok büyüklerin, ebeveynlerin okuması, özümsemesi gerekir diye düşünüyorum. Yetişkinlerin de düş gücünün kapılarını aralamaları ve bu kapının kapanmaması için çaba sarf etmeleri şart değil mi?
Ben genellikle, çocuklar için yazılanların büyükler tarafından da okunacağına inanıyorum. Söz konusu örneklerde −örtük de olsa− ilgililere, yetkililere uyarılar, öneriler, göndermeler var. Eğer anneler/babalar, eğitimciler, ilgililer, yetkililer okuyorlarsa, düş gücünün ne kadar önemli, gerekli olduğunu biliyorlardır. Çocuk yazınının temel amacı/işlevi bir anlamda çocuğun duygu, düşünce ve düş gücünü zenginleştirmektir. Yaşadığı dünyayı bu anlamda değiştirmek, dönüştürmek, güzelleştirmektir.
Yaşamı, yaşanır kılmaktır. Düş gücünden yoksun çocuklar, gençler ya da yetişkinler, işgücünden de yoksun olurlar. Yaratıcı, üretici olamazlar. Bildiğiniz gibi önce düş, sonra iş gelir. İş, düşün eyleme dönüşmesidir. Ne yazık ki genel çoğunluk, düşleri tehlikeli bir sayrılık olarak görüyor. Düşten, düşünceden korkuyor. Çocukların düş güçlerini törpülemeye, yok etmeye çalışıyor. Kapı açmak yerine, önlerindeki kapıları da kapatıyor.
Çok masalsı ve şiirsel bir dille yazıyorsunuz. Bu dilin oluşumunda, kendini arayış mücadelenizin başladığı çocukluk yıllarınızdan itibaren size yol gösteren kitaplar, yazarlar üzerine konuşabilir miyiz biraz?
Ben yazdığım öykülerde, romanlarda, masallarda bütün yazınsal türlerin anlatım özelliklerinden, olanaklarından yararlanmaya çalışıyorum. Dün şiir yazıyordum, bugün de en çok şiir okuyorum. Öyle sanıyorum, bu da doğal ve dolaylı olarak yazdıklarıma yansıyor. Yazınsal türler içinde en çok −şiirden sonra− öksüz bir tür olduğu için masalı seviyorum. Masalın da şiirden türediğine inanıyorum. Benim çocukluğumda, şimdiki gibi birbirinden güzel çocuk kitapları yoktu. Öncelikle okunması gereken kitaplar yerine, çok sağlıksız örnekler okudum. Açıkçası şu çocuk kitaplarını okudum diyemiyorum. Hep büyükler için üretilen kitapları okumaya çalıştım. Gereği gibi algıladığımı, anladığımı, yararlandığımı da sanmıyorum.
Neyse ki bu hikâyelerdeki çocukların hepsi bir rüya görüyor ve o rüyadan uyanıyor; kendini buluyor. Gerçek hayatta da rüyalara kapılıp, o rüyalarda kaybolmamak için çocuklara neler tavsiye edersiniz?
Düşünme, özenme, öykünme sürecini düş olarak görüyorum; düş olarak anlatmaya çalışıyorum. İzlediğim kadarıyla çocuklar, doğalarına aykırı olan, işlevini yitirmiş şeylerin düşünü kuruyorlar. Onlar gibi olmak istiyorlar. Yaşayıp −düşte− zorluklarını, açmazlarını, çıkmazlarını, yanlışlıklarını görünce de uyanıp kendileri olmak istiyorlar. Sanatın ana düşüncesi, ana sorunu insandır. Çünkü bütün değerlerin yaratıcısı, üreticisi insandır. Söz konusu öykülerin ortak paydası insan olmak, kendini bulmak ve bilmektir. Bir başkasına özenmek, öykünmek yerine; kendini geliştirmek, yetiştirmek, gerçekleştirmektir. Sözgelimi kuş olmak ayrı şeydir, kuş gibi uçmak ayrı şeydir. Kuş olmaya, balık olmaya olanak yoktur. Ama kuş gibi uçmak, balık gibi yüzmek olanaklıdır. Umarım o ince ayrıntıyı, temel gerçeği iyi görürler; kara ve aykırı düşünlerin peşine düşüp yanlış yola sapmazlar. Kırılmaz, incinmez, örselenmezler…

Elif Şahin Hamidi
İyi Kitap (Ekim 2013 sayısı)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Niccolo Machiavelli ve İnsan Doğası Üzerine – Gülçin Sağır

Next Story

Yeryüzünde Bir Uzaylı: Nikola Tesla

Latest from Çocuk Kitapları

Rakamlar ve Erik Ağacı – Murat Celep

Rakamlar kılıktan kılığa girmeyi severler. Bu kitapta da farklı kılıklara girerek bize mahalledeki erik ağacının hikâyesini anlatıyorlar. Her sabah odasının penceresinden karşıdaki erik ağacına
Go toTop