Doğa Felsefesinden İnsan Üzerine Felsefeye Geçişin Felsefi Nedenleri
Felsefedeki bu değişime yol açan nedenler, felsefi, politik ve sosyal
nedenler olmak üzere, üç başlık altında toplanabilir. Felsefi nedenlerin en
başında ise doğa felsefesinin MÖ 5. yüzyılla birlikte gerçekleşen iflası olgusu
gelir. Doğa felsefesinin iflası olgusu, bir yandan doğa felsefesinin aşağı yukarı
söylenebilecek her şeyi söyledikten sonra gelişme imkânlarını tüketip
gelişmesini tamamlamasını, bir yandan da filozofların aynı konuda karşıt,
hatta çelişik görüşler öne sürmelerinden dolayı sonuçsuz ve Yunanlıya katkı
yapamaz hale gelmesini ifade eder. Yunanlı filozoflar, felsefi düşünce için
gerekli olan kimi kavramların ve ayrımların bulunmadığı bir çağda, felsefi
spekülasyonu adeta son sınırına dek zorlayarak, söylenebilecek her şeyi
söylemişlerdir. Felsefenin ya da metafiziğin daha fazla gelişebilmesi için
varlık üzerine bu kadar çok şey söyleyen insanın bilgiyle ilgili yetilerinin
eleştiri süzgecinden geçirilmesi, felsefi düşünce için yeni yöntemlerin
bulunması, varlıkla ilgili doğru araştırmalar için yeni kavram, ayrım ve
kavrayışların ortaya konması gerekmektedir ki bunun için de Platon ve
Aristoteles’i bekleme zorunluluğu bulunmaktadır.
Öte yandan, duyusal dünyanın gerçekliğini reddeden aşırı soyut ve
spekülatif görüşleriyle, sıradan insanın gerçek dünyasını salt bir görünüşler
dünyasına indirgeyen doğa filozoflarının farklı gerçeklik tasarımları, hatta
hemen her konuda çelişik görüşler öne sürmeleri de bu felsefenin iflasında
belirleyici bir rol oynamıştır. Örneğin İyonyalı filozofların varlığın temeline
maddeyi, maddi bir ilkeyi yerleştirdikleri yerde, Pythagorasçılar, varlığın
arkhesi olarak formel bir ilkeyi, sayıyı öne sürmüşler; Elea Okulu değişmenin
bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını söylerken, Herakleitos değişmenin
gerçek olduğunu iddia etmiş; Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi
filozofların varlığı tek bir maddeden türettikleri yerde, Empedokles ve
Anaksagoras gibi plüralist filozoflar varlığın temeline birçok madde
yerleştirmişlerdir. Bir gelişmeye, bir sentez için gerekli olan altyapıya işaret
eden söz konusu çelişik süreç, bununla birlikte ortalama insanın, doğa
üzerine olan felsefeye sırt çevirmesine neden olmuştur.
Söz konusu felsefi nedene, toplumsal bir olgu olarak, artık felsefenin
merkezi olup çıkan Atina’da koşulların, eskisi gibi, çıkar gözetmeyen
entelektüel faaliyet için elverişli olmaması olgusu eklenebilir. Atina uzun bir
refah döneminin ardından, öncelikle Atina ile Sparta arasındaki nüfuz
savaşlarından yorgun düşmüştür. Yine, Perslerle yapılan savaşlar ve ağır bir
veba salgını Atinalı ve Yunanlının gücünü neredeyse tüketmiştir. Üstelik
Atina’da gerçek bir demokrasi vardı; Atinalıların Meclisi, yani bir toplantıda
hazır bulunma imkânı bulan yetişkin erkek yurttaşların tümü devlette nihai
otoriteyi temsil etmekteydi. Bu demokraside meclis, seçilme yeterliğinde
olanların yalnızca küçük bir kısmıyla toplanmış olsa bile, tam bir egemenliğe
sahipti. Meclis hem yasa koyucu hem yürütücü hem de yargıçtı. Atina
demokrasisi zenginlik ve toplumsal statü yönünden söz konusu olan büyük
farklılıkları dışlamadı. Ama yine de MÖ 5. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca eski
aristokrat aileler yönetimi ellerinde tuttular.
Bununla birlikte, 5. yüzyılın ortalarından itibaren, Yunan demokrasisinin
yapı değiştirmesi ve bir ticaret demokrasisine dönüşümüyle birlikte,
aristokratlar iktidardaki ağırlıklarını yitirdiler. Yeni yükselen ticaret erbabı
sınıf, iktidardaki meşruiyetlerini temin edecek yeni bir bakış ya da felsefeye,
kendilerine politik bilgi aktaracak yeni bir felsefeciler zümresine ihtiyaç
duydu. İşte çağlarının çocukları olan Sofistler, bu ihtiyacın bir sonucu olarak
ortaya çıktılar. Politik iktidarın yeni sahiplerinin sözcülüğüne soyunan bu
gezgin felsefe öğretmenleri, onlara ihtiyaç duydukları politik bilgi ve
stratejileri öğrettiler. Gerçekten de aynı demokrasi içinde iktidarın el
değiştirip, aristokratlardan tüccarlar sınıfına geçtiği, aristokratlarda politika
ve yönetim sanatıyla ilgili bilgilerin babadan oğula aktarıldığı veya aile içinde
kazanıldığı yerde, yükselen tüccarlar sınıfının kendisine bu bilgileri
sağlayacak insanlara, politik mevziilerini temellendirip meşrulaştıracak yeni
bir felsefeye, yeni ve pratik bir bakış açısının savunuculuğunu yapacak
entelektüellere ihtiyaç duyduğu dikkate alınırsa, insan üzerine felsefenin
doğuşu ve bu felsefenin ilk ve en büyük temsilcileri olan Sofistlerin gerçekten
de çağlarının çocuğu oldukları gerçeği daha iyi anlaşılır.
Ahmet Cevizci,
Felsefe Tarihi,
Say Yayınları