Aynur Epli, “Özgürlük ve Eşitlik” talebini yüksek sesle söylediği için 18 yıldır zindanda. İçeride büyümüş deyim yerindeyse. El yordamıyla yön tayin etmeye çalışmış. Daracık hücresinde eline geçen kitapları okumuş. Günde birkaç saat gökyüzüne bakma imkânı olmuş. Beraber olduğu koğuş-hücre arkadaşlarıyla paylaşmaya çalışmış bildiklerini. Onların kısa ömürlerinde biriktirdiklerinden beslenmeyi denemiş. Ne bir kurs görme imkânı bulmuş ne de güzel sanatlar yollarında ellerinde fırçalar – tuvaller olan öğrencilerin arasına karışabilmiş. Sonra bir gün resim yapmayı denemiş. Karakalem, kuru boya derken hapishane kantininden satın alabildiği boyalarla kendini ifade etmeye başlamış.
Hapishanede üreten, ürettiklerini dönem dönem benimle de paylaşan karikatürist Mehmet Boğatekin, Barış İnan, Ahmet Bilge ile ressam Gönül Bulut, Özlem Özdemir ve Mahmut Ulusan gibi.
Kim bilir belki taşla oynayabilse heykeltıraş olacakmış Aynur. Sonunda ressam olma serüvenine, iddiasız atılmış.
Aynur bana bazı çizimlerini yollar. Ben de onları önce kopyalar sonra özene bezene saklarım. Taradığım resimlerinin bazılarını dergilere yollarım. Bazılarını da “içerinin sesini dışarı duyurmak ve dışarıdan içeri mektup ağı oluşturmak” amacıyla, bir grup arkadaşla beraber kurduğumuz “www.gorulmustur.org” sitesinde yayınlarız.
Hapishanelerde 282’si ağır, 721 hasta tutuklu ve hükümlü var. İçlerinden Aynur, sağlam girdiği mahpus damında hastalandı. Yanlış bilgi almadıysam rahim kanseri. İHD’nin hasta tutsaklar listesinde adı var. Mektup arkadaşım olduğu halde neden bu konuda ayrıntılı bilgi sahibi değilim sizce. Zira Aynur, kendi dertlerini bana yazdığı mektuplarda anlatmaz. “İyiyim” diyerek çevresine moral vermeye çalışır. O bir umut ve sevgi dağıtıcısıdır. 19 yıldır tutsak olan ve içeride yazdığı “Tencerenin dibi” adlı romanı yakın zaman önce yayınlanan Gülazer Akın gibi. “Beyaz Benek’” adlı çocuk romanının yazarı olan, Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Zeliha Bulut ve diğer politik mahpusların büyük çoğunluğu gibi.
Gülazer bir mektubunda ne de güzel anlatmıştı zindanda geçen yıllarını:
“Değerli Adil abi, Doğru çocuğum yok. Biz neredeyse çocuktuk içeri alındığımızda. İçerdekilerin birçoğu duvarlara baka baka büyüdüler ve olgunlaştılar. Duvarlar çürüdükçe biz olgunlaştık. Sonra duvarlar yaşlanıp sıvanmaya, biz de aklaşmış saçlarımızı boyatarak beyazları yalanlamaya başladık. Gelip baksanız çoğumuz hâlâ çıkıp geldiğimiz çocuksu zamanımızı yaşıyor.”
Güzel ve sarsıcı bir betimleme değil mi? Aynur’un çizimleri gibi. İfade güzel ama konu dehşet verici. Sanatta “Güzel”in peşinde koşarken ak kâğıda döktüğümüz, tuvale ya da notalara aktardığımız her şey muştu ve mutluluk değildir deriz ya. Tam da öyle.
Şimdi siz merak etmeye başlamışsınızdır, neden yazının başlığının “Aynur’un yaprağı” olduğunu: Aynur, geçenlerde hastaneye kaldırılıyor. Hastane dönüşü jandarmaların arasından uzanıp bir yaprak koparıyor. Her jandarma kalpsiz değil ya. Kimisi “gel tezkere gel” diyerek, istemeden yapıyor bu işi. Bu kez görmezden geliyorlar yasaklar listesindeki yaprağı. Aynur yaprağı kokluyor. Öpüp okşuyor. Günlerce hücresindeki masanın üzerinde kalıyor yeşil yaprak. Sonra onu bize (kızım Öykü’ye) yollamaya karar veriyor. Bu düşünce bile onu duygudan duyguya savuruyor ve oturup yeni bir resim çalışıyor. Yaprağın üzerine kısa bir not yazıyor ve resimle beraber adresime yolluyor.
Zarfı açtığımda yaşadığım şaşkınlıkla karışık sevinci anlatmak zor. Yeşile, ağaca, çiçeğe, bitkiye hasret Aynur, hücresinin tek yaprağını bize armağan olarak sunuyordu.
“Ne büyük hediye bu allahım” dedi bir arkadaşım.
“Gel de isyan etme” dedi öfkeyle diğeri.
“Ah barış gerçekleşse ya da devrim olsa, bu güzel insanlar çıksa mahpus damından” diye mırıldandı bir başkası.
“Ne güzel armağan” dedi kızımın annesi.
“Baba biz de ona saksıyla çiçek yollayalım” dedi kızım, bilmeden zindanlardaki akıl almaz yasakları.
Kızımıza çoğunu anlatmıyoruz hapishanelerde yaşanan trajedilerin. Travma yaşamasın diye. Oysa hapishane kapılarında büyüyen çocuklar, savaşta büyümeye çalışan çocuklar, savaş yetimleri – öksüzleri ne büyük travmalar yaşıyorlar.
Ne zor değil mi acının estetiğini yapmak. Resmini çizmek. Yaprağı betimlemek. Aynur’u, Aynur’ları anlatmak.
Aynur’a, Öykü’nün sunmak istediği çiçeği, sözcükler içine gizleyip yollayalım dedim. Ve kalemi aldım elime. Şimdi okuduğunuz bu yazı çıktı ortaya.
Sözlerimi ağır hasta tutsaklardan şair Erol Zavar’ın içeride yazdığı ve kızım Öykü’ye yolladığı bir şiirle bitiriyorum:
“Çekip gitsek acılar ikliminden / Göç etse başka diyarlar gönlümüze / Salıncaklar kursak / Çocuk gülüşleri kirlenmese / Sesini dinlesek kıpırtısız yıldızların / Yuvalarında görsek şakıyışını kuşların / Annemiz makarna pişirse / Çocuk gülüşleri kirlenmese…”
Adil Okay
okayadil@hotmail.com
*Mevsimlik Dergi. Sayı 1. Mayıs 2015
Not: Aynur Epli’nin adresi: Şakran kadın kapalı cezaevi. A-6. Aliağa- İzmir.