Gözlerimizi kapadıkça kabuslarımız gerçeğe dönüşüyor.

Albert CaracoAlbert Caraco, düşünme biçimimizi etkileyebilecek pek çok düşünür gibi uzağımızda kalmış. Bu ülkenin bugün yaşadığı kaos ve toplumun bütün moral değerlerini acımasızca yok eden siyasal düzeni, Caraco’nun sert düşüncelerine sahici bir karşılık veriyor. Caraco, bugünkü duruşumuzu açıklamak için yaptığımız sorgulamaya nitelikli katkılar yapabilir.

Hayatın anlamsızlığına karşı tepkisini intiharla tamamlamak için verdiği kararı babasının ölümünün ertesine bırakacak kadar güçlü bir iradeyi okuyoruz. Caraco insanlıktan ümidini kestikten sonraki bireysel çözümü intiharda görenlerden. Babası ölür ve beklemek için nedeninin kalmadığını düşünüp babasının ölümünden birkaç saat sonra intihar eder (Eylül 1971). Işık Ergüden, Caraco’nun hayatındaki dönüm noktalarını, Kaos’un Kutsal Kitabı’nın giriş yazısında anlatıyor.

Sonunda öfke doluyuz. Kendimizi yaşanan kıyımların ve kıyamların etki alanından çıkarıp uzaktan baktığımız zaman, gerçeğin anlaşılması çok daha güçleşiyor. İnsan, kendisini yaratan doğanın tükenmez gücü karşısında sınırlarını bilmeyen utanç nedeni. Zavallılığı yüzünden ölümden sonra hayat tasavvurunu yaratmak, doğarken ölümüne neden olmuş. Ölümden sonra yaşama inancı, insanın kendi yokluğuna sığınma korkusunun öteki adıdır. Yoksa Caraco’nun yalnızlık üstüne söyledikleri de var.

“Yalnızlık, ölümün okullarından biridir, çoğunuk asla bu okula giremez.” O okula girmek için, önce toplumun üstümüze çullanan değerleriyle aramızdaki köprüleri atmak gerekir. Yalnızlık okulunun karşısında içinde yaşadığımız şehirler var, Caraco’nun “ölüm okulu” dediği şehirler. Çünkü tümü de “gayri insani”. Şehirleri ortak mekânlar olmaktan çıkaran sistem, hayatı kapitalizmin dümen suyuna sokmanın ötesine geçerek siyasal iktidarın çıkar makinesine dönüştürüyor. Bu ülkede şehirlerin ne hale getirileceği o şehirlerde yaşayan tek bir kişiye bile sorulmuyor. Düpedüz barbarlık bu. Şehirler yeniden yapılmak için yıkılırken içinde yaşayageldiğimiz hayat söndürülüyor. Demek herkesin yaşayacağı hayata siyasal iktidarlar karar veriyor. Kaos şehirlerde yayılıyor, rant alanları büyüyor, spekülasyon yaşama biçimlerini teslim alıyor, mimarlık hiçleşiyor, yüz binlerce yeni konut ve işyeri onları alacak sıradan insanlar olmadığı için belli ellerde spekülatif yatırım araçlarına dönüşüyor.

Kendi tarihini yaşamayan insanın gerçekten yaşadığı da düşünülemez. Biz başkasının tarihini mi yapıyoruz? “Tarih bir tutkudur, azaptır, kurbanları sürüyledir…” diyor Caraco. Dünyanın 1971’e kadarki cehennemini görmüş o. Biz tarihin kurbanı olan bir ülkede yaşıyoruz. 1971 ve öncesi dünyanın belki iyi zamanlarıydı, asıl kötülük 1990’lardan sonra büyüyüp hızlandı ve son yirmi beş yıldan beri hayat bütün bütüne bozuldu. Düzeni değiştirecek hareketler tarihin yapıcıları arasından çıktı, insanlar bozuk para gibi harcanmaya başladı, insan tarihteki rolünü oynamasının olanaksızlığını gördüğü yeni bir anaforun içine düştü. “Halklar birbirinin çağdaşı değil” diyen Caraco, şimdiki zamanları görseydi neler yazardı. Kendi kimliği için savaşmaya hazır halklar, acımasız bir şiddetle karşılaşıyor ve asıl olan, zulmün en acısını, kendi acılarının başka hiç kimse tarafından hissedilmediğini görüyor. Asıl ümitsizlik bu ve umursamaz olanla ümitsiz kalan aynı yenilgiyi paylaşıyor.

Sonra, sustukça görünmez olanların kapısı çalınacak, ailenin köleleştirdiği insan köleliğini de kaybedecek, zincirlenecek, öldürülecek, topraksız ve susuz kalacak. Bulutsuz, yağmursuz, oksijensiz kalmaya başlayınca kendi küçük hayatını koruma çabasının da adım adım ölüme gidişine engel olamadığını gördüğü zaman mezarında bitecek ot bulunmayacak. Beton yapılar yükseldikçe özgürlüğün yere yapıştığını görmeye başlayanlar, gezegenin neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, zehirli bir havanın atmosferin yerini aldığını, her nefeste daha güçsüz kaldıklarını görecek. Ormanlar kimin, sorusu sorulmadığı için mi yollar, köprüler, barajlar yapılırken bütün ekolojik denge değişiyor ve bunlar eskiden masal gibi gelirken şimdi kapıları pencereleri kapatmanın bile yetmediği görülüyor.

Gelecek geçmişten daha iyi olacak. Bu gene böyle. Aradaki uzun zamanı geçirebilenler kavuşacak o geleceğe. Yoksa ölüm zamanları yaşanıyor. Taassup ve tasallut altında kişilikleri alınan çocuklar etten robotlara dönüştü, kadınların özgürlüğü anlamını yitirmeye başladı. Burada erkek kültürü en aşağılık zamanlarını yaşıyor. Erkek tehlikeli bir canlı. Yok edilemeyeceği için kadınların kendilerine adalar bulması gerekebilir. Burada sığınacak adacıklar yok. Kadınların soylarını erkeklik organından korumak için örgütlenmek zorunda oldukları zamanlar yalnızca distopya olmayabilir.

Aydınlarının yalana, paraya, kariyere ve iktidara taptığı ülkeye yurt denmez. Burası bizim yurdumuz değil. Kendimize sevdiğimiz adalar bulmuşuz, oralara sıkışıyoruz. Entelektüellerin sayısı azalıyor. Demek ki entelektüel ile düşünceyi devrimci yapan hamur aynı. İkisinin zorunlu birliği, Caraco’nun deyişiyle “dünyayı yeniden düşünme üzerine kafa yoran” entelektüellerin sayısını azalttı. 1960’lardan 1990’lara uzanan otuz yıllık dönem gezegenin baharıydı. Sonra yapraklar döküldü ve çıplak bir dünyaya katlanmaya başladık.

İnsan binlerce geri adımından birini komşusunu ihbar etmeyi öğrendiğinde attı. Toplumun 80 milyonda biri kadar yeri ve belki gücü olan ötekini, toplumun 80 milyonluk gücüne sahip devlete ihbar etmek için yalandan ve dolandan utanmayan insan, insan sayılmaz. Tek başına duran insanı devletle aynı teraziye çıkarmak, o onu diyorsa devlet de onu yapar demek, soysuzlaşmaktır.

Yasaya değil, hukuka bağlıyız ve demokrasi her şeyden önemli denirdi. Şimdi ikisi de bitti. Yasa düşman başına bile değil, hukuksa yasanın çizdiği sınırlara çekilerek kendini yok ediyor. Seçme ve seçilme yalanı öteden beri bilinegelen demokrasi anlayışının bomboş olduğunu gösterdi ve demokrasiyi yüceltmek sosyalistlerin de yanılgılarnıdan biriyse artık, ya her şeyi yeniden düşünmek gerekiyor, ya da demokrasi sözcüğünü ağzımıza almamak.

Caraco, ahir zaman peygamberlerinin gitgide azalan soyundan, yalnızca düşünceyle yıkmak isteyen ve ret sözcüğünün içini doldurdukça dolduran eski zaman düşünürü. “Çünkü” diyor o, “toplum bir hiçtir, bir biçimdir, içeriği yitik kitleden ibarettir, spermatik uyurgezerlerin dalaşıdır toplum, son derece aşağılık bir şeydir.”

Uyurgezerlerin uyanmasını beklemek yerine yeni uyananların çoğalması, tek ümit. Albert Caraco gibi düşününce, şimdi kırk yıl öncesinden çok daha karanlık bir dünyanın içinde yaşıyoruz, gözlerimizi kapadıkça kâbuslarımız gerçeğe dönüşüyor.

Semih Gümüş
notosoloji.com 07 Mart 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir