Freud’a göre Anksiyete – Engin Geçtan

Bir insanın yaşayabileceği en acılı duygu olarak tanımlanabilen anksiyete, psikanalizin ilk döneminde biyolojik kökenli bir olgu olarak kabul edilmişti.

Ancak, topografik kuramın yerine yapısal kişilik kuramını geliştirdikten bir süre sonra anksiyete kavramının yorumuna da bir değişiklik getiren Freud, 1926’da yayımlanan “Ketlenmeler, Belirtiler ve Anksiyete” adlı yapıtıyla, anksiyeteyi egonun bir işlevi olarak tanımlayarak bu duygunun psikolojik
bir olgu olduğunu ortaya koymuştur.

Freud, insanı uyum yapma yeteneği olan bir organizma olarak
tanımlayabilmesini, düşünce tarihi yönünden Darvvin’e borçludur.
Darwin, yalnızca kendi varoluşlarına katkıda bulunan canlı­
ların yaşamlarını sürdürebileceklerini belirtmişti. Freud da insan
organizmasını, tehlikeli ve düşman nitelikler gösteren fiziksel ve
toplumsal çevresi içinde, kendini korumak ve yaşamını sürdürebilmek
amacıyla sürekli çaba gösteren bir varlık olarak görmüş­
tür. İnsan, bu düşman çevrede yaşamını sürdürmesini uyum yapabilme
yeteneğiyle sağlar. Freud’a göre, insan davranışlarının
tümü uyum yapmaya yönelik bir amaç taşır. Hiçbir davranış rastlantısal
değildir ve organizmanın yaptığı her şey, yaşamı sürdürme
çabasının farklı biçimleridir. Freud’a göre anksiyete, fiziksel
ya da toplumsal çevreden gelen tehlikelere karşı bireyi uyarma,
gerekli uyumu sağlama ve yaşamı sürdürebilme işlevlerine katkı­
da bulunur. Ne var ki anksiyete, “nevrotik anksiyete” de olduğu
gibi, gerçek dışı ve mantığa aykırı bir nitelik alırsa, uyum sağlamaya
yardımcı olan işlevini yitirir ve normaldışı davranışların
kaynağı olur.

Freud, başlangıçta, ruhsal bozuklukların nedenlerini araştırma
amacıyla anksiyete olgusuna ilgi duymuştur. Gerçekte, her
insan arada bir anksiyete duyarsa da Freud, nevrotiklerde bu
duygunun daha sık ve daha yoğun yaşandığını gözlemlemişti.
Nevrotik hastalarını anlama ve tedavi etme çabaları sonucu Freud,
giderek anksiyetenin evrensel anlamını da çözümlemeye ve
böylece, insanın normal ve normaldışı davranışlarının temel niteliklerini
anlamaya başlamıştı. Freud, yapıtlarından birinde (1920)
bunu şöyle açıklar “Anksiyete birçok önemli sorunun bir araya
toplandığı bir düğüm noktası ve çözümü tüm ruhsal varlığımıza
ışık tutacak bir bulmacadır.”

Freud’a göre, normal insanın yaşadığı anksiyete, nevrotik anksiyeteden
yoğunluğu bakımından değil, niteliği yönünden de
farklıdır. Günlük yaşamda herkesin arada bir yaşadığı anksiyete
“gerçekçi” anksiyetedir. Dış dünyadaki gerçek nesnelerden kaynaklanan
bu duygu, “korku” duygusuyla eşanlam taşır. Gerçekçi
anksiyete, mantıklı ve anlaşılır olmasıyla nevrotik anksiyeteden
ayrılır. Bu tür anksiyete, beklenen ya da yaklaşan bir dış tehlikenin
algılanması sonucu geliştirilen bir tepkidir. Çoğu kez kaçma
refleksiyle birlikte oluşan bu tepki, yaşamı sürdürme ve korunma
içgüdülerinin bir belirtisi de sayılabilir.

Öte yandan, hiçbir nedene bağlantılı olmayan ya da zararsız
bir objeye yönelik bir yılgı tepkisi biçimindeki nevrotik anksiyete
her zaman mantık dışıdır. Kökenini yetişkin yaşamdan çok, bebeklik
ve çocukluk yıllarının yaşantılarından alır. Psikanalizin ilk
günlerinde Freud, gerçekçi olmayan anksiyeteyi kullanılamayan
ruhsal enerjinin dolaylı bir belirtisi olarak yorumlamıştır. Bir baş­-
ka deyişle, yaşam içgüdüleri dolaysız bir anlatım yolu bulamazlarsa,
enerjileri yön değiştirir ve anksiyeteye dönüşür.

İçgüdüsel bir dürtüye eşlik eden bir düşünce ya da istek, egonun
varlığı için tehlikeli görüldüğünde, ego bu isteğin bilinç düzeyinde
anlatım bulmasını önleyerek kendini savunur. Tehlikeli
sayılan ve anksiyete yaratabilecek nitelikteki dürtülere karşı egonun
kullandığı birincil savunma mekanizması baskı dır. Bu mekanizma,
anksiyete yaratma niteliği gösteren ruhsal etkinlik ya da
süreçlerin, kişinin istemi dışında bilinçaltına itilmesini ya da bilinç
düzeyine çıkmalarının önlenmesini sağlar. Ancak baskı, bir
dürtünün düşünce öğesinin bilinç düzeyine çıkmasını engellerse
de o düşünceyle ilintili duygusal enerjiyi ortadan kaldıramaz.
Dolayısıyla düşünce, duygusal enerji öğesinden kopmuş olur. Biriken
enerji ise anksiyeteye dönüştürülerek boşalımı sağlanır. Gö­-
rüldüğü gibi, bu döneminde Freud, anksiyeteyi baskı altında tutulan
id enerjisi olarak yorumlamıştır.

Sonraki yapıtlarında (1936) Freud, anksiyeteyi oluşturan spesifik
nedenleri tanımlamaya çalışmıştır. Ortodoks psikanalitik
kurama göre, anksiyeterıin gelişimsel olarak belirlenen iki dönemi
vardır: Birincil anksiyete ve som aki anksiyeteler. Birincil anksiyetenin
ilkömeği (prototipi) doğum olayıdır. Freud’un kendi deyişiyle,
“anksiyete doğum sürecinden örneklenir.” Organizma,
kapasitesini aşan sayıda uyaranlar karşısında kaldığında bir sarsıntı
geçirir. Doğum anında bebek, yeterli savunması olmaksızın
çok sayıda uyaranlarla karşılaşır ve bu durumun yarattığı anksiyete,
sonraki yaşamdaki anskiyetelere ilkömek olur. Doğum öncesinde
çevresini saran, sıcak, ses geçirmez ve karanlık bir ortamda
yaşayan insan kendisini birden, uyum yapma yeteneğinin
ötesinde, ışık, gürültü, ısı değişiklikleri ve dokunma uyarılarıyla
dolu bir dünyada bulur. Bu beklenmedik değişikliğe ilk tepki,
soluma, ağlama, hızlı kalp atışları vb. belirtiler biçiminde olur.
Gerçekten de bu belirtiler, ayrıntıları daha sonra incelenecek
olan yetişkin yaşamdaki anksiyete belirtileriyle benzerlik gösterir.
Yetişkin yaşamda karşılaşılan bazı uyaranlar, anksiyete uyandıracak
nitelikte olmamalarına karşın, ilk çocukluk yıllarına ait
can sıkıcı uyaranları ya da olayları anımsattıkları için anksiyeteye
neden olurlar. Çocuk büyürken anksiyeteye karşı “savunular”
adı da verilen uyum mekanizmaları geliştirir ki, bunlar bir alışkı
niteliği kazanarak, sonraki yaşamda anksiyete yaratıcı her durumda
yeniden ortaya çıkarlar.

Bebeklik döneminde kullanılan savunma mekanizmaları oldukça
ilkeldir. Bunlardan biri, Freud’un “koruyucu kabuk” adını
vermiş olduğu, uyarılma eşiğini yükseltme yoludur. Örneğin uykuda,
uyarılma eşiği normalden yüksektir. Tehlikeli olabilecek
bir uyarana ilgi göstermemekle etkisi de azaltılmış olur. Bebeğin
sıklıkla kullandığı bu mekanizmayı bazı yetişkinler de kullanır.
Böyle kişiler anksiyete yaşatan bir durumla karşılaştıklarında uykuya
çekilerek bu duygunun olumsuz etkilerini engellemeye çalı­
şırlar. İlk bakışta kolay bir yol gibi görünebilirse de, anksiyete ile
karşılaşıldığında uykuya dalma, anksiyeteye neden olan sorunu
çözmez, geçici olarak kaçınmayı sağlar.

Birincil anksiyeteden, sonraki yaşam anksiyetelerine geçiş,
ruhsal yapının ego, süperego ve id süreçlerine ayrımlaşarak olgunlaşmasıyla
ilgilidir. Egonun belirlenmesiyle insan organizması,
kendisini iç ve dış tehlikelere karşı savunabileceği bazı yetenekler
de geliştirir. Bu tehlikeler bedenin içinden ve dışından
kaynaklanan aşırı uyarılmalar, edinilen savunmalar ise bu gibi
uyaranlardan kaçınma ya da onlan ketleme yöntemleridir. Ego
geliştikçe insanm dış dünyaya karşı duyarlığı da artar ve ihtiyaç­
ların karşılanması amacına yönelik davranışlar edinilir. Eğer her
ihtiyaç derhal giderilebilseydi, ne bir gerçeklik kavramı ne de
anksiyete olurdu. Yapısal yönden ele alındığında ego, anksiyete
yaşantısının oluştuğu yerdir. Birincil anksiyeteden sonraki anksiyeteleri
anlayabilmek, ego işlevlerinin bilinmesine bağlıdır.

Daha önce de belirtildiği gibi, birincil anksiyete, bebeğin zorlanmalarla
baş edebilme gücünün yetersizliği ve çaresizliği nedeniyle
edilgin bir biçimde yaşanır. Egonun algı ve savunma sistemleriyle
ortaya çıkması bu durumu değiştirir ve edilgenlikten
etkinliğe geçilir. Dıştaki objeler gibi içsel beden durumlarının da
algılanması bu geçişin ilk adımı olur. Ego, işlevlerinin gelişmesiyle,
aşırı ve zararlı uyaranlara karşı kendisini savunma durumuna
geçer. Algı alanını kapatma (uyku) biçiminde görülen ilk savunma
tepkisi, sonradan geliştirilecek olan daha karmaşık savunma
Mekanizmalarının ilkömeğidir.

Algı sisteminin yardımıyla ego, kişiliğin dış dünyayla ilişkilerine
bir zaman düzeni getirir. Türlü psikolojik süreçleri gerçeklik
Onamasından geçirerek duruma ve zamana uygun olup olmadıklarını saptar.
Dürtü ile eylem araşma düşünce sürecini yerleştirerek
gereğinde güdü boşalımının ertelenebilmesini sağlar. Bu çabaları
sonucu giderek gelişen ego, içgüdüsel zorlamalara boyun
eğmektense, onlarla uzlaşmaya yönelerek özgürleşir ve çoğu kez
içgüdülerin denetimini de elinde tutar.

Ego sürekli olarak üç ayrı tehlike karşısmdadır: (1) Engellemeler
ve dış dünyadan gelebilecek saldırılar. (2) İd’in içgüdüsel ve
gerçek dışı istemleri. (3) Süperegonun cezalandırılması. Anksiyete,
egonun tehlikeden kaçış yollarının bir anlatımı olduğundan,
yukarıda tanımlanan üç tür tehlikeye karşı, üç tür anksiyete geliş­
tirilir:

(1) Gerçeklik Anksiyelesi: “Korku” ile eşanlam taşır. Dış dünyada
tehlikeli bir durumun varlığının algılanmasından doğan ürkü­-
tücü bir duygudur. Yaşam için zorunlu bir objenin çevrede bulunmaması
ya da yaşamın sürdürülmesini tehlikeye sokan bir objenin
ya da durumun ortaya çıkmasından doğar. Freud, organizma
için tehlike yaratan durumların algılanması sonucu yaşanan
korkunun doğuştan var olabileceğinden söz etmişse de, bazı ger­-
çeklik anksiyetelerinin öğrenme süreçleri sonucu edînildiğini de
kabul etmiştir. Freud birçok korkunun oluşumunda kalıtım ve
yaşantının birlikte rol oynadığı görüşündeydi.

(2) Vicdani Anksiyete: Egoda suçluluk ya da utanç duygusu yaratır.
Özellikle, süperegonun vicdan diye bilinen bölümünün tehlikeli
saydığı durumlarda ortaya çıkar. Ebeveyn otoritesinin içerikleşmiş
bir öğesi olan vicdan, benlik ideallerinin ya da kusursuzluğa
yönelik beklentilerine uygun düşmeyen düşünce ve eylemlerinden
ötürü, egoyu cezalandırmakla tehdit eder. Vicdani
anksiyetenin kökeninde çocukluk yıllarındaki cezalandırıcı anababa
ile simgelenen nesnel ve gerçek bir korku bulunur. Çocukluktan
yetişkinliğe giden yolda, ebeveynin değer yargıları giderek
içleştirilerek ruhsal aygıtın bir parçası durumuna gelir. Ger­
çeklik anksiyetesinden farklı olarak, vicdani anksiyeteye neden
olan durumlardan kaçabilme imkânı yoktur.

(3) Nevrotik Anksiyete: İçgüdülerden gelen tehlikenin algılanması
ile ortaya çıkar. Bu, bir bakıma, ego içgüdülerin birden bo­şalma
istemlerini engelleyemezse sonucun ne olabileceği korkusudur.
Gerçeklikten kaynaklanan ya da vicdani anksiyetede kişi
bu duygusunun nedenlerinin farkında olduğu halde nevrotik
anksiyetenin kaynağının bilincinde değildir, böyle bir duyguyu
neden yaşadığını bilemez. Normal koşullarda egonun savunma
mekanizmaları, topluma aykırı düşen ve anksiyete yaratabilecek
nitelikteki dürtüleri baskıya alarak bilinçdışında tutar. Eğer bu
mekanizmaların işlevlerinde bir bozulma olursa, bunları çalıştı­-
ran enerji bebekliğin birincil anksiyetesi türünden duygulara dö­-
nüşür. Bu çok sıkıcı duyguyu olağan savunma mekanizmalarıyla
geçiştiremeyen ego, çoğu kez bireyin uyum yeteneğini bozar nitelikte
bazı savunma önlemlerine başvurur ve bunun sonucu nevrotik
belirtiler ortaya çıkar.

Bir tedavi süreci olarak psikanaliz, baskı altında kalmış içgü­
düsel dürtülerin bilinç düzeyine çıkmasını sağlayarak mantık dı­
şı ve uyumu engelleyici nitelikte olan nevrotik anksiyeteyi, mantığa
uygun ve uyum sağlayıcı gerçeklik anksiyetesine dönüştü­
rür.

Freud’a göre, nevrotik anksiyete üç ayrı biçim de görülebilir:
(1) Bağlantısız Anksiyete: O anda ortaya çıkabilecek herhangi
bir duruma bağlanmaya hazır genel bir kaygı durumudur. Bu tür
anksiyeteyi yaşamakta olan kişi sürekli korku içinde ve karamsardır.
Bağlantısız anksiyetede ego, yetersiz kalan baskı mekanizması
dışında genellikle savunmasızdır ve bu durum kişinin sürekli bir
gerilim ve tedirginlik içinde yaşamasına neden olur. Anksiyeteli
insan diğer kişilerle olan ilişkilerinde aşırı duyarlıdır, kendini yetersiz
bulur ve kolayca çöküntüye girer. Dikkatini toplayamadığı
ve yanlış yapmaktan çok korktuğu için karar vermek ona çok güç
gelir. Özellikle boyun ve omuz bölgelerinde duyulan kas geriliminden,
sık idrar yapmadan, uyku güçlüğünden ve kötü rüyalardan
yakınır. Sürekli terleme görülür. Avuç içleri ıslak ve soğuktur,
görünür bir neden olmaksızın kan basıncı ve nabız hızı artabilir,
kalp çarpıntıları olabilir.

Anksiyeteli kişi, işleri yolunda gitse de kaygılıdır. Belirsiz
kaygılar ve genel duyarlığı sürekli sıkıntılı ve tedirgin olmasına,
umudunu kolayca yitirmesine yol açar. Güçlükle bir karar verebilse
de, bu kararın sonuçlan, yapmış olabileceği yanlışlar ve
bunların doğuracağı olumsuz sonuçlar üzerinde aşırı bir kaygı
sürdürür. Bu insanların üzüntü konusu yaratmadaki hayal güçleri
sınırsızdır. Bir üzüntü konusu ortadan kalktığı an yeni bir sorun
bulunur ve sonunda çevredeki kişiler de sabırlarını yitirirler.
Üzüntüler gece yatağa girdikten sonra da bitmez. Günlük olaylara
ilişkin kaygılara, geçmişte yapılmış yanlışlar ve gelecekte ortaya
çıkabilecek güçlükler eklenir. Bu düşünceler sona erip de uykuya
dalındığında, silahlı adamlar tarafından kovalanma, yüksek
yerlerden düşme, düşmanlardan kaçarken bacakların yavaş hareket
etmesi gibi anksiyete rüyaları görülür.

(2) Fobik Anksiyete: Belirli bir nesne ya da duruma karşı duyulan
yoğun bir korkuyla belirlenir. Dışarıdan gözlemleyen biri için
tepkinin yoğunluğu, tehlikeli varsayılan durumla orantısızdır.
Çoğu fobilerin yetişkin yaşamda oluşmasına karşılık, karanlık,
gök görültüsü ve bazı hayvanlardan korku genellikle çocukluktan
başlayarak süregelen fobilerdir.

(3) Nevrotik anksiyetenin üçüncü biçimi olan panik ya da anksiyete
nöbetinde korku yaratan ve tehlikeli varsayılan durumla
gösterilen tepki arasında hiçbir bağlantı yoktur. Genellikle, birkaç
saniyeden birkaç saate kadar sürebilen panik dönemleri biçiminde
görülür. Ansızın ve tüm yoğunluğuyla ortaya çıkan bu nö­-
betlerde, çarpıntı, soluk alma güçlüğü, aşırı terleme, bayılma
duygusu ve baş dönmesi, yüz ve ellerde solukluk ve soğuma, gö­-
ğüs ve mide bölgelerinde yoğun bir ağırlık duygusu ve ölüme
yaklaşılıyormuşçasma korkutan bir duygu yaşanır. Bu ürkütücü
duygular kişide ve çevresindekilerde bir panik yaratık ki, bazen
bir hekim çağrılması gerekebilir ve gerekli ilaçlar verilip güvence
sağlayıcı birkaç söz söyledikten sonra nöbet geçiren kişide bir rahatlama
olur.

Sağlıklı bir insan ya da etkin bir ego anksiyeteyle nasıl baş
edeceğini öğrenir. Edilgin bir biçimde anksiyetenin gelişini bekleyeceği
yerde tehlikeyle yüzleşmeyi göze alır ve kendisini savunmak
için gerekli önlemleri geliştirir. Kaygı duygusu belirmeye
başladığında yaklaşmakta olan durumun önlenememesinin tehli­keli
olacağını sezinler. Böyle bir durumda yaşanan anksiyete,
edilgin bir biçim de karşılanan anksiyeteden çok farklıdır. İnsanın
tüm varlığını kaplayan bunalımın yerine hafif bir korku duyulur
ki, bu da egoyu yaklaşmakta olan duruma karşı hazırlığa yöneltir.
Bu hazırlık gerekli savunma mekanizmalarını harekete geçirir
ve böylece ego, anksiyetenin olası etkileri üzerinde denetim sağ­-
lamış olur.

Özetle, Freud’un, anksiyete olgusunu enerji dağılımı açısından
incelemiş olduğu söylenebilir. Bir enerji sistemi olan ruhsal
aygıt dengeleşim (homestasis) ilkesiyle işlediğinden, kendi sınırları
içinde ortalama bir uyarılma düzeyini sürdürmek ister. Bundan
ötürü her bir bölümünün kullandığı enerjiyi denetim altında
tutmak zorundadır. Ruhsal aygıt bu görevi gereğince yapamazsa
aşırı enerji bedensel yollardan boşalır ve anksiyete yaşanır.
Başlıca enerji dağıtıcısı olan egonun yetersiz gelişmesi ya da
enerji alt-sistemleri arasındaki çatışmalar da anksiyete ile sonuç­
lanırlar ve organizmada çeşitli işlev bozukluklarına neden olabilirler.
Çatışma olasılıkları, egoya karşı id, ego ve id’e karşı süperego,
ego ve süperegoya karşı id, ego ve id’e karşı dış dünya biçimlerinde
olabilir. Dolayısıyla, anksiyete yaratan durumlarla karşılaş­
tığında ego, var olan düzenini korumak ya da dış dünyayla gerekli
ilişkileri sürdürebilmek için yeni mantık bireşimleri yapmak
zorundadır. Egonun işleyişindeki bozulma sonucu ortaya çıkan
anksiyete ise, bireyin dünyayla gerçekçi ilişkilerinde kopma olduğunun
belirtisidir.

Anksiyete ortaya çıktığında, insanı bir şeyler yapmaya güdü­-
ler. Bunun sonucu insan, tehdit edici durumdan kaçabilir, tehlikeli
dürtülerini bastırabilir ya da vicdanının sesine uyar. Anksiyete
denetlenemezse kendisini çaresiz kalmış bir çocuk gibi hisseder.
Bir insanın yaşamındaki anksiyetelerin ilk örneği doğum sarsıntısıdır.
Doğum sarsıntısı, dölyatağmdan kopup dış dünya ger­-
çekleriyle karşılaşmanın yarattığı anksiyetedir. Anksiyeteyle başa
Çıkma çabasında mantığa uygun çözüm yetersiz kalırsa, ego bu
kez gerçekçi olmayan yöntemlere başvurur. Bu yöntemler, ayrıntıları
bu kitabın sonraki bir alt-bölümünde tartışılacak olan ego savunma
mekanizmalarıdır.

Prof. Dr. Engin Geçtan
Psikanaliz ve Sonrası
Remzi Kitabevi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here