Freud’un Psikanaliz Tedavisi İlkeleri – Engin Geçtan

Psikanalizin ilk günlerinde, acılı duygularla birlikte yaşanmış ve bu nedenle bilinçdışma itilmiş geçmiş olaylara ilişkin can sıkıcı anılar, insanın psikolojik sorunlarının başlıca nedeni olarak gösteriliyordu.

Tedavinin amacı da, bu anıları ve onlara eşlik etmiş olan duyguları konuşma yoluyla bilince çıkararak yeniden yaşanmalarına imkân sağlamaktı. Duyguların eşlik etmediği çağrışımlar tedavi yönünden yararsız sayılıyordu. Gerekli ortamı sağlamak için kullanılan teknik ise, hipnozdu. Hipnoz altında hastalar, normal koşullarda baskı altında tutulan anılarını bilinç düzeyine çağrıştırarak yeniden canlandırabiliyorlardı.

Giderek, katarsis denilen bu yöntemin bazı önemli kısıtları olduğu anlaşıldı. Hipnoz altında çağrışım, klinik belirtilerin ortadan kalkmasına yardımcı olmakla birlikte, bu belirtilerin gerisindeki nedenler varlıklarını sürdürdükleri için, ortadan kalkan belirtilerin yerini bir süre sonra yenileri alıyordu. Daha sonraları, bu boşluğu giderebilmek amacıyla hipnoz altında telkin yöntemi uygulandı. Örneğin, “Artık bu sorunlar seni rahatsız etmeyecek” gibi sözlerle hastayı tedirgin eden düşünceler denetim altına alınmaya çalışıldı. Ancak, alınan sonuçlar kalıcı olmuyordu ve üstelik Freud, hastaların ancak sınırlı sayıda bir bölümünün hipnotize edilebildiğini de gözlemlemeye başlamıştı. Bunun üzerine Freud, hipnoz tekniğini terk etti ve hastalarını telkinle konuşturmayı denedi. Bu amaçla, hastaya gevşemesini ve gözlerini kapatmasını öneriyor, daha sonra zihnine ne gelirse konuşmasını istiyordu. Hasta, konuşmadığında, ona mutlaka bir şeylerin zihnine geleceğini telkin ediyordu. Bu yaklaşım da başarısız kaldığında, ellerini hastanın başına koyup hafifçe bastırıyor ve yine konuşmaya teşvik ediyordu. Gerçekten de bu teknik bazı hastalarda olumlu sonuçlar vermiş ve Freud, “basınç tekniği”ni, sürekli savunma durumunda olan egoyu şaşırtan bir “oyun” olarak yorumlamıştı. Böylece, gizli kalmış anılar açığa çıktığında, Freud bunları hastasına açıklıyor ve hasta bu anıları bir kez bilinçlendirdikten sonra sorunların ortadan kalkacağına inanılıyordu.

Basınç tekniğinin kullanılması, psikanalizin daha sonraki uygulamalarına temel oluşturacak iki önemli buluşa yol açmıştır. Bu çalışmaları sırasında Freud, can sıkıcı anıların belleğe çağrıştırılmasında hastanın bir tür direniş (resistance) gösterdiğini gözlemlemiş ve tedavide en önemli sorunlardan birinin, bu direnci kırmak olduğunu fark etmişti. Bu sorunu çözümlemek için belirli bir tekniğin geliştirilmesi gerekiyordu. Freud, bu noktadan harekete ederek, hastanın analiste karşı geliştirdiği ve transferans adını verdiği duygusal sürecin, direnci kırmada başlıca araç olabileceği sonucuna vardı. Öte yandan Freud, hastanın bu düşünceden diğerine geçerek sonunda kendisini rahatsız eden asıl düşünceyi bulabileceğini gözlemlemişti. Bu gözlem de Freud’un serbest çağrışım ve yorumlama tekniklerini geliştirmesini sağlamıştır.

Freud’un psikanaliz tedavisi teknikleri üzerinde yazdıkları, çeşitli makalelerine dağılmış ve hiçbir zaman sistemli bir biçimde açıklanmamıştır. Bunun başlıca iki nedeni olduğu sanılmaktadır. Bunlardan ilki, hastanın teknikler konusunda önceden bilgi sahibi olmasının tedaviyi güçleştirebileceği kaygısıydı. İkinci ve asıl önemli neden ise, tedavi etkinliğinin kişisel bir araç olması ve nasıl kullanılacağının bir terapistten diğerine değişebilmesiydi. Freud, psikanaliz tedavisini uygulayan kişinin yeterli klinik deneyime sahip olmasını zorunlu gördüğü gibi, analistin kendisinin de bir analiz sürecinden geçmiş olmasını, hazırlık döneminin vazgeçilmez bir koşulu sayıyordu. Hatta 1938’de bu konuda yazdığı son makalesinde, terapistin tedavi edebilme niteliğini başarılı bir biçimde sürdürebilmesi için arada bir yeniden analizden geçmesini önermiştir.

Freud, her hastanın psikanaliz tedavisine kabul edilemeyeceği görüşünü birçok yazısında yinelemiştir. Bu konudaki en kesin yargılarından birini, psikanalizin nevrozların tedavisinde geçerli olabilmesine karşılık psikotiklere uygulanamayacağı biçiminde ortaya koymuştu. Ancak yine de, ileride bir gün, psikotiklere de uygulanabilecek bir yöntemin geliştirilebileceği umudunu koruduğunu belirtmişti. Ona göre, psikanaliz için temel koşul, hastanın terapistiyle bir ilişkiye girebilmesi, bir başka deyişle, libidosunu dış dünyadaki bir nesneye yöneltebilmesiydi. Psikotiklerin bunu gerçekleştirecek durumda olmadıklarına ve dolayısıyla terapistle ilişki kurabilmelerinin imkânsızlığına inanmıştı. Bu nedenle, bir hastayı tedaviye almaya karar vermeden önce, iki ya da üç haftalık bir deneme süresi içinde, hastanın psikotik ya da prespsikotik belirtiler gösterip göstermediğinin gözlemlenmesini önermişti.

Freud, analistin, akrabalarını, dostlarını ve de arkadaşlarının ailelerini tedaviye almasının sakıncalı olduğu görüşünü savunarak, böyle bir uygulamanın dostlukların bozulmasıyla sonuçlanabileceği konusunda uyarıda bulunmuştur. Ayrıca, tedavide hastadan ücret alınmamasının onda suçluluk ve minnet duygulan uyandıracağını ve bu nedenle bu tür uygulamalardan kaçınılması gereğini savunmuştur. Bir diğer koşul da, hastanın tedavi sürecini kavrayabilecek yeterlikte bir entelektüel kapasiteye sahip olmasıdır. Hasta, ailesiyle birlikte yaşasa bile, onlardan bağımsız yanları olması tedaviyi kolaylaştırıcı bir öğedir. Ailenin hastanın yaşamına fazla karıştığı durumlarda tedaviyi sürdürmek güçleşebilir, hatta tedaviyi kesmek gerekebilir. Öte yandan, hastanın tedavi süresince alışageldiği yaşam koşullarında bulunması yeğlenen bir durumdur. Eğer hasta bir hastanede ise, yaşamının gerçekleriyle baş edebilmeyi öğrenemez.

Psikanalizin ilk günlerinde Freud, analistin tıp kökenli olması gereğini savunmuş, ancak yaşamının son döneminde bu koşuldan vazgeçmiştir. Analist olabilmek için gerekli niteliklerin başında, bu kişinin davranışlar ve ruhsal enerjinin işleyiş biçimi üzerinde yeterli kuramsal bilgiye sahip olması gelir. Analist, bilinçdışı baskı-direnç mekanizmalarını, rüyalardaki simgeleştirme süreçlerini ve hastayla analist arasındaki yoğun duygusal ilişki olgusunu (transferans) çok iyi kavramış olmalıdır. Bu bilgilerin bir bölümünü psikanaliz üzerine yazılanları okumakla edinebilirse de tedavi yöntemini öğrenmek için en iyi yol, kendisinin de analizden geçmesidir.

Analistin psikanalizden geçmiş olması, kendisini ve kullandığı savunma mekanizmalarını çok iyi taramasını sağlar. Böyle bir temel, terapistin hastalarını anlamaya çalışırken kendi kişisel sorunlarından kaynaklanabilecek bazı yanılgılara düşmesini önler. Tedavi süreci, uygulayan kişi için oldukça yorucu ve bazen sıkıcı bir durum olduğundan, analistin olağanüstü titiz bir gözlemci olması ve dikkatini toplama konusunda gerekli disiplini gösterebilmesi beklenir. Freud, tedavi süresinde analistin bazı notlar almasının uygun bir davranış olmadığı, bu nedenle analistin oldukça güçlü bir belleğe sahip olması gerektiği kanısındaydı.

Psikanaliz tedavisinde analist, bir divana uzanmış olan hastanın arkasında, onun kendisini göremeyeceği, ama kendisinin hastanın davranışlarını izleyebileceği bir biçimde oturur. Bu yerleşme biçimi Freud’un kişisel bir seçimiydi, çünkü günde on iki saat yüzüne bakılmasından hoşlanmıyordu. Üstelik bu durum, hastanın analistin yüz ifadesinden ya da davranışlarından etkilenmesini engellediği gibi, terapisti de davranışlarını aşın bir denetim altında tutma zorunluluğundan kurtarmış oluyordu.

Prof. Dr. Engin Geçtan
Psikanaliz ve Sonrası
Remzi Kitabevi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir