Güzellik Hırsızları, Pascal Bruckner
“(*) Güzellik nedir? Güzel olmak bir özellik mi yoksa başkalarına karşı işlenmiş bir suç mudur? Güzellik kendinin farkında olmakla beslenen bir öğe midir? Bu sorular gündelik yaşamda sormayı düşünmediğiniz sorulardır. Ancak bir romanda karmaşık bir serüvenin odağında kimliği güzelliğiyle örtüşen bir kadının bulunuşu size bu soruları sordurabilir. Eğer romandaki tüm kurgu kadının güzelliğinin bir elbise gibi aktarılmasına bağlanmışsa…
Güzellik enstitülerinin, gövdeyi, teni canlandıran gençleştiren uygulamaların onlarca yolunun, güzel ve genç görünmek, zamanın etkilerini silmek için inanılmaz formüllerin, doğal ürünlerin kullanıldığı bir çağda; dünyadaki açlığın çığ gibi büyümesine karşın balların, sütlerin, maden sularının, meyvelerin güzellik maddelerine dönüştürüldüğü bir çağda güzelliğin solumayla aktarılabileceğini anlatmak ustalık isteyen bir iş kuşkusuz.
Yıllar öncesinde, gensel kopyalama ve bellek aktarımıyla işadamlarının sürekli genç kaldığı bir dünya anlatılmıştı. Bu bilim kurgudan sonra canlıların kopyalanmasının şaşırtıcı tartışmaları başladı. Henüz bellek aktarımından söz edilemiyor ama, edebiyat bilime yol mu gösteriyor sorusu akla takılmıyor değil. Jules Verne bu yol göstericilerden biri yalnızca. Geleceği düşleyen tek yazar değil. Yazarların kara düşleri de var üstelik. Ve bir süredir o düşler gerçekleştirilmeye çalışıyor gibi.
1948 doğumlu Fransız yazar Pascal Bruckner?in yazdığı Les Voleurs de beaute adlı romanın içeriği de bir karabasan gibi sizi ürpertebilir. 1997?de Renaudot ödülünü alan bu yapıtı dilimize, öykücü/romancı Mustafa Balel, ?Güzellik Hırsızları? adıyla çevirdi.
Kitap Ayrıntı Yayınları?nca basıldı. Kahramanlardan birinin, edebiyat yapıtlarından çaldığı imge ve anlatımlarla yazar olmaya çalışan biri oluşu, kurguya inandırıcılık katan bir olgu. Başkalarının anlatım güzelliklerini çalmak ile yüz güzellik ve gençliğini çalmak arasında bir fark var mı? Otlara gömülerek bir çiçek gibi kurutulmaya bırakılmış genç bir kadının güzelliği ve gençliği şu yolla aktarılabilir mi:
?Bir saat sonra cile kokan penceresiz bir odaya yerleşmiştim. Burnum ve yüzümün bir bölümün eski tip gramofonların geniş ağzını çağrıştıran koni şeklinde çok büyük bir soluma aygıtına gömülüydü. İç kısmı plastik bir tabakayla kaplı olan aygıt bir bakır levha yardımıyla küçük bir masaya tutturulmuştu. Gözlerim kapalı, dudaklarım yarı aralık, oradan çıkan taze havayı uzun uzun soluyordum, nefis bir solukla, yavaş yavaş kendini tüketen sevgilimin soluğuyla sarmalanmıştım, gençliğin tanrısal buhurunu doya doya içime çekiyordum. Bu kokunun hoşluğu günlerce yemeden içmeden kesilmeme yol açtı.Adeta yeni bir kan nakli, yüzümü saran uçucu bir madde gibiydi ve yenileniyordum.(…) Sabahtan öcünü alan alacakaranlıktım ben. Gerçekte yeniden doğmakta olduğumu hissediyordum. Anlaşılmaz bir kimyasal tepkime damarlarıma güç şırınga ediyor, kaslarımı eski haline getiriyor, cildimi sıkılaştırıyordu. Bu ağızlığa yapışık , nişanlımı büyük yudumlar halinde içerek yaklaşık iki hafta kadar orada kaldım.”
Romanın bir cümleyle özeti şu: Nişanlısının gençliğini çalarak yeni bir yaşama başlamayı uman bir düzmece yazar ve dünyadaki genç ve güzel insanların bu özelliklerini çalan bir çete.
Gördüğünüz gibi simgeselliğe ve değişik okumalara açık bir konu. Anlatımı da akıcı ve yalın.”
(**)?Güzellik Hırsızları? üstüne Pascal BRUCKNER ile bir söyleşi,
Soru : Romanınız korku verici bir üçlü çerçevesinde kurulmuş: Bir dağ evinde inzivaya çekilmiş yaşlı bir avukat, karısı ve uşakları. Güzellikle alıp veremedikleri ne bunların? Neden kadınlardaki güzelliği yok etmek istiyorlar?
Pascal Bruckner : Sadece varolmak. Güzellik insana doğuştan verilmiş bir ayrıcalıktır: Tüm ayrıcalıkları yürürlükten kaldırmanız mümkün, ama bir varlık eğer çirkin olarak doğmuşsa sonradan güzel olması hiçbir zaman mümkün değil (elbetteki fiziksel güzellikten söz ediyorum). Bu romanın kişileri güzellik takıntısı içinde. Oysa eşitlikçi bir toplumda güzellik onlar için mutlak bir adaletsizliği temsil etmektir: Eşitlikçi olmak için gereken her şey yapılabilir, ne var ki hiçbir şey güzel olmayı sağlayamaz. Üstelik, essiz güzellikte bir kişi insanda bir sanat yapıtı duygusu yaratır. Elbette, zaman, günün birinde onu yıkıma uğratacaktır, ne var ki yakışıklı erkekler ve güzel kadınlar güzelliklerinin saltanatını sürdükleri birkaç yıl tüm güçlerini kullanmaktadır. Bu üçlü çetenin üyelerini çileden çıkaran da işte bu!
Soru : Yani şimdi güzellik, onu miras alan kişilerde kendilerinin daha çok şey istemeye hakları olduğu gibi bir duygu yaratıyor diyebilir miyiz?
Pascal Bruckner : Evet. Güzel bir kadın ya da yakışıklı bir erkek ezici olduğu zamanla ortaya çıkan her türlü arzunun objesidir. Böylece güzellik bir lanet haline gelebilir. Pek çok güzel kadın başkalarında yarattıkları etki karşısında donup kalmıştır.
Soru : Bu üçlü son derece güvenli bir mekân icat ediyor: Kurutmahane?
Pascal Bruckner : Gerçekten Fransa – İsviçre sınırında yaşamakta oldukları dağ evinde bir yeraltı hapishanesi icat ediyorlar: Kurutmahane. ?Kurutmahane? sözü tarımla ilgili bir terim. Ot kurutmaya yarayan koni şeklinde bir tür kafesi belirtiyor. Romandaki kurutmahaneler üçlünün içerisine Paris?ten ya da herhangi bir büyükkentten kaçırdıkları güzel genç kadınların kapatıldığı küçücük hücreler. Bu kapatmalar basit bir görüş üzerine temelleniyor: Güzellik ancak biri onu gördüğü sürece vardır. Gözlerden uzak tutmayı başardığınız, kendilerini besleyen kaynakları kuruttuğunuz anda bu insanlarda güzellik diye bir şey kalmaz, solar, sonra da bir kitabın arasında unutulmuş çiçekler gibi kuruyup kalırlar? Kurutmahanede birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra en güzel yüzler bile tanınmaz oluyor. Ve bu tutsaklar bir iki yıl sonra serbest bırakıldıklarında 30 ? 40 yaş daha yaşlanmış kadınlar haline geliyorlar.
Soru : Kendini aynada seyreden Venüs o zaman bir anda karşısında hani şu 969 yaşında ölen ünlü efsane kişisi Mathusalem?i görmüş gibi oluyor?
Pascal Bruckner : Söz konusu telmih tüm entrikayı özetliyor. Tutukluların kendi aralarında görüşmeleri mümkün değil, zindancılarıyla da. Hiçbir tutuklu oraya neden kapatıldığını, bu lanet hücrenin nerede bulunduğunu, suçunun ne olduğunu, ceza süresinin ne zaman sona ereceğini kesinlikle bilmiyor. Bu mutlak sessizlik korkunç etkiler yaratıyor: Zindancısıyla görüşme, burada yine bir insanla konuşma anlamına geliyor. Genç kadınlar burada sonsuz bir iç konuşmaya indirgenmiş oluyor. Kapalı kaldıkları bu aylar boyunca tek bir insan yüzü görmeyecek, tek bir ses duymayacaklardır. Dolaşmak yok, ışık yok, eğlence yok, gürültü yok, ayna yok?
Soru : Bu ceza suçlamayı dile getiren ve gerçek bir retorik örneği olan şu söz üzerine mi temelleniyor: Güzel insanlar yüzlerinin güzelliğinden sorumlu değil midir?
Pascal Bruckner : Bir ölçüde öyle. Ama güzel bir kimsenin, paşa gönlü istedi diye bile isteye çirkin olduğu da pek öyle sık rastlanan bir şey değil. Bu şeytani üçlünün yaptıkları usa aykırı tabi, ama söz konusu olan güzellik diktatörlüğü üzerine bir deneme değil, eninde sonunda bir roman!
Soru : Yine de gençlik ve güzelliği göklere çıkaran 68 kuşağının ?yani sizin kuşağınız!- bir taşlaması olarak okunabilir?
Pascal Bruckner : Doğru. 1968?den beri toplumumuzu güzellik-sağlık-gençlik denklemi yönetiyor. Artık genç takımında yer almayanlarımız da içinde olmak üzere tümümüz bu ideale ayak uydurmaya kalkışıyoruz. Bir çelişkiler çağında yaşıyoruz: Toplumumuz bir yandan insan ömrünü uzatmak için elinden geleni yaparken, öte yandan yaşlılığı geri plana itip gözden düşürüyor! Güzellik mutlak idol aşamasına yükseltildi, ama bu idol kadınlara pahalıya patlıyor: Gerçekten daha yeni yetme çağındayken piyasaya atılmış top modellerin sergilendiği kadınla ilgili tüm basın organlarının varoluş nedeni adeta şu: Yeterince güzel, genç ve alımlı olmadıkları için kadınlarda suçluluk duygusu yaratmak.”
Güzellik Hırsızları, Bruckner’in fantastiğin silahlarını kullanarak okurun ayaklarını yerden kestiği bir roman, ahlaki ve acımasız bir masal;
(***)”Güzellik bir suç mudur? Sırf bazı insanlara bahşedilen bir lütuf mudur o? Bazıları bütün bakışları üzerinde toplayıp herkesi kendine hayran bırakırken neden bazılarının varlıklarından kimsenin haberi bile olmaz? Çirkinleri mutsuz eden gerçekten görünümleri midir? Çirkinin gözünden bakıldığında güzel, kendi hakkından bir şeyler çalan bir gaspçı mıdır? Peki belirleyici olan nedir? Kıyaslanma faktörü ortadan kalktığında güzel ve çirkin kavramları neyi ifade edecektir? Mükemmel görüntüleriyle bizleri derinden yaralayan muhteşem varlıkları cezalandırmak gerekir mi?…
‘Doğmadı Kutsal Çocuk’ adlı romanıyla tanıdığımız, romanla denemeyi atbaşı götüren bir yazar. ‘Baştan Çıkarılmış Masumiyet’ adlı deneme kitabıyla Medicis Ödülü kazanan Bruckner’nin, yeni romanı ‘Güzellik Hırsızları’nda, insan doğasının temel özelliklerine dair soru ve sorunlardan biri olan güzellik üzerine düşüncelerini roman tekniğiyle anlatma yolunu seçtiğini görüyoruz.
Güzellik ve zalimlik bazen en şiddetli felaketlerin patlamasına yol açan iki unsurdur. Herkes kendi yüzünden sorumlu olduğuna göre genç bir kadının güzel olması bir suçtur ve cezalandırılmayı gerektirir. Yazar işte bu acımasız önermelerden yola çıkarak, gençliğin çoğu zaman panzehiri bulunmayan bir zehir olduğu üzerine temellenen acı, sıradışı bir öykü kuruyor.
Yangından kaçarken…
15 Ağustos sabahı, Paris’te kimsesiz ve yoksullar hastanesi Hotel-Dieu’nun acil servisindeyiz. Mathilde adında genç bir stajyer psikiyatr, üzerinde hiçbir kimlik belgesi bulunmayan, yüzü bir maskeyle gizli, yalnızca gözleri görünen Benjamin adında garip bir hastanın itiraflarını gönülsüz de olsa dinler.
Şundan bundan aşırdığı cümleleri bir araya getirerek yayımladığı romanı ‘Şeytan’ın Gözyaşları’ ilgi toplamış, 38 yaşında ama 50’sinde gösteren, doğuştan yaşlı asalak Benjamin ve onun bu üçkağıtçılığını yakalayarak adamı adeta oyuncağı haline getiren genç kadın: Helene, romanının odağını oluşturan iki temel kişidir.
Benjamin ile ‘erkek bedenini durup dinlenmeden tarıma açtığı, çalısını çırpısını ayıkladığı işlenmemiş bir toprak olarak gören’ nişanlısı Helene bir kış günü İsviçre sınırına 500 metre uzakta şiddetli bir kar fırtınasına yakalanır ve Jura Dağı’nın tepesindeki bir çiftliğe sığınmak zorunda kalırlar. Küçük Sibirya diye de anılan bu kuş uçmaz kervan geçmez bölgenin tek yapısı kaleden farksız bu konakta tuhaf bir üçlü karşılar onları: genç görünümlü, Jerome Steiner adında tatlı dilli yaşlı bir avukat, onun tehlikeli bir kadın olan karısı Francesca ve her işlerini gören sadık hizmetkar cüce Raymond. Adeta gizli bir tarikat oluşturmuşçasına birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu garip üçlü son derece sıcak ve cömert karşılar onları, kendilerine lüks bir otelin konforunu sunarlar.
Ne var ki bu çift donmak üzereyken sığındıkları bu sıcak konağın yavaş yavaş bir zindana dönüşüverdiğini göreceklerdir… Güzeller güzeli Helene ve olduğundan da yaşlı göstermenin ezikliği içinde kıvranan Benjamin, kendilerini ilgiye boğan bu insanların evinden bir türlü ayrılamazlar…
Kimsesizler hastanesinin acil servisindeki garip adam Benjamin hikâyesini tamamladığında stajyer psikiyatrist Mathilde karmaşık duygular içindedir. Genç kız bocalamakta, tiksinti ve merak arasında gelgitler yaşamaktadır. Evini adeta bir sexshop’a dönüştürerek kendisini her geçen gün biraz daha ahlaki bir çöküntüye sürüklediğini gördüğü işsiz güçsüz sevgilisi tiyatrocu Ferdinand ile ilişkilerindeki sorunlarla meşgul kafası adamakıllı karışmıştır. İşine pek de bağlı olmayan bu genç kız acaba Benjamin’in anlattıklarıyla yetinecek midir, yoksa daha fazlasını öğrenme arzusuna mı kapılacaktır?
Modern zamanların bu Mavi Sakalı ile cadı karısı ve canını bu ikisine adamış hilkat garibesi cücenin oluşturduğu troyka tek suçları güzel olmak olan genç kızları bir zamanlar saman kurutmak için kullanılmış Kurutmahane’ye neden kapatmaktadır? Amaçları onları tehlikeden korumak ya da kendilerinden yararlanmak mıdır? Yoksa, tam tersine, bu varlıkların köklerini kazıyıp başkalarına zarar vermelerini mi önlemektir?
Bir güzelliği yok etmek kadar kolay bir şey yoktur dünyada: Onu başkalarının bakışlarından uzak tutmak bu iş için yeter de artar.
İnsanın yüreğini daraltan barok bir yapıt olan ve yazarına Renaudot Ödülü’nü kazandıran ‘Güzellik Hırsızları’nda Pascal Bruckner acımasız üslubuyla Figaro Litteraire’de Andre Brincourt’un da dediği gibi: “Bizi olayların içine, Virginia Woolf’un tabiriyle ‘eylemlerin içine’ sürüklüyor. Tıpkı roman kahramanı Benjamin’in intihallerini ‘edebiyatın ortak fonu’ adına yapışı gibi ‘güzelliği’ burada bir tür ters yüz etmek amacıyla işliyor.”
Mustafa Balel’in Türkçeye kazandırdığı ‘Güzellik Hırsızları’ Bruckner’in fantastiğin silahlarını kullanarak okurun ayaklarını yerden kestiği bir roman. Yıkıcı çılgınlığa götürebilecek bir mitin tehlikeli yapısı üzerine ahlaki ve acımasız bir masal. “
(*) Sennur Sezer, Evrensel Gazetesi, 25 Mart 2004
(**)François Busnel.
(***)Ali Anavarzalı, 09/04/2004, Radikal Gazetesi
Kitabın Künyesi
Kitabın Adı: Güzellik Hırsızları
Kitabın Yazarı: Pascal Bruckner
Fransızcadan Çeviren: Mustafa Balel
Kapak Resmi: Sevinç Altan
Kapak Düzeni: Arslan Kahraman
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
1.Basım: 2004