GÜNDÜZ VASSAF: Tehlikeli ve bilinmeyen olasılıklar vaat eden şey, yine sessizliktir. Hayal gücümüzü zenginleştiren, sessizliktir.

Suskunluk, duyuların yoğunlaşmasına yol açar – insanlar arasındaki sessizlik, iletişimin çoğalmasını sağlar. Çünkü sessizliğin içinde, ikimizden ya da üçümüzden daha büyük olan bir şeyi paylaşırız.

Sessizlik, duyularla algılananların tümünün doruk noktasıdır. Söylenen sözcük, sessizliğe yapılmış bir müdahale, bütünlüğe yapılmış bir tecavüzdür. Sözcükler toplam deneyimimizin küçücük bir bölümünü bulandırır, farklılaştırır, sınıflandırır ve en sonunda onu yeni baştan düzenler. Bu, durgun suya bir taş atıp oluşan halkalar yüzünden suyu eskisi kadar açık seçik görememeye benzer. Bu bağlamda sözcük, taşın kendisidir.

Konuşulan söz totaliterdir. Buyurur. Sahiplenir. Öteki sözleri dışarıda bırakır. Ağzımızdan çıktığı anda, hiyerarşik bir ilişki yaratır: Bir konuşan, bir de dinleyen vardır. Söz alışverişine dayanan tüm ilişkilerde, birinin ötekine egemen olma durumu vardır. Konuşulan söz, bizzat konuşma eylemi, insanın insana hükmettiği düzenin çok önemli, ayrılmaz bir parçasıdır. Sözcükler, insanların denetlenmesi ve birbirlerini denetlemeleri için şarttır. Sessizliği ilk kimin bozacağını belirleyen hiyerarşik düzenler vardır.

Sessizliği ilk bozan, çoğunlukla, hâkim durumdaki kişidir: “Sana söz verilmeden konuşma!” Karşılıklı konuşma sürecinde, konuşma sırasını, yani hâkim rolü ele geçirmek için, çoğu zaman bir yarışma başlar. “Haklısın”, “anlıyorum” sözcükleri, görüş birliğini doğrulamaktan çok, konuşmayı kesmek ve sözü devralmak için kullanılır. Konuşmadaki güç ilişkisi, toplumsal sınıf, yaş ve cinsiyet farklılıklarını yansıtır. Konuşma eylemi, bütün bu ilişkilerdeki hükmetme-boyun eğme düzenini güçlendirir.

Sömürülen, ezilen kişi, eşitlik sağlamaya çabalarken aynı ilişkiye öykünür, ezenin sözlerini kullanarak onun pozisyonuna sahip çıkmaya uğraşır ve böylece, biçimsel olarak, ezenin yerine geçer.

İnsanı şaşırtan, hayrete düşüren, tedirgin eden şey sessizliktir. Düzenlenmemiş olan şey, sessizliktir.

Tehlikeli ve bilinmeyen olasılıklar vaat eden şey, yine sessizliktir. Hayal gücümüzü zenginleştiren, sessizliktir. Deneyimleri sözcüklere dökmek, o deneyimlerden bir şeyler alıp götürür. Daha az sözcük kullanmak iletişim kuramadığımızı, birbirimizi daha az anladığımızı göstermez ille de. Daha ziyade, dilin “dışlama” eylemiyle tezat oluşturan bir paylaşma sürecidir bu. Sessizlikte daha çok şey izleyebiliriz.

Sessizlikte geçmişi, bugünü ve geleceği görürüz. Konuşma sırasında, her şeyi zaman içine ve genellikle de içinde bulunduğumuz ana oturturuz. Konuşmak, “geçici bir ölümsüzlük” peşinde boşu boşuna koşmaktır. “Ben varım” çığlığıdır bu. Sessizlik, zamanla ve sonsuzlukla olan ilişkimizin bilincidir. Aynı zamanda hem sonsuzluktur, hem de bir toz zerreciği. Sessizlik çok boyutlu, çok duyumludur. Konuşma, kategorik v.e buyurucu üslubuyla, beş duyumuzun ancak bazı deneyimlerini aktarabilir. Sessizlik ise beş duyumuzla algıladıklarımızın toplamıdır, hatta bundan da fazlasıdır. Sessizlik, olanca aczimizle söze dökmeye çabaladığımız bir şeyi, “duyum-ötesi algılama” diyebileceğimiz durumu da içine alır.

Sözler, hayatta ölçülemeyen ya da kıyaslanamayan kavramları belirler ister istemez. “Daha az ve daha çok özgürlük”, “güzel, daha güzel, en güzel”. Hayır! Belki “hızlı, daha hızlı”, ama “en hızlı” ya da “en güzel” asla olamaz.

GÜNDÜZ VASSAF,
Cehenneme Övgü
Gündelik Hayatta Totalitarizm
İletişim Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir