Gustave Flaubert’in hayatını ikiye bölen hadise, Fransa’nın Prusyalılar tarafından istilası ve Paris Komün ihtilalidir. Flaubert’in mektuplarını takip ederek hadiselerin seyrini ve sanatkarın aksülamelini [tepkilerini] takip etmek mümkün. Balzac’ın “örf ve adederin tarihi” olarak tarif etiği roman sanatı, Flaubert’ın kafasında sistemleşmiş, gerçekten “ilmi” tabirine ınüstahak bir mükemmeliyete erişmiştir. Prusyalıların istilasından çok evvel söylenmiş şu cümleye bakın; “Cemiyetin hali böyle giderse, zannıma göre bütün karanlık devirlerde olduğu gibi. yine mistikler türeyecek, kainatı kaplayan halsizliklerin, dünyanın sonuna inanmaların, zamanı uzak değildir.”
Flaubert zaafını şöyle hülasa eder; “Harap olmuş bir mazi, ve nüve [çekirdek] halinde bir istikbal görüyorum, biri çok eski diğeri fazla genç.” İçinde yaşadığı muhitten doğan memnuniyetsizliğini Flaubert dünyaya taşırmıştır; “Şu dünya ne fena kurulmuş!” Flaubert muayyen bir zümreye bilhassa tahammül göstermiyor; “Burjuvaya maddeten tahammülüm kalmadı, bağıracağım geliyor.” Burjuvaziye mensup olduğu halde Flaubert kendi muhitine ateş püskürür. Hayatlarının sonuna kadar dost olanların “Mösyö” kelimesile birbirine hitap etmelerini vahşetin son haddi telakki ediyor. Flaubert’in dünya görüşü birkaç noktadan diyalektik bir maddeciliğe dayanır;
“Hadiseler üzerimizde müessir [etkili] olduğu gibi onları yarattığımız da olur.” Sanat eserini yaratmak için fikir cereyanlarının tahliline varmak istenmiş; Flaubert, “Bir sineği tetkik eden alim gibi fikirleri tetkik etmek” istiyor. “Tarih mevhumu bu dünyada tamamen yenidir,” fikirlerin ve imanların “teşrih” edileceklerini [açımlanacaklarını] haber veren sanatkar, teşrih kelimesini her fırsatta kullanmaktadır; “Canım teşrih etmek istiyor.” Sanat eserinin ilmi olması endişesi hakim; “Bence roman ilmi olmalıdır, yani muhtemelin umumi kaidelerine dahil.” Flaubert’e göre; “Sanat istisnaları resmetmek için yaratılmaz.” Realiteyi aksettirmekte sadakat taraftarıdır; “Dünyayı, eserlerimizde tekran icabeden bir sanat eseri olarak görmege alışalım. · Sanatkar istisnaları resmetmekle mükellef olmadığından dolayıdır ki; “Zavallı Madame Bovary, şu anda şüphesiz yirmi Fransız köyünde birden ıztırap çekerek ağlıyor.” “Sanatı tek bir şahsiyetin zevkine göre küçültmemeğe daima çalıştım.” “Hakiki üstatlar beşeriyeti hülasa ederken ne kendilerini ne de kendi hırslarını düşünürler.” Flaubert’in bütün bu endişeleri, kendisini endişesiz yazmaktan mennediyordu. “Üslup teşrihi” denilen hadise namütenahi [sınırsız] hesaplara yol açar; “Tek satır yazmağa muktedir olmadan dört saat geçti.” “Bir aydan beri aradıgım dört beş cümleyi bulmak.” Tek cümle uğruna; “Nihayet tamamladığım bir cümleyi aramak, yazmak, kazmak, evirip çevirmek, karıştırmak ve bağırmak için bagazım ağrıyor ve başım dönüyor.”
Bundan dolayıdır ki; “Ter kokan eserleri severim.” diyen Flaubert’in üslup arayışları da muazzam. “Şekilde her şey dile gelmelidir.” Ronsard’ın şairlere tavsiyesi, çilingirlik, kuyumculuk gibi mesleklerin sayesinde teşbih bulmakta [benzetide] ihtisas kesbetmeklir. Flaubert işte bu haysiyette bir işçiliğin azınini taşır. Flaubert’e göre büyük sanatkar; “Dagınık şahsiyetleri tek bir tiple hülasa eder ve insanlık şuuruna [bilincine] yeni eşhası [kişiler] getirir.” Sanat eserinin bir kıyınet temsil etmesi için; “Sanat eseriniz dogru ise, eğer hakiki ise, aksisedası (yankısı), yeri, altı ay, altı sene veya sizden sonra belirecektir, ne çıkar!” Flaubert realist modern romanın temellerini kurmuştur. Prusyalıların istilasına kadar Flaubert’in içtimai fikirlerini tahlil etmeden evvet kısaca sanat prensiplerini hülasa etmiş olduk. Flaubert’in niçin, “)G:X’uncu asırda sanada uğraşmak ne hazin” dediğini anlatmak ayrı bir fasıldır, Flaubert’den evvel sanat eserinin ilmi esasları ancak resim ve heykelde aranmıştı. Leonarda da Vinci’nin teşrih merakı, romaneıda ancak XIX’unnı asırda tecelli eder; Flaubert bir arayış metodu keşfetmiştir. Flaubert’in muhayyelesi hakikati kavramakta o kadar ileri gitmiştir ki: “Bir raddeden [aşamadan] sonra yalnız hakikat icat edilir” demesine hak verilmelidir. Muhayyelesini müspet [olumlu] malumata istinad ettirmeyi (dayandırmayı) asla unutmıyan sanatkar nitekim bir kitabında, görmediği Fontainebleau ormanını tarif ettikten ll sene sonra lıakikaten bu arınana gittiği gün hayretten dona kalmıştı, orman kitapta yaptığı tarife inanılmaz, derecede uygundu. Goethe’ye göre her şey tasavvur şekline bağlı değil mi?
Abidin Dino
Yeni S.E.S., 1941