Gerici pasifliğin aşka yamandığı roman: Aşk – Berivan Kaya

Aşk roman içinde roman olarak ortaya konulmuş bir çalışma.
Aşk içinde, yazarı Aziz Z. Zahara olan adı Aşk Şeriatı, bir roman daha vardır. Bu ikinci, roman içinde romanın ana kahramanları, ünlü sufi ve tasavvufçular, Şems-i Tebrizî ve Mevlâna Celaleddin Rumi’dir. Birinci romanın kahramanları ise Ella ile Aziz Z. Zahara’dır. Bu Zahara, sufidir. Bunun ve Şems ile Rumi’nin sufi oluşları dışında, bu özdeşlik dışında iki roman arasında bir kurgusal bağ yok. Ama, genel olarak Aşk, bu sufi kahramanlar nedeniyle, anlam yönünden oldukça siyasi ve ideolojik mesajlar taşıyor.

Birinci roman.
Somut aşk üzerine kurgulanmış. Pembe dizi tarzında sıradan bir ilişki büyük bir aşk olarak yansıtılmaya çalışılmış. Olay örgüsü günümüzde, ABD’de geçiyor. Birbirinden duygu, düşünce, kavrayış olarak çok farklı iki insan, Ella ve Aziz Z. Zahara sanal ortamda (internet aracılığı ile) yazışarak birbirlerine âşık oluyorlar.
Kahramanlar son derece tekdüze anlatılmış; hem iç dünya hem de dış dünya ile etkileşimlerine, çözümlemelerine, rollerine neredeyse hiç yer verilmemiş.

Ella:
Klasik ev kadını. Alışkanlığa dönüşmüş bir evliliği; üç çocuğu yüzünden ve başka bir yaşam tercihi olmadığından sürdürüyor. Kocası tarafından aldatılıyor. Bunu bildiği halde kabulleniyor. Mesleği olduğu halde hiç yapmamış. Hayata, kocasına karşı pasif, çocuklarına karşı egemen, belirleyici genel geçer bir tip.

Metinler boyunca mutsuz bir evlilik, mutsuz bir kadın, bıkkın bir koca… Fakat bunların mutsuzluğuna yönelik, iç dünyalarına dönük en küçük bir çatışkıya, çelişkiye rastlamıyoruz. Örneğin beraberliğin başlangıçtaki beklentiler, sonrasındaki hayal kırıklıkları, hırslar, doyumsuzluklar, kıskançlıklar, kendini kanıtlama çabaları, yirmi yıllık evlilik süresince iki tarafta ortaya çıkan düşünsel ve duygusal değişimler… Bu tarz bir bilinç akışını, iç konuşmayı nedense kahramanlarda hiç göremiyoruz.

Aynı şekilde tip yaratma çabası da yok. Kahramanların birbiri ile ilişkileri dışında, olaylar karşısındaki tutumları, dış dünyayla; sosyal, ekonomik, politik, kültürel yapıyla iletişimleri ve etkileşimlerine hemen hiç rastlamıyoruz.
Ella?nın sadece mutfak ve bir masa etrafında temizlik ve yemek pişirmekten öteye geçemeyen kadınlık durumları; ailesi ile arasında geçen sıradan konuşmalar, bir-iki basit betimleme ile sınırlı kalmış. Yüzeysel bir anlatım birinci romana damgasını vuruyor.

Ella?nın kocası David ile mutlu olmadığı ve her şeyi denetim almaya çalışan anaçlığı çoğu yerde sakız gibi çiğnenmiş ama, kurguya asıl anlam katacak olan neden-sonuç ilişkisi verilmemiş. Kocası ile niye mutsuz, neden mesleği olduğu halde yıllarca evine tıkılmış, neden kocası onu aldatıyor? Burada tüm bunların ortaya çıkışında başkarakter olmasını düşündüğümüz koca da uzağa düşmüş; silik, ete-kemiğe büründürülmemiş biri. Çocuklarla olan diyaloglar da zayıf kurgulanmış.

Aziz Z. Zahara:
Büyük aşkın diğer tarafı olan Aziz?i ancak ve uzun bir süre sanal âlemin elektronik iletilerinden tanıyoruz. Önce profesyonel bir fotoğrafçı, sonra seyyah, sonra şeriatçı (koyu ateist bir Hıristiyan olduğu özellikle vurgulanıyor, sonradan Müslümanlığı kabul etmiş), sonra sufi olan karmaşık bir kişi.

Bu mektupların ilk bölümlerinde yazar, Zahara ile ilgili olarak karakter yaratma çalışmasına girişmemiş. Aziz, aile hayatında mutsuz bir kadına uzaktan, dine ve tasavvuf felsefesine uygun nasihatler veren zayıf bir kahramandan öteye geçememiş. İlerleyen mektuplarda ise Zahara’nın ağzından basmakalıp bir hayat öyküsü anlatılmış. Burada popülist Amerikan romantik filmlerini aratmayan bir dil ve anlatım var. Aziz çok sevdiği karısını trafik kazasında yitirince hayata küsüyor, içindeki hayvan ortaya çıkıp onu düşkün ve pejmürde biri haline getiriyor. İşini, evini, dostlarını kaybediyor, uyuşturucuya alışıyor. Sonra bir gün fotoğraf çekimi için gittiği bir ülkede tanıştığı biri onu yönlendiriyor ve bir tesadüf Fas’ta bir sufi tekkesine düşüp doğru yolu buluyor. İmana geliyor, nefsini köreltiyor. Oluyor pür-i pak bir sufi. Düşkünlük ve zavallılık halinin birden hakka ulaşma ve dinsel temizlenmeyle ortadan kaldırılması ana eksene oturtulmuş.

Ella mektuplarında başından sonuna aile sorunlarını, mutsuzluğunu anlatıp durmakta, Aziz de alttan alta dini ve ruhani nasihatlerini verip son üç mektupta da yaşam öyküsünü anlatmakta. İşte bu çok etkileyici iletişimden bu arada büyük bir aşk doğuyor.

Tabii hemen ekleyelim bu arada Ella Aziz’in yazdığı romanı okumakta. Romanda, dindeki şeriatın ve onun üzerinde olan Batıniliğin ve mutlak hakka yürüyüşün manevi bir aşk olduğu Şems ve Rumi olarak seçilen iki tarihi, dini(sufi) karakter üzerinden kanıtlanmaya çalışılıyor.

Kitapta roman kahramanları Ella ve Aziz arasında aşk, gerçekte herhangi bir paylaşım, emek, özveri, eşduyum, fiziki etkilenme, düşünsel etkileşim gibi hâller ve ortak yönler olmadan sadece tarafların o anda içlerinde duydukları boşluktan kaynaklanan karşılıklı yönelim olarak ortaya konuyor. Aslında bu verilere göre Ella’nın yerinde Marta, Aziz Zahara’nın yerinde Aziz Mustafa olsa bile durum değişmeyecekti. Yine bu duygusal boşluktan ötürü iki kişi bir şekilde birbirine odaklanacaktı.

Oysa aşk değil belki ama, sevgi somut, yaşayan ve gelişen bir varlıktır; ölçüsü ve anlamı ise birbirine harcanan emek ve üretimdir. O yüzden birçok his, kişilerin beynindeki tek yanlı algı, ön kabul ve anlamla başlar. İş karşılıklı somut ilişkiyi var etmeye, taşımaya, beslemeye, büyütmeye gelince her şey bir anda farklılaşır.

Öyleyse bu kitapta Elif Şafak’ın fetişleştirdiği aşk neye karşılık düşmektedir?
Aşk bilimsel kaynaklara göre iki karşı cins arasında, karşılıklı yoğun etkileşim ve fiziki/cinsel çekim ile ortaya çıkan yoğunlaştırılmış bir duygu halidir. Karşılıklı iletişim, düşünce uyumu (insana, topluma, dünyaya bakış), kişilik özelliklerinin beğenisi aynı anda fiziki çekimle birleşirse beynin belli merkezleri uyarılıyor ve endorfin denilen bir madde salgılanıyor. Yani aşk çeşitli nedenlerle (duygu, düşünce, biyo-kimyasal uyarı) karşılıklı çekimin ortaya çıkardığı beyinsel bir bağımlılık. Bu duygu karşılıklı yaşanıp aşama kaydederse sevgiye dönüşmekte. Yani sonrasında aşkın yoluna devam etmesi, yaşaması için belirli bir paylaşımın, çabanın, emeğin, üretimin, dayanışmanın, karşılıklı özverinin, hayat zorluklarının ve sevinçlerinin paylaşımının olması gerekiyor. Burada düşünce ve bakış açısında belirli bir uyum şart. Ortak yönlere sahip olmadan başlayan bir aşk üstesinden gelinemeyecek çatışkılar yaratabiliyor. Ya da çok seyrek olmakla birlikte bir taraf diğer tarafı değiştirebiliyor ve ilişki devam ediyor. Sonuç olarak sevgiye dönüşemeyen aşk bitmeye mahkûm oluyor.

Yapılan araştırmalara göre, aşk duygusu beynin madde bağımlılığı yaratan aynı bölgesini etkiliyor. Aşk duygusunu yaşayanlar ayrıldıktan ancak beş-altı ay sonra yoğun acıdan kurtulabiliyorlar. Çünkü bu süre içerisinde beynin bağımlılık yaratan bölgesinde düzelme oluyor, iyileşme sağlanıyor. Görüldüğü gibi aşk duygusu aşırı ilgi ve çekimin yol açtığı beyinsel yani maddesel bir olay. Dolayısıyla burada gizemleştirilecek veya fetişleştirilecek bir durum yok.

Elif Şafak bu durumda Ella ile Aziz arasında nasıl bir aşk veya sevgi tanımlıyor?
İçi boş, anlamdan yoksun bir aşk. Sanal ortamda yürütülen bir iletişimde karşılıklı fiziki çekim, elektriklenme olması mümkün değil. Düşünsel birliği ve karşılıklı ortak özellikleri fazla olan insanlarda bir ilgi, merak doğabilir fakat bunun aşk olması için fiziki çekim de şarttır. Oysa Ella ve Aziz arasında ortak yön de yoktur. Kişilik özellikleri ve hayata bakışları oldukça farklıdır. Yazar bunu sık sık tekrarlamaktan geri durmamıştır. Bu durumda geriye bir tek şık kalmaktadır. Bireylerin yaşadığı iç sıkıntısı, duygusal boşluk ve bazı kaygılar bir başka insana ilgi olarak yoğunlaşabilmektedir.

Kitapta Ella’nın Aziz’e yönelimindeki en büyük etkenin, alışkanlığa dönmüş, heyecanı kaybolmuş bir evlilikten doğan içsel duygusal boşluk olduğu yazar tarafından metinlerin pek çok bölümünde yansıtılmıştır. Öyleyse bu kahramanlar için karşılarındaki kişinin sufi bir Aziz veya ateist Hans olması fark etmeyecektir. Elbette boşluktan ortaya çıkan yönelim ve ilgi aşka dönüşebilir ama Elif Şafak en azından iki kahramanı bir araya getirip bu çekimi yaratsaydı. Oysa karşılıklı aşkı ve onun ötesinde sevgiyi mesnetsiz bir şekilde sanal ortamda oluşturuvermiş. Acaba sanal ortamda mailler giderken taraflar da elektriklerini, cinsel çekimlerini ve beyinlerinde oluşan kimyasal sinyalleri ışınlama ile birbirlerine gönderip aşık oldular da yazar bunu bize aktarmayı mı unuttu!
Yine bu aşk, otelde Ella ve Aziz’in yüz yüze karşılaşmalarından ve birkaç gün sonra Ella’nın ailesini bırakıp Aziz’e kaçmasından sonra tam bir muamma. Beraber yaşadıkları bir yılda neler oldu; aşk, yüce sevgiye nasıl dönüştü? Hangi emek, hangi özveri, hangi paylaşım, hangi düşünsel birlik, hangi kişisel özellik uyumları bu yüce sevgiyi yarattı?

Kocaman bir hiçlik!
Ella, Aşk Şeriatı romanında sıkça geçen doğru yolu bulma, nefsi terbiye etme, dini arınma, hakikata (tanrıya) ulaşma, ahlaklılık, erdemlilik, teslimiyet, sabır konularında ders aldığı halde ve tüm bunları savunan Aziz’den çok etkilendiği halde, iki küçük çocuğunu, bir yetişkin kızını, kocasını bırakıp Aziz’e kaçıyor. Ve romanın baştan sona taşıdığı çelişki ortaya seriliyor. Yirmi yıllık ailesini ne çeşit bir aşk için bırakmıştır, bu bir yılda onunla nasıl bir sevgi yaşamıştır? Burada kocaman bir hiçlik vardır.
Hiç olmazsa Elif Şafak, Ella’nın gidişini, anlamsız, hayatta ifadesi olmayan bir aşk yerine kadınların geri bırakılmışlığının bir başkaldırısı olarak resmetseydi.

Peki bu büyük aşkın sonunda ne olur?
Ella, ailesini terk edip Aziz’e kaçtıktan sonraki bir yıl içinde ne olduğunu, nasıl bir aşk yaşandığını bilmiyoruz. Aradan bir yıl geçtikten sonra Ella, Konya’da bir hastane odasında hasta Aziz’in başını beklerken hayatında ilk defa duyduğu ezan sesiyle uyanır.

Elif Şafak burada devreye giriyor ve kahramanına ezan sesinin ne kadar ürpertici, akıl dışı, doğaüstü, gizemli, tılsımlı olduğunu söyletiyor. Arkasından ekliyor: Tıpkı aşk gibi…

Ayrıca Elif Şafak Aziz’in ölümünden sonra Ella’ya öyle bir cenaze töreni düzenletir ki, dillere destan! Dünyanın dört bir yerinden, sufiler, semazenler, neyzenler, fotoğrafçılar, yazarlar, heykeltıraşlar, iş adamları, bankacılar,-özellikle belirtilmiş-çiftçiler yani post modern bir kalabalık dolar taşar. Tüm Konyalılar bu işe pek şaşırırlar. Aslında burada cenaze törenin somut anlatımından çok dinsel bir ana eksen temelinde sınıfsal bir uzlaştırma kaygısı güdülmüştür. O yüzden dünyanın her yerinden gelen iş adamı, bankacılar ile çiftçiler sufilik ekseni üzerinde birleşmektedirler.

Evet roman olmayı hem de çok ses getirecek bir roman olmayı “hak eden” aşk, birbirine hiç uymayan iki karakterin sanal ortamda yüzeysel yazışmaları, okura bu konuda sunulan basit 8?10 mektup, bir kadının mutfakta geçirdiği önemsiz saatler, eşi ve çocukları ile olan sığ sürtüşmeler, Aziz Zahara ile yaşanan sönük otel karşılaşması, okura yansıtılamayan bir yıllık beraberlik, Konya’da ezan sesinin ve şaşalı cenaze törenin konu edildiği 3-4 önemsiz günden ibaret.

İkinci roman.
Ella bir yandan Aziz ile sanal ortamda iletişimini sürdürürken bir yandan da Aziz’in yazmış olduğu ?Aşk Şeriatı? adlı romanını okuyor.
Elif Şafak, Aziz Z. Zahara?nın yazdığı roman olarak kurguladığı bu metinlerde iki tarihsel karakteri temel alarak (Tebrizli Şems ve Mevlana Celaleddin Rumi ) uyduruk bir kurmacayla şeriata, Batıniliğe övgüler diziyor; tekkeler, zaviyeler, dervişler, ulemalar, gerçeklikte var olmayan veliler (yatır), evliyalar önemsenip göklere çıkartılıyor. Falcılık, rüya tabirciliği, düşünce okumak, duvarın arkasını görmek gibi doğa ötesi, uyduruk olguları gerçek ve doğru fenomenlere dönüştürme çabasına giriyor.
Üç-beş tane düşkün kahramanı vücuda getirip konuşturması ise tam bir tuzak. Kitapta ele alınan düşkünler sadece hastalıklı bir dilenci, genelevde çalışan bir fahişe ve sürekli içen bir sarhoş.

Toplumun düşkünleri sadece bunlar mıdır? Bunlar sayısal olarak toplumun çok az bir bölümünü oluşturur. Bir mahallede kaç tane dilenci, sarhoş ve fahişe vardır? Oysa bir mahallede yaşayan yoksullar, zengin sınıfın sömürüsüne uğrayanlar (o dönem için yoksul köylü ve ırgatlar, bu dönem için ücretli çalışanlar ) o mahallenin yüzde doksanını oluştururlar. Romanda toplumun yoksulları yani temel ezilen sınıflar görmezden gelinmiştir. Çünkü onların yoksulluğunu yaratan bir zenginler sınıfı vardır ki özünde Elif Şafak bunu asla görmek istemez. Ayrıca kitapta zengin sınıf üyesi olarak gösterdiği Mevlana’yı yoksul sınıfla karşı karşıya getirmek istememiş; bu çelişkiyi asla yansıtmak istememiştir. Çünkü bu gerçekte ezilen sınıf ile ezen sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişkidir. Onun asıl derdi, dini düşüncenin ezilen sınıfın yanında olduğunu, toplumcu düşünceyi savunduğunu kanıtlamak değildir. Çünkü o zaman sermaye sınıfını karşısına alacaktır, asla bunu istemez. Onun amacı, fahişe gibi, sarhoş gibi şeriata karşı yaşayan günahkarları aklama, temize çıkarma çabasıdır. Tüm bu üç kahramanın düşkün hale gelmesinde, sistem yerine bireysel durumları sorgular Elif Şafak. Fahişe ailesini hazin bir şekilde kaybedip yalnız kalınca bu işi yapmaya mecbur kalmıştır; sarhoş ise kimsesizlikten bu yollara düşmüştür; dilenci de cüzam olduğu için dışlanmıştır. Görüldüğü gibi hepsi de kendi nedenlerinin sonucudurlar.

Asla düzen karşıtı olamayan Elif Şafak, düzenin adaletsizliğine karşı mücadele ve örgütlenme önermez; direnişi asla savunmaz. Sakın ha, sakın ha deyip durur kitap boyunca, sakın ha savaşmayın!

Onun en fazla iyimser görülecek hareketi fahişeyi yine bireysel çaba ile düştüğü çukurdan kurtarmak, sarhoşu ise neredeyse din açısından tövbe edecek hale getirmektir. Şems, Rumi ve Aziz Z. Zahara olarak çizdiği kurmaca karakterlerin konuşmaları bu tür saçmalıklar ve zırvalarla doludur. Onların ağzından roman boyunca teslimiyeti, uyumu, sabrı, pasif hareketi, tevekkülü düşürmez. Tek mutlak vardır: Tanrıya ulaşmak. Huzursuzluğunuz, acılarınız ancak ona ulaştığında anlamsızlaşır, der. Ve aklın yerine ruhaniyeti,? bilimin yerine metafiziği, gericiliği kabul ettirmeye çalışır. Ortak insanlık değerleri için savaşmak, mücadele etmek yerine teslim olmayı erdem sayar. Bu teslimiyet ile huzur bulup hakikate yani Allaha ulaşıldığında gerçek mutluluk ve aşka ulaşıldığı savını dile getirir.

Ana fikir:
Kitap toplumun düşkünlerine, haksızlığa uğrayan katmanlarına (fahişeye, içki içen sarhoşa, hastalara) kurtuluşu ve tek çözüm yolunu, din ve batınilik olarak gösteriyor. Arınma ve temizlenme için en doğru yol Allah yoludur diyor. Toplumdaki düşkünlerin ve yoksulların oluşmasında sistem ve egemen sınıfları asla sorumlu tutmuyor. En fazla eşkıyaları, kerhane ağalarını, mahalle bekçilerini, medrese hocalarını sorumlu tutuyor. Düşkünlere, sisteme karşı bilinçlenme veya mücadeleyi asla önermiyor. Aksine sabrı, sükuneti, teslimiyeti, tevekkülü, nefis köreltmeyi, ruhaniyete erişmeyi ve dini arınmayı öneriyor. Tebrizli Şems?i başta isyankar, sözünü sakınmayan biri olarak gösterse de bu içi boş bir betimlemeden öteye gitmiyor. Şems’in mücadelesi kerhane ağalarının, mahalle bekçilerinin, medrese hocalarının, kadıların ötesine geçmiyor.

Sonuç olarak, Elif Şafak kitabında ciddi bir siyasi taraftır. Sömürülen sınıfları dinle uyutmaya çalışan, onların örgütlü mücadelesinin önüne kaderciliği, boyun eğmeyi, pasifizmi, teslimiyetçiliği öneren kurnaz bir yazardır. Bu düşünceleri okunur kılmak için pembe dizi sıradanlığında bir aşk romanı kurgulamış, sonra siyasi romanını bunun içine yamamıştır.

Çok söze gerek yoktur, aşağıdaki alıntılar tek başına her şeyi açıklamaya yetmektedir.

Kitaptaki siyasi önerme ve yargılar:

1-Tek doğru ve gerçeklik tanrı aşkıdır.
Hakikat: Tek doğru, tek gerçek tanrı aşkıdır der. (Kitabın tüm bölümlerinde var.)

2-Artık akıl, zihin ve bilim yerine maneviyat, ruhaniyet yani din geçerlidir ve üstündür. Fakat bunu sağlamak için toplumsal hayatı ve kişiliği değiştirmek gerekir. Açık bir şekilde dine dayalı yaşam biçimi istemini ortaya koyuyor.
Aziz Z. Zahara?nın sanal iletilerinden birinde şöyle yazıyor:
??Modern dünyada gitgide büyüyen bir açmaz var. Dinden, devletten ve toplumdan bağımsız olarak ?akılcı birey?in özgürlüğünü temel alan bir sistem kurduk. Öte yandan insanlık maneviyat arayışından vazgeçmedi. Aklın ötesini bilmek istiyoruz. Bunca zaman akla dayandıktan sonra zihnimizin sınırlı olabileceğini kabullenmeye başladık.

Bugün, tıpkı modernite öncesinde olduğu gibi, maneviyata ilgide bir patlama yaşanıyor. Tüm dünyada giderek daha fazla sayıda insan, hızlı ve meşgul yaşamlarında ruhaniyete yer açmaya çalışıyor. Ne var ki ruhaniyet yeni bir ?hobi? değil. Hayatımızda ve kişiliğimizde temel değişiklikler yapmadan vakıf olacağımız bir şey değil.? (Aşk, Elif Şafak. Sy: 187-188)

3-Akıl önemli değil, önemli olan yürektir, yani maneviyat ve ruhaniyet.
Romanda yazar, Elif Şafak, 40 kural sayar ve bunları tek tek açıklar. Bu onun, sufi inancına dair yorumudur, kendi kişisel görüşleridir. Bu 40 kuraldan ikincisi:
“İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!” (Sy: 64. Bu 40 kuralın tümünü Elif Şafak, siyah italiklerle yazmıştır. Vurgulayıcı olsun diye. Ben de buraya aynı karakterde aldım.)

4-Savaşların, çatışmaların gerçek nedeninin sanki küresel sermaye düzeni olduğunu bilmiyor Elif Şafak. Kasti olarak insanları yanıltıyor ve mücadele etmemeye, pasif kalmaya yönlendiriyor.
Elif Şafak, mübarek Aziz için şöyle yazar:
“Kendini bildi bileli pasifistti, şiddete karşıydı. Şu dünyada yaşanan çatışma ve savaşların bir “din sorunu” değil, “dil sorunu” olduğuna inanıyordu. İnsanlar sürekli birbirlerini yanlış anlıyor, birbirleri hakkında yanlış hükümlere varıyordu. “Yanlış çevirilerle” yaşıyorduk. Böyle bir dünyada herhangi bir konuda ısrarcı olmanın ne anlamı vardı?…” (Sy: 204-205)

5- Dünyada egemen küresel sermaye sınıfının yarattığı sömürü karşısında mücadele etmemeyi, sessiz kalmayı, pasifliği öneriyor. Sömürü düzenin sonuçları olan yoksullukla, enflasyonla, hastalıkla, rüşvetle, sömürüyle savaşma! Direnme, pasif ol, teslimiyetçi ol diyor açıkça!
Yine mübarek Aziz Z. Zahara konuşur:
“…Her şeyle savaş hâlindeyiz. Terörizmle savaş, yoksullukla savaş, enflasyonla savaş, AIDS’le savaş, kanserle savaş, rüşvetle savaş, hatta fazla kilolarla savaş? Savaşmaktan başka bir yaklaşım yok mu?” (Sy: 390)

Son söz.

Elif Şafak Aşk’ı öz olarak; eşitsizliğin, sömürünün karşısında gözleri kapatıp, kulakları tıkayarak; hiçbir şeyi umursamadan sarhoşluk ve bilinçsizlik halinde dönmek, hiçleşmek, kişiliksizleşmek sufiliğin (dinin) kırk kuralının özüdür, insanın yapması, uyması gereken temeldir diyor.

M. C. Rumi şöyle söyler:
“Bu şuurla bizler gece gündüz sema ediyoruz. Savaşların, kardeş kavgalarının, yanlış anlamaların, kalp kırıklıklarının, açlık ve sefaletin, mağduriyet ve adaletsizliklerin ortasında, her şeyi kapsayıp kucaklayarak ama hiçbir şeye değmeden dönüyoruz ebediyen. Bütün cihan cayır cayır yansa, yer gök kızıla boyansa, sarayları seller alsa, bir padişah gidip bir başkası gelse, bizim için fark etmez” (Sy: 407)

Berivan Kaya

Bu yazı, Berfin Bahar Dergisi’nin Kasım 2010 sayısında yayınlanmıştır.

2 yorum

  1. kitabı okumaya yeni başladım ve çok etklilendim acaba a.aziz zahara yaşıyor mu?

  2. Nasıl yaşıyor mu ::/ Vallahi ben cok heyecanla okuyordum kitabi.gercekten merak edıuordum.ella’yı mesela daha değişik şeyler yapacak diye düşünüyordum.islamiyete geçecek falan diye.sanki hiç etkılenmemış gibi oldu sonu haha 🙂 ben begenmedim bana hiç bir şey katmadı bu kıtap.olmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir