Kendinden nefret eden biri bir başkasını sevebilir mi? Böyle biri kendiyle kavgalı olan başka biriyle uyum içinde olabilir mi? Kendine eziyet çektirip yine kendi kendine çok- bilmişlik taslayan böyle bir insan başka birine huzur verebilir mi?
Bu sorulara olumlu yanıt veren varsa, o budalanın dik âlâsıdır. Ancak: Bana kapıyı gösteren de hiç kimse ile geçinemediği gibi kendi benliği bile ona tiksinti verir, sadece varlığı bile onu iğrendirmeye yeter ve kendi düşmanı olup çıkar. Kimilerine doğadan âlâ başka üvey ana mı var bu fâni dünyada; baksanıza, bazı insanları öyle dertler ve düşkünlüklerle donatmış ki kendilerine dahi hayırları olmayan bu garipler nasıl olup da bir başkasını bulsun ve bir de onunla birlikte hayatı kotarsın? Hâl böyle olunca sinesinde barınan, hayatın üstesinden gelmekte kullanabileceği bir nebze işe yarar malzeme de körelip kötürüm bir hâle gelir zamanla.
Ölümsüzlerin ölümlülere en yüce armağanı olan güzellik de özentiyle karışırsa ne işe yarar? Sen ya da bir başkası hayatın hangi sorununa sadece sanatta değil, yapılabilecek her şeyde “Nasıl?” sorusunun zevk belirtisi olarak insanı yönlendirdiğinde olduğu gibi ölçülü ve zevkli çözümler üretebilir?
Böylesi durumlarda kendi kız kardeşinden öte sevimli bir varlık -kendini beğenmişlik- elinden tutmayacak olsa yandığının resmidir. Peki kendini güzel bulmak, kendine hayran olmak budalalığın zirvesinde olmak değil midir?
Öte yandan şu soruyu da sormak gerekir:
Özün sana haz vermiyorsa, o vakit nasıl ortaya şirin, sevecen, güzel bir şey koyabilirsin?
Aşkı kanatlandıran iksirim olmaksızın hiçbir ateşli hatip dinleyicilerinde söyleviyle, hiçbir müzisyen ezgileriyle, hiçbir tiyatro sanatçısı sahnede mimikleriyle, hiçbir şair dizelerinde esinleriyle, hiçbir ressam fırçasından dökülen onca renge rağmen kül renginin sefilliğinden kurtulup tablosuyla heyecan uyandıramaz.
Dahası, iksirimi içmeyince ne hekimler dilenmekten, ne Nireus gibi erkek güzelleri Thersites kadar çirkinleşmekten, ne her daim genç kalan Phaon bir Nestor kadar yaşlanmaktan, ne zeki Minerva aptal şabalak bir domuza dönüşmekten, ne ağzı kalabalık bir hatip pepeme bir çocuk gibi laf gevelemekten, görmüş geçirmiş kalender bir adam da köyünden hiç çıkmamış şapşal bir köylüye benzemekten kurtulamaz. İşte bu kadar önemlidir başkalarını kazanmadan önce herkesin kendini pohpohlayıp doğru yolu bulması. Eğer hâlinden hoşnut olmaksa mutluluk -inanın bana- kendini beğenmişlik insanı en kısa yoldan cennete ulaştıracaktır. Onun hüküm sürdüğü her yerde herkes dış görünüşünden, aklından, kökeninden, bulunduğu mevkiden, gördüğü muameleden, memleketinden hoşnuttur. Bu diyarlarda hiçbir İtalyan bir İrlandalıyla, hiçbir Trakyalı bir Atinalıyla yer değiştirmek ya da hiçbir Scythiali, bozkırlarını Ruhlar Adası ile değişmek istemez. Bakın da görün, yeryüzünde süregelen bütün eşitsizliklere rağmen doğa her şeyi adil biçimde dengelemek için nasıl emek harcıyor. Ne aptalca bir laf ettim şimdi! Çeyizin en çok göz nuru dökülmüş, en nadide parçası bu değil mi aslında?
Ve hepsinden önemlisi – benim rızam olmaksızın kimse boyundan büyük işlere kalkışamaz ve keşfinde önderlik etmediğim hiçbir sanat hayat bulamamıştır.” (Sayfa 26-27-28)
Erasmus #erasmus
Deliliğe Övgü
Türkiye İş Bankası Yayınları