Çukurovalı’ya veda

Cumhuriyet tarihinin en büyük yazarlarından Yaşar Kemal’i yitirdik. Okuyanlar, insanları aşağılamasınlar, sömürmesinler, insanlara zulüm edemesinler, insanlar açken onlar tok yaşayamasınlar umuduyla yazmıştı romanlarını. 92 yaşındaydı.

Modern Türkiye edebiyatının mimarlarından, ince Memed’i dünya edebiyatınına armağan eden usta yazar Yaşar Kemal, tedavi gördüğü hastanede verdiği yaşam mücadelesini kaybetti. 14 Ocak 2015’de solunum yetmezliği nedeniyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan Kemal, yoğun bakımda tedavi altına alınmıştı. Yapay solunum desteği uygulanan yazarın çoğul organ yetersizliği de ortaya çıkmıştı. Kemal tedavi altına alındıktan bir buçuk ay sonra bugün saat 16:46’da, 92 yaşında hayatını kaybetti.

Yazarımız Ömer Türkeş’in 18.09.2009 tarihinde yayımladığımız “Sözle dünyalar kurmak” yazısıyla veda ediyoruz ustaya…

Cumhuriyet tarihinin en büyük yazarlarından, romancılığımızın en büyük ustalarındandır Yaşar Kemal. Edebiyata ilgisi ortaokul yıllarında folklor ve şiirle başlamış, okuma tutkusu ortaokulu son sınıfta terk ettiğinde bile dinmemişti. Irgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi işlerde çalışırken de terk etmedi sevdasını. Destanlara, türkülere, halk edebiyatına aşinaydı zaten. On yedi yaşında Batı edebiyatıyla tanıştı. Balzac’ları, Tolstoy’ları, Çehovları, Dostoyevski’leri okudu, özellikle Don Kişot’la Stendhal romanlarından etkilendi. Şairlerdense Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Baudelaire Verlaine, Rimbaud…

Şimdi sıra yazmaya gelmişti. Yıllar sonra, o günlerin ve yazarlığının muhasebesini yaparken “…benim yazma isteğim ne fizik gereksinme ne delilikti” diyecektir Yaşar Kemal, “bu işe bilinçle hazırlanıyordum. Hazır olduğumu anladığım gün de işe koyuldum.” İlk hikâyesini -‘Pis Hikâye’- 1946’da yazar; sonra diğer hikâyelerini ve yayımlanmayan ilk romanını… Yayımlanmaz çünkü devletçe gasp -muhtemelen imha- edilmiştir.

Tek Parti döneminin muhaliflerine, haktan hukuktan söz edilmesine izin vermediği zor yıllarda, Kadirli’de büyük gözaltında yaşıyordu Yaşar Kemal. Şöyle hatırlıyor o yılları; “Bu kasaba bana çok çektirmişti. Rusya’ya casusluk yaptığımı onlar icat etmişler, bana yapmadıklarını bırakmamışlar, evimi taşlamışlardı. Bir de polis haftada bir kere evimi basıyor, evde bulduğu en küçük bir kağıt parçasını alıp götürüyordu. Her aramada da evin önü yüzlerce insanla doluyor, kalabalık bana bir tuhaf, aydan gelmiş bir yaratığa bakar gibi bakıyordu. Bu aramalarda en güzel romanım saydığım romanımı da candarma aldı götürdü. O romanı gecemi gündüzüme katarak öylesine çok çalışarak yazmıştım ki: 1949’da bütün günlerimi bu romana vermiştim.”

Yaşar Kemal, büyük bir heyecanla tamamladığı ilk romanını, ilk göz ağrısını hiç unutmadı, ama o heyecanı yeniden yakalamanın imkansızlığındandır belki, bir daha yazmayı düşünmedi.

FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN

İlk roman, ilk klasik
Türk romanında Yaşar Kemal efsanesi, hikâyesi yayımlanan ilk romanı İnce Memed’in 1953 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmesiyle başlar. Zengin sözcük dağarcığıyla görselleşen doğa, mekân ve insan tasvirleri, geleneksel anlatı dilini kullanışı, geçimini yüzyıllardır doğaya ve torağa bağlı sürdüren insanlardaki dış gerçeklik algısının hurafelerle, dogmalarla bezenmiş akıldışılığını hiç aksamayan diyaloglarla yansıtması, feodalitenin mülkiyet anlamındaki tasfiyesiyle köylülük ideolojisi arasındaki uyumsuzluğu açığa çıkaran kurgusu ve tek tek her roman kişisinin psikolojik derinliğine nüfuz edebilmesi, Yaşar Kemal’e kariyerinin daha ilk basamaklarında ülke çapında ün kazandırmıştı. Bir eşkiyanın, Çukurova’nın ücra bir köyünde yaşayan yoksul bir gencin isyanının önce 50’ler Türkiyesi’nde, ardından çevirisi yapılan bütün ülkelerde heyecan yaratıp beğeni kazanması Yaşar Kemal romancılığını kavramak açısından iyi bir başlangıç noktası.

Yerelden hareketle evrenseli kucaklayan romanları sadece Çukurova’nın -ya da biraz daha genişleterek söyleyelim üzerinde yaşadığımız coğrafyanın- bahtsız insanlarının kaderlerini yansıtmakla kalmaz. Tümüyle farklı koşullara sahip olsalar bile, ortak insanlık durumunu, mazlumların ortak dramını ve umudunu anımsatır. Bir ‘katharsis’ durumuna sokar okurunu. “Katharsisin kendisi, estetik biçimin yazgıyı adıyla çağırma, onun gücünü gizemsizleştirme, sözü kurbanlara verme gücünde temellenir; bireye özgürsüzlük alanında bir özgürlük kırıntısı ve gerçekleşme veren kavrama gücünde!”

Hem yazgıdan hem bir özgürlük umudundan söz etmek çelişkili değil mi? Var olanın hem doğrulanması hem suçlanması anlamına gelmiyor mu? Homeros destanlarından bu yana, edebiyat tarihinin bütün büyük anlatıları gibi, Yaşar Kemal’in romanlarında da bu çelişik durum çözülmüştür. Roman kahramanlarının yazgısı suçlamayı ortadan kaldırmamakla kalmaz; siyasal, toplumsal ve ekonomik veçheleriyle sergilenen o kara yazgılar okuyucunun kendi soğuk varlığını ısıtma, kendi hayatında o yazgıyı değiştirme umudunu taşır. “Bu sanatın Eros’a, Yaşam İçgüdülerinin içgüdüsel ve toplumsal baskıya karşı kavgalarındaki derin olumlamalarına gösterdiği bağlılıktandır.”

Yaşar Kemal de bağlanmış bir yazardır. Özgürlüğe, barışa, kardeşliğe, insanca bir hayata olan bu bağlanmışlıkla neredeyse bir asırdır anlatısız kalmış insanların hikâyelerini anlatırken yepyeni bir gerçeklik koymaz ortaya. Var olan gerçekliği umutlar ve düşlerle zenginleştirir, başka herhangi bir dilde iletilemeyecek gerçekleri iletirken insandan insana giden yolları açar. Mazlumlarla özdeşleşir. Dünyanın durumunu gören gözleri, her zaman her şeyi duymaya açık bir kulağı, duyup gördüklerini ifade edecek bir dili ve cesareti vardır. Başka bir şey yapmak ister; bir düş dünyası, bir anlatma dünyası kurmaktır yaptığı, bu dünyayı sözle gerçekleştirmek. Kısacası sözle dünyalar kurmak. Bir de Yaşar Kemal’in ağzından dinleyelim; “İnsan başı sıkıştıkça kendisine daha çok bir düş dünyası kurup oraya sığınmıyor mu? Bu dünya her şeyiyle insana yeterli, eksiksiz bir dünya mı? İnsanoğlu her yönüyle doyumlu olabiliyor mu, ulaşamadığı, düşleyerek yaşadığı bir dünya yok mu? Ulaşamadığı dünyayı düşleyerek yeniden, gönlünce yaratmıyor mu? Korkuyu, sevgiyi, güzel şeyleri, aşkı düşsel olaraktan yeniden yaratıp, yarattığının cennetinde ya da cehenneminde yaşamıyor mu? Benim romanlarımdaki düşseli böyle yorumlasak, daha genel bir görüşle, daha doğru olmaz mı?”

“Tanrının terk ettiği bir dünyanın epiği”
Bir yazarın düşleri, gerçekleri, umutları anlattığı için övülmesi doğruysa bile eksiklidir. Çünkü sözle dünyalar kurmak malzemeye bağlı; kelimelere, cümlelere, benzetme ve eğretilemelere, ses tekrarlarına, kısacası dilin zenginliğine. Yazar bu malzemeyi anlatısı tam yerini bulacak şekilde biçimlendirendir. “Demek ki yazar sözlere özel bir önem veren, onların arasına karışmayı belki de insanların arasına karışmaya yeğleyen, kendini ikisine de teslim eden, ama sözlere daha çok güvenen, onları kimi zaman yerinden eden, ama sonradan daha büyük bir güvenle yine eski yerine koyan kişidir; yazar sözleri sorguya çeker, onları okşar, yontar, süsler; dahası yazar, başkalarından gizli kalan bunca şımarık davranıştan sonra, sözlerin önünde yine saygıyla yerlere kadar eğilen kişidir.”

Yaşar Kemal, malzemesini içeriğiyle harmanlayan bir yazar, hemen herkesin hakkını teslim ettiği bir epik anlatı ustası. Karacaoğlan kadar Homeros’un da mirasçısı. Ama devir aldığı mirası korumakla kalmayıp çoğaltan, modern zamanlara taşıyan bir yazar. Yitirilmiş bir dünyanın ölü ruhunu değil, yaşadığı çağın insanının dramını yakalayan, dış dünyaya ve insan yaşantısına bir anlam veren, yaşam-doğa-insan arasındaki uyumu/uzlaşmayı arayan romanları, “Tanrının terk ettiği bir dünyanın epiğidir.”

Epiğin sesi dinlenir romanlarında. Yaşar Kemal, nesnelerin şiirini, ritmini, senfonisini sözlü anlatı geleneğinin araçlarıyla seslendirir. Seslendirmek zorundadır; çünkü romanlarında nesnelerle insan hayatları, doğayla insan kaynaşmıştır. Cümleleri tükenmek bilmez bir kaynaktan fışkırırcasına coşkun, görkemli ve hayat doludur. Çiçeklerin, böceklerin, kurtların, kuşların, dağların, ovaların sesini, rengini, kokusunu, nefesini taşırlar. Ama bunlar hünerbazlığını göstermek için yağmaz. Güzellikten başka amacı olmayan güzel anlatımın hiç de ‘güzel’ olmadığının farkındalığıyla güzel anlatım ile yeterli anlatım arasındaki ayrımı ortadan kaldırır. Tasvir eder; ama tasvir etmeyi amaçlamamıştır. Mesele basitçe biçim sorunu değildir; Yaşar Kemal de tasvir hikâyenin kendisidir.

İnce Memed’te Toros dağlarının ya da Çukurova köylülerinin; Orta Direk’te, iş bulma umuduyla Çukurova’ya doğru yola çıkan köylüleri; Yer Demir Gök Bakır’da çaresiz köylülerin kendi yarattıkları mite sığınışlarını; Ölmez Otu’nda bu mitin yıkılışını; Teneke’de Çukurova yöresindeki çeltik ağalarına karşı köylülerle birlikte mücadele eden genç kaymakamı; Binboğalar Efsanesi’nde Türkmen göçebelerin yerleşik düzene geçme sancılarını, düş kırıklıklarını ve geçmişe özlemi; Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufcuk Yusuf’ta Çukurova’daki geleneksel toplum yapısının yozlaşması ve çöküşünü; yarı özyaşam öyküsü niteliğindeki ‘Kimsecik’ üçlemesinde bu çözülme sürecine tanıklık eden bir çocuğun korkularını; Al Gözüm Seyreyle Salih, Kuşlar da Gitti ve Deniz Küstü’de bir deniz kasabasını ve İstanbul’u, küçük insanı bunaltan, yabancılaştıran ilişkileri; Bir Ada Hikâyesi’nde aşağıdan bir tarih anlayışıyla Cumhuriyetin kuruluş sürecini anlatırken doğayı insansız, insanı doğasız bırakmaz. Çünkü onun insanlarının kaderleri ovanın sıcağından, dağın soğuğundan, kardan, yağmurdan, meyveye durmuş ağaçlardan, altın renkli başaklardan, akan sulardan, meleyen kuzulardan, tanyerinde ötecek horozlardan etkilenmektedir. Bütün bunları yazarken hiç acele etmez Yaşar Kemal; sanki sınırsız zamanı varmışçasına, masalsı bir çekicilikle aktarır gördüklerini. Baştan başlar, tekrarlar yapar, ayrıntılara girer, bütünü bırakıp bir ana kilitlenir, hikâyesini diyalog ve episodlarla çoğaltır. Epik anlatının ruhunu, “sabrın, sadakatin, direnmenin, sevgi ile zevk veren yavaşlığın, büyüleyen can sıkıntısının ruhu”nu yakalar.

İnsana, doğaya, söze duyduğu sevgiyle yazar romanlarını Yaşar Kemal. Romanlarını okuyanlar, insanları aşağılamasınlar, sömürmesinler, insanların onuruyla oynayamasınlar, insanlara zulüm edemesinler, sevgiyle dolup taşsınlar, insanlar açken onlar tok yaşayamasınlar umuduyla yazar.

A. Ömer Türkeş
28.02.2015 http://kitap.radikal.com.tr/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir