Doğar Ölür, Yeniden Doğar… – Derya Karahan

Tiyatro nedir tartışmalarının üzerinden çok geçti. “İnsanı insana insanla” geyikleri, kendi düzeni içerisinde dokunulmaz olanın tartışılmaz zemininde ele alındı çoğu zaman. Mesele ‘toplumun çok ötesinde’ ile ‘toplumun aynası’ arasında bir ikilemde sıkışan tartışmalarda da boğuluyor arada. Zaman zaman da para mevzuu olduğunda, Devlet ve tiyatro ilişkisi devreye girerek var olan kutuplaşmada herkesin kendi mezhebince argümanlarını sıraladığı süreçler yaşanıyor. Ama tartışmalar hemen sönümleniyor. Bu gibi kör kuyularda merdivensiz kalma hallerinde, konuya biraz mesafeli yaklaşmak, biraz başa dönmek, belki de yeniden başlamak her zaman daha keyifli ve ufuk açıcı olabilir.

Yıllarca kullandığımız argümanların gökten inmediğini ya da onların zamanla değişmiş olabileceği ihtimalini, kuramların birbirleriyle ilişkisinin her zaman tahayyül ettiğimiz kadar keskin olmadığı ve birbirlerinin içerisinde belli ihtiyaçlardan belli alanlara evrildiği fikrini, her zaman için insanın merkezde olduğu bir vurguyla aklımızın bir köşesinde taşımalıyız.

Son yıllarda tiyatro kitaplarıyla da hayatımıza giren yeni bir yayınevi olarak Habitus Kitap’ın, ‘yeni başlayanlar için’ dizisinden çıkardığı Tiyatro Tarihi işte bu ufku genişletecek bir merdiven niyetine kronolojik, ama aynı zamanda gerek oyunları, yönetmenleri, gerekse grupları, akımları ‘zoom’layarak derinleştirdiği bir kitap yayınladı: Yeni Başlayanlar İçin Tiyatro Tarihi (aynı dizinin Brecht için ve Beckett için olanları da var –tavsiye edilir). Kitap raflarında onca kitabın arasından gözden kaçmış olabilir, ancak hem resimli hem de açıklayıcı bilgileriyle göründüğünün ötesinde ‘yeni başlayanları’ aşan bir kurgu söz konusu. Özellikle de bir tarih kitabı olarak bir izlek önermesi, kuramların birbirleriyle ve zamanla geçişliliğini göstermesi açısından önemli.

Burada dikkat çekmek isteğimiz konu tiyatronun tarihini aktarırken köşeli anlatımların ötesinde etki tepki, akımların ortaya çıkışı gibi, aslında tiyatronun gündelik hayatın, toplumun, bireyin ihtiyaçlarına göre şekillenmesi, gelişmesi, evrilmesi, dönüşmesinin yanı sıra; oyunculuk yöntemleri, laboratuvar tiyatrosu, savaşlar, sokak hareketleri, ajitasyon, propaganda, deneysellik vs derken, tiyatronun bütünsel olarak tarihsel süreçteki karşılıklarını da görmemiz. İşte o zaman mesenle sponsor, tanrı ile kral arasındaki bağı kurar, devletle vatandaş arasındaki tartışmada bir yön tayin edebiliriz. Bu anlamıyla Antik Yunan’daki Zincire Vurulmuş Prometeus’tan Jarry’nin Zincire Vurulmuş Übü’süne görünmez bir bağ vardır. Tıpkı Euripides’ten günümüz performans tiyatrolarına, Shakespeare’den Brook’a, Brecht’ten Boal’e olduğu gibi… Shakespeare’in krallarının birbiri ardına ölümüyle birlikte yankılanan “Kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral” sloganı, bu sürekliliğin ve güncel hayatın bir replikası değilse nedir? Kim kişisel hırsların toplumsal olandan azade olduğunu söyleyebilir? Tek başına bir kötülük mümkün müdür acaba? Hamlet’in boyun eğmekle isyanı arasındaki ikilemi bugünün modern insanının ikilemlerinden ne kadar farklı acaba. Ölümle yaşam arasındaki mücadele bugün kadının kendi kimliğinin bir parçasıysa eğer Medea’nın çığlığı kime çarpar? Ya da hala Godot bekleyen yok mu acaba?

İktidarın her daim sorgulanması ve aynı sertlikteki kahkahalarla alaya alınması iktidar sahibinin korkusunu oluşturuyorsa, tiyatro hâlâ bir aura dışında toplumsal olana temas ediyor demektir. Ne kadar form ve üslup değiştirirse değiştirsin, krala övgü bile bir kahkaha nesnesi olarak doğar bir yerlerde… Hareketin hiç de saf olmadığının bilincinde olarak; bir sanat olmanın ötesinde ‘tiyatro’ yaşar.

Boal’in toplumun göbeğindeki bir politik özne yaratma arzusu bir tiyatronun ötesinde bir tartışma forumu gibidir. Ne katılımcı katıldığını bilir ne de sahne bilinir; ne başrol ne de replik vardır. Tiyatro artık görünmez olur, toplumun içinde çözüm üreten, katılımcı bir sürece dönüşür.
Hayat dönüşür, tiyatro da; hayat direnir tiyatro da, insanlar varsa tiyatro da… Yeni başlamak, yeniden başlamak her zaman iyidir; yeniler, kendisi yenilenir. Absürd kadar gerçekçi, Brecht kadar masalsı bazen…

Biz de bize yeniden başlamamız için fırsat imkânı sunan kitabın finaliyle kapayalım, Eugenio Barba’nın dediği gibi: “Buz dağının kütlesini oluşturan münzevi bireyler, henüz bilinmeyen tiyatrolar ve anonim gruplar, kaçınılmaz olanı çizmek için ellerindeki küçük aletlerini –mesleklerini- aralıksız bilerler.”

BirGün Kitap Eki 158.sayı

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN TİYATRO TARİHİ, Nerio Tello , Alejandro Ravassi, Çeviri: Deniz Eyüce, Habitus Kitap, 2012.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir