İçsel Durum veya Başa Çıkma Becerilerine Odaklanan Yaklaşımların Eleştirisi: Neden Yetersiz Kalabilirler?

Danışanların içsel durumlarını değiştirmeye veya çevresel faktörleri ele almadan sadece başa çıkma becerilerini geliştirmeye odaklanan psikolojik ve terapötik yaklaşımlar, belirli durumlarda faydalı olabilirken, aynı zamanda önemli eleştirilere de maruz kalırlar. Bu eleştiriler, genellikle bireyin yaşadığı sorunların kökeninde yatan sistemsel ve çevresel etkenlerin göz ardı edilmesi üzerine odaklanır.

1. Sistemsel ve Yapısal Sorunların Göz Ardı Edilmesi

Bir bireyin yaşadığı kaygı, depresyon, stres gibi içsel durumlar veya yetersiz başa çıkma becerileri, her zaman kişinin kendi psikolojisinden kaynaklanmayabilir. Ekonomik zorluklar, ayrımcılık, işsizlik, güvencesiz çalışma koşulları, yoksulluk, adaletsizlik, sağlık hizmetlerine erişim eksikliği, kötü barınma koşulları veya aile içi şiddet gibi dışsal ve yapısal sorunlar, bireyin ruh sağlığı üzerinde yıkıcı etkiler yaratabilir.

Sadece içsel duruma odaklanan yaklaşımlar, bu tür dışsal faktörleri göz ardı ettiğinde, problemin gerçek kaynağını adresleyemez. Bireye “daha pozitif düşün” veya “stresle başa çıkma teknikleri öğren” demek, aslında onu etkileyen çevresel baskıları yok saymak anlamına gelir. Bu, yangını söndürmek yerine dumanı dağıtmaya çalışmak gibidir; semptomları hafifletebilir, ancak altta yatan nedeni çözmez.

2. Mağduru Suçlama Eğilimi

Çevreye odaklanmadan sadece bireyin içsel durumunu veya başa çıkma becerilerini değiştirmeye yönelik yaklaşımlar, farkında olmadan mağduru suçlama eğilimi yaratabilir. Eğer bir kişi yoksulluk veya ayrımcılık nedeniyle büyük bir stres yaşıyorsa ve terapi ona sadece “daha iyi başa çık” diyorsa, bu durum kişinin yaşadığı zorlukların kendi eksikliğinden kaynaklandığı algısını pekiştirebilir. Bu, bireyin içinde bulunduğu olumsuz koşulların sorumluluğunu ona yüklemek ve toplumsal adaletsizlikleri bireysel bir sorun haline getirmek demektir. Bu durum, kişide utanç, suçluluk ve daha derin bir umutsuzluk yaratabilir.

3. Sınırlı ve Geçici Çözümler Sunma

Çevresel koşullar değişmediği sürece, içsel değişimler veya başa çıkma becerileri ne kadar gelişirse gelişsin, birey sürekli olarak aynı stres kaynaklarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Örneğin, işyerinde sürekli baskı ve mobbinge maruz kalan birine sadece “stres yönetimi” öğretmek, o kişi işyerini değiştirmediği veya işyerindeki koşullar düzelmediği sürece sadece geçici bir rahatlama sağlayacaktır. Kalıcı bir iyileşme için, bireyin içinde bulunduğu sömürücü veya baskıcı ortamın da ele alınması gerekir. Aksi takdirde, birey sürekli bir döngü içinde kendini bulabilir.

4. Aktivizmi ve Toplumsal Değişimi Engelleme Potansiyeli

Bireyleri sadece kendi iç dünyalarına yönlendirmek, onların toplumsal sorunlara karşı duyarlılıklarını ve harekete geçme potansiyellerini azaltabilir. Eğer sorunlar sadece bireysel olarak çözülmesi gereken psikolojik durumlar olarak çerçevelenirse, bireyler bu sorunların yapısal kökenlerini sorgulamaz ve kolektif eylemlerle toplumsal değişim arayışına girmezler. Bu durum, egemen sistemin işine gelir, çünkü bireylerin dikkatleri dışsal adaletsizliklerden kendi iç dünyalarına kaydırılmış olur.

5. Holistik Yaklaşım Eksikliği

İnsan varlığı, sadece zihinsel veya duygusal bir yapıdan ibaret değildir; aynı zamanda sosyal, ekonomik, kültürel ve politik bir bağlam içinde var olur. Sadece içsel duruma odaklanan yaklaşımlar, bu çok boyutlu insan deneyimini basitleştirir ve holistik (bütünsel) bir iyileşme için gerekli olan çevresel faktörleri görmezden gelir. Gerçek ve kalıcı değişim için, bireyin hem içsel dünyası hem de onu çevreleyen dışsal koşullar birlikte ele alınmalıdır.


Özetle: Danışanın içsel durumunu veya başa çıkma becerilerini çevresel faktörlerden bağımsız olarak ele almak, sorunların kökenini yanlış yerde arama, mağduru suçlama, geçici çözümler sunma, toplumsal değişimi engelleme ve insan deneyimini basitleştirme riskini taşır. Etkili ve etik bir terapi/danışmanlık yaklaşımı, bireyin iç dünyası ile onu çevreleyen sosyal ve yapısal koşullar arasındaki karşılıklı etkileşimi dikkate almalıdır.

Sizce bu eleştirilerde haklılık payı var mı, yoksa içsel odaklı yaklaşımların bu kadar da masum olmadığına mı inanıyorsunuz?