“Her tanışma iyi bir başlangıç olmayabilir. Ama öyle tanışmalar var ki tarihe geçmiştir”

Hep ilgimi çekti. Hep merak ettim o mükemmel tanışma anlarını. Öyle anlar ki, ya sonsuza kadar bir beraberliğin ya da yine sonsuza kadar bir araya gelmemenin başlangıcı olabiliyor. Sanırım – cezaevindeyken miydi acaba? odaya (ya da koğuşa) girer girmez elini uzatıp “merhaba ben Dr. Hikmet” diyen, Türkiye sosyalist hareketinin en orijinal figürü Hikmet Kıvılcımlı’yla tanışması böyle olmuştur Vedat Türkali’nin. Yıllar süren bir yoldaşlığın, – fikirlerinden daha önce haberdar olsa da- Türkali açısından fiziki olarak başladığı andır işte bu tanışma anı.

Tabii, sosyalist tarihin en ünlü (elbette mutlu) tanışma anı da Marx ile Engels’in ilk karşılaştıkları andır. Birbirlerine tanıştırıldıklarında, Engels’in bir çalışmasını okumuş olan Marx, bu konuda düşüncelerini söylerken, Engels’e biraz üstten bakar gibi olmuştur ama bu, tarihin görüp görebileceği en muhteşem dostluğun, yoldaşlığın başlamasına engel olmamıştır.

KÖTÜ DE BAŞLAYABİLİR
Her zaman böyle olmuyor tabii. Her tanışmanın sonu iyi geliyor değil kuşkusuz. İlk kez bir salon toplantısında Marcel Proust’la karşılaştığında ondan hiç hoşlanmadı örneğin Andre Gide. “Sağ görüşlü bir yalaka bu” demiştir derler Proust için. Sonraki yıllarda hayli inişli çıkışlı olan ilişkilerinin başlangıcında en azından Gide’in yargısı budur Proust’a ilişkin. Ama hakkını yemez yine de sonra kendisini bu yargısı nedeniyle sorgulayacaktır da.

Proust’un bir de James Joyce’la tanışması vardır ki, çok ilginç gelir bana. Birbirlerinin eserlerinden haberdar olmalarına karşın o ana kadar hiç karşılaşmayan iki büyük yazar, bir davette ilk kez bir araya gelirler ama birbirleriyle tanıştırılmazlar. Eğer doğruysa davet sahibinin çağırdığı bir taksiyle davetten ayrıldıklarında birlikte bindikleri o takside ilk kez tanışmış olurlar. Birbirlerinden pek de hoşlandıkları söylenemez.

Romantizm tarihinin en büyük, sonuçları açısından da en trajik olan aşklarından biri malum, Abelard ile Heloise’in aşklarıydı. Döneminin (12. yüzyılın yani) en iyi entelektüellerinden, en iyi akademisyenlerinden biri olan Abelard, (Petrus Abelardus) yakın dostu Fulbert’in evine gittiğinde Fulbert’in yeğeni, kendisinden 20 yaş küçük Heloise’yi görünce tam anlamıyla vurulur. Yunanca, Latince, İbranice bilen, son derece akıllı genç bir kız olan Heloise de Abelard’a ilgisiz kalmamıştır. Bu aşkı onaylamayanların çifte yaşattıkları anlatılır gibi değildir. Şu bilinsin en azından: Heloise’in yakınları bir gece Abelard’ın evini basar, testislerini kesip giderler.

Albert Einstein ile Henry Bergson ilk kez buluştuklarında yanıtını merak ettikleri soru, üzerinde saatlerce tartıştıkları “Zaman nedir?” sorusu olmuştur. Birbirlerinden elbette haberdar olan bu iki büyük insanın ilk tanışma anları, entelektüel doğalarına uygun bir tanışma olmuş demek ki.

Tarihe kaydı düşmüş en bilinen ilişkilerden (aşk mıydı gerçekten emin değilim) Josephine ile Napolyon’un tanışmaları da 1795’te düzenlenen bir baloda olmuştur. Napolyon’un görür görmez etkilendiği (aslında baloda Napolyon’u gözüne kestirip önüne çıkan Josephine’dir) bu güzel kadına ilk ne dediğini bilmiyoruz. Ama sıktığı o eli uzun süre bırakmamıştır. Kendisi 26, Josephine 32 yaşındadır o sıralar.

Simon de Beauvoir ile Jean Paul Sartre’ın tanışmaları da aslında sıradan sayılır. Genç kadının henüz tanışmasa da Sartre’ı görmüşlüğü vardır, hatta Sarte ile arkadaşları ondan “güzel mavi gözlü kötü giyimli biri” diye söz etmişlerdir gördüklerinde. Simon de Beauvoir bir araştırmasıyla ilgili görüşlerini almak amacıyla, 1929 Haziranı’nda, Sartre’ın Cite Universitaire’daki odasına girer. İlk tanışma anı budur. Sonrası elbette dünyanın tanık olduğu en çalkantılı “aşk” ilişkisidir.

Amerikan edebiyatındaki en ünlü dostluklardan biri de F. Scott Fitzgerald ile Ernest Hemingway arasındaki dostluktur tabii.. Paris’te 1925 yılında Dingo adlı barda ilk kez karşılaşır iki büyük yazar. Edebiyat tarihçilerinin yazmaktan en çok yoruldukları dostluklardan biridir bu. Meraklısı her iki yazarın dostluğunun anlatıldığı Matthew J. Bruccoli tarafından yazılmış olan Fitzgerald and Hemingway: A Dangerous Friendship adlı kitabı okusunlar, öneririm. Hayli keyiflidir.

ÇILGIN KLEOPATRA
Bunların içinde bana en ama en ilginç gelen tanışma anı, yöntemi açısından özellikle, Kleopatra ile Sezar’ın birbirlerini gördükleri ilk andır. Tarihin bu en önemli kadın hükümdarı, döneminin en büyük fatihi Sezar’ın karşısına, sandığımız gibi bir törenle çıkmış ya da önemli figürler tarafından Sezar’a takdim edilmiş değildir. Bunun belki de olanağı yoktur. Ancak Kleopatra, kafasına Sezar’la tanışmayı koymuştur bir kere. İmdadına Sicilyalı kölesi Apollodores yetişir. Akıllı köle Kleopatra’ya bir kilime sarılmasını önerir. Kilim içinde Sezar’ın odasına taşınan Klepatra öylelikle Sezar’la tanışır. Zekasıyla Sezar’ı da etkiler. Sesini duyduğunda Sezar’ın büyülendiği söylenir. Romalı ünlü tarihçi Plutarkhos Kleopatra için “sesi, istediği her titreşimi çıkarıp, istediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi” der. O zaman Sezar’ı etkilemesine şaşırmamalı.

Umarım hepimizin, ileride hep mutlulukla anacağımız tanışma anlarımız olsun iyi insanlarla.

Karantina günlerinde daha iyi anlıyor insan bunu.

Mustafa K. Erdemol
23 Nisan 2020 cumhuriyet.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir