İvan İlyiç’in Ölümü (The Death of Ivan Ilych) – Lev Nikolayeviç Tolstoy

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un 1886 yılında yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü (The Death of Ivan Ilych), ‘iyi’ bir hayat yaşadığını zanneden bir adamın, ölümün yaklaştığını anladıkça yavaş yavaş aslında yaşamamış olduğunu fark edişini büyük bir saflık ve şaşırtıcı bir samimiyetle anlattığı kısa ama büyük romanıdır. İvan İlyiç kahraman bir memurdur, hep herkes gibi yaşamayı isteyen bir adamdır. Ancak ölüm döşeğinde hayatının ne kadar boş geçtiğini anlar. Tolstoy büyün hayatının, işinin, ailesinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını gören bir insanın manevi acılarını sergiler.

“İki hafta daha geçti. Artık İvan İlyiç kanepeden kalkamaz olmuştu. Yatağa yatmak istemediğinden kanepede yatıyordu. Yüzü duvara dönük, bir yandan bitmek bilmeyen acılar çekiyor, bir yandan da kafasına takılan düşünceye cevap arıyordu. Neydi bu? Bunun ölüm olduğu doğru muydu? İçindeki ses: ?Evet, doğru.? diye cevap veriyordu. ?Peki bu ıstırapların sebebi ne?? ?Hiç, hiçbir sebebi yok! Sebepsiz bir ıstırap!? Başka da bir cevap yoktu.

Hastalığının ortaya çıkıp da ilk doktora gittiğinden beri İvan İlyiç?in hayatı psikolojik olarak birbirinin zıddı iki bölüme ayrılmıştı. Nöbetleşe gelen bu durumlardan birinde, anlaşılması güç, korkunç ölümü beklerken; diğerinde, içindeki umut kıvılcımı, en küçük bir gelişmeyi bile dikkatle izliyordu. Gözünün önüne bazen kısa bir süre için görevini aksatan böbrek, ya da bağırsağı geliyordu. Bazen de bir türlü içinden atamadığı, anlaşılması korkunç ölümü düşünüyordu.

Bu iki ruh hali, hastalığının başlangıcından beri sıra ile birbirini kovalıyordu. Fakat hastalığı ilerledikçe böbrekle ilgili düşüncesi daha çok şüpheli, hayali oluyor. Yaklaşan ölüm kavramı ise gittikçe gerçek görünümünü alıyordu.

Üç ay önceki hali ile o anki halini karşılaştırması, her gün biraz daha ölüme yaklaştığını düşünmesi, bütün iyileşme umutlarını alt üst ediyordu.

Kalabalık bir şehirde, dostları arasında, ailesinin içinde olduğu halde, İvan İlyiç, son zamanlarda korkunç bir yalnızlık içinde, yüzünü kanepenin arkalığına çevirip sadece geçmişini düşünerek yaşıyordu. Bu yalnızlık ne denizlerin dibinde, ne de yer altında bulunabilecek bir yalnızlıktı. Geçmişin bütün hayalleri bir bir gözünün önüne geliyordu. Her zaman da en yakın günlerle ilgili olandan başlayıp en uzaktakilere, çocukluk hayallerine varıp dayanıyordu. Diyelim ki o gün önüne kuru erik hoşafı geldi, hemen çocukluğunda yediği buruşuk, ham frenk eriğini, eriğin o kendine has tadım, çekirdeğine kadar yiyince ağzının salya ile dolmasını hatırlıyordu. Oradan da, sırayla, o günlerin bitip tükenmek bilmeyen anılan geliyordu aklına birer birer: Dadısı, kardeşleri, oyuncakları…

İvan İlyiç: ?Bırakalım bunları, acı veriyor…? diyerek tekrar bugüne dönüyordu. Kanepenin arkalığındaki düğme, sahtiyan kaplamadaki kırışıklıklar vs. onu alıp götürüyordu bir yerlere: ?Sahtiyan hem pahalı, hem de dayanıksız… Az mı kavga ettik bunun yüzünden?.. Fakat babamızın yırtılan çantasının sahtiyanı da, ah o yüzden çıkan kavga bir başka idi… Bu yüzden bizi odaya kapatmışlardı da, annemiz bize börek getirmişti…? diye düşünüp yine çocukluk günlerine gidiyor, yine acı şeyler hatırlıyor, bu düşüncelerini kafasından atıp başka şeyler düşünmeye çalışıyordu.

Bir yandan böyle şeyler zihnine doluşup dururken, bir yandan da hastalığının nasıl başlayıp geliştiği geliyordu aklına. Bunda da yine aynı şekilde gerilere gidildikçe yaşama gücü artıyordu. Sadece yaşama gücü de değil, hayatındaki güzel günler de çoğalıyordu. Daha doğrusu bunlar birbirine karışıyordu. ?Çektiğim acılar arttıkça hayatın tadı tuzu kalmadı.? diye düşünüyordu. İlk başlarda aydınlık bir nokta vardı, ondan bu yana her şey gittikçe hızlanarak karanlığa gömülüyordu. ?Ölüme olan uzaklığın karesi ile ters orantılı pir hız…? diye düşündü İvan İlyiç. Gittikçe hızlanarak düşen bir taş hayali saplandı zihnine. Zenginliklerle dolu bir hayat, korkunç sona doğru tepetaklak uçuyordu. ?Ben de uçuyorum…? diye düşünüyordu İvan İlyiç.

Ürperiyor, kıpırdanıyor, karşı koymak istiyordu. Fakat artık karşı koyamayacağını biliyordu. Yine de, bakmaktan yorulduğu halde, gözünün önündekine bakmaktan kendini alamayarak, kanepenin arkalığına bakıyor; tepetaklak düşeceği ve bunun sonucu olarak korkunç bir çarpma ile paramparça olacağı ânı bekliyordu. ?Karşı konulmaz.? diyordu.

?Fakat hiç olmazsa sebebini anlayabilseydim! Bu da olmuyor… Gerektiği gibi yaşamamış olsaydım neyse, aklıma yatardı. Böyle bir şeyi nasıl kabul ederim??

İvan İlyiç geçmişini düşündüğünde, hayatının geleneklere, göreneklere ve nezaket kurallarına uygun olarak geçtiğini hatırlıyordu. ?Böyle bir şey olamaz!? diyordu kendi kendine. Bir yandan da gülümsüyordu, sanki birisi bu gülümsemeyi görüp de ona acıyacaktı. ?Hiçbir açıklaması yok! Acılar, ölüm… Neden?? dedi.

________________________________

İki hafta daha geçti böylece. Bu sırada hem İvan İlyiç için, hem de karısı için sevindirici bir şey gerçekleşti: Petrişçev kızlarını resmen istedi. Ertesi sabah, Praskovya Fiyodorovna, Petrişçev?in teklifini kocasına nasıl söyleyeceğini düşünerek odasına girdi. O gece ise İvan İlyiç?de kötüye giden bir değişiklik olmuştu.

Karısı onu aynı kanepenin üstünde, fakat yeni bir durumda buldu. Adamcağız sırt üstü yatıyor ve inliyordu; gözleri tavana dikiliydi. Karısı ilaçlardan söz açınca, İvan İlyiç gözlerini ona dikti, bu sefer kadının lafı ağzında kaldı. Kocasının bakışı, özellikle de ona olan bakışı büyük bir kinle doluydu.

– Lütfen, dedi, bırakın da rahat öleyim Allah aşkına!

Praskovya Fiyodorovna tam odadan çıkmaya yeltenmişti ki o esnada kızları Liza içeri girerek, babasını selamlamak için yanına yaklaştı. İvan İlyiç ona da tıpkı karısına baktığı gibi baktı. Kızı ona sağlığını sormasına rağmen, soğuk bir sesle, az bir zaman sonra kendisinden kurtulacaklarım söyledi. Ona cevap vermediler. Biraz oturduktan sonra sessizce çıktılar dışarı.

Liza:

– Bizim ne suçumuz var anne? dedi. Sanki biziz onun hastalığının sebebi!.. Babama acıyorum, fakat onun bize çektirdiği bu azabı hak etmiyoruz…

Doktor yine aynı saatte geldi. İvan İlyiç bu sefer de doktora dikti kin dolu gözlerini. Doktorun sorularına ?evet? ya da ?hayır? biçiminde kısa cevaplar verdi. En sonunda:

– Bir şey yapamayacağınızı siz de biliyorsunuz, rahat bırakın beni, dedi.

– Fakat acılarınızı hafifletebiliriz, karşılığını verdi doktor.

– Onu bile yapamıyorsunuz. Bırakın beni…

Doktor dışarı çıktı. Karısına, İvan İlyiç?in durumunun çok kötü olduğunu söyledi. Acılar çok fazla şiddetlenmiş olmalıydı, dindirmenin tek yolu afyondu.

Doktorun, bedensel acılarının korkunç olduğunu söylemesi bir gerçekti. Fakat hastanın çektiği manevi acılar bundan kat be kat daha üstündü. Bugün ıstıraptan kıvranmasının asıl sebebi buydu.

İvan İlyiç?in manevi acısının sebebi: ?Ya bütün hayatım, yaşadığım bilinçli hayat gerçekten gerektiği gibi değil idiyse?? düşüncesi idi. O gece ayak ucunda uyuklayan Gerasim?in çıkık elmacık kemikli, uysal yüzüne bakarken ansızın gelmişti aklına bu düşünce.

Şimdiye kadar mümkün değil deyip önemsemediği, hayatının gerektiği gibi yaşanmamış olması düşüncesi artık daha çok aklına yatıyordu. Kendisinden yüksekte olanların iyi saydığı şeyler için içinde uyanan zayıf kıpırdanışlar, daha uyanır uyanmaz atmaya çalıştığı o zayıf kuşkular doğru olabilirdi! Hatta belki de bunun dışındakiler gerçeğe aykırıydı. Belki de görevi, hayat düzeni, aile anlayışı, görev ve toplum ilişkileri temelden yanlıştı.

İvan İlyiç bunları kendine karşı savunmayı denedi. Fakat savunmasının ne kadar da güçsüz olduğunu hemen anladı. Hem savunsa ne kazanacaktı ki? ?Madem ki gerçek bu!? dedi. ?Hayatta bana verilen her şeyi boşa harcayarak gidiyorum, üstelik artık düzeltme imkânım da yok, o halde niye uğraşıyorum ki?..?

Sırt üstü uzandı, hayatını bir başka açıdan incelemeye başladı. Ertesi sabah, önce uşağın, ardından karısının, kızının, sonra da doktorun her hareketi, her sözü, o gece gözlerinin önünde açılan korkunç gerçeği doğruluyordu. Bütün bu hareketlerde kendini, şimdiye kadar nasıl yaşadığını gördü. Artık iyice anlıyordu ki, hem hayatını, hem de ölümünü kaplayan korkunç bir hata işlemişti. Bunu anlaması, bedensel acılarını birden artırmış, on katına çıkarmıştı. İnliyor, çırpmıyor, üstünü başını parçalıyordu. Elbisesi ona dar geliyor, adeta boğuyordu; bu yüzden de herkesten nefret ediyordu. İvan İlyiç?e biraz fazlaca afyon verdiler, çok geçmeden kendinden geçti. Fakat öğle yemeğinde her şey yeniden tekrarlanmaya başladı. Herkesi yanından kovuyor, kendine oradan oraya atıyordu. Karısı geldi yanına:

– Jean, hayatım, dedi. Lütfen, benim için yap bunu…

(Benim için?) Bunun bir zararı olmaz, hatta çoğu zaman faydası bile olur… Senin için zor değil… Çoğu sağlıklı insanlar bile…

İvan İlyiç?in gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu.

– Ne?.. Priçastiye ( Günah çıkarma töreninden sonra yapılan şaraplı ekmek yedirme ayini. ) mi? Hayır, istemem. Ne gereği var? Fakat şey…

Karısı gözyaşlarını tutamadı.

– Yapılsın, değil mi dostum? Bizimkini çağıralım isterseniz, çok iyidir.

– Peki. Ne istiyorsanız yapın.

Papaz gelip günahlarını çıkardığı zaman biraz yatıştı, dolayısıyla ıstıraplarından kurtulduğunu hissetti, yeni bir umut belirdi içinde. Şimdi kör bağırsağını, onun düzelme ihtimalini düşünüyordu. Kutsal şaraplı ekmeği yerken gözleri dolu dolu olmuştu.

Ayinden sonra yatırılınca bir süre hafiflik hissetti, yeni bir yaşama umudu doğdu içinde. Doktorların teklif ettiği ameliyatı düşünmeye başladı. İçinden: ?Yaşamak istiyorum, yaşamak istiyorum? diyordu. Karısı ayinin sonunda onu kutlayarak:

– Nasıl? Şimdi daha iyi değil mi? diye sordu.

İvan İlyiç, onun yüzüne bile bakmadan:

– Evet, dedi.

Karısının giyimi, duruşu, yüz ifadesi, ses tonu ona hep aynı şeyi söylüyordu: ?Hayır, hayır!.. Ne geçmişte ne de şimdi doğru olanı yaşamadın. Senin yaşadığın, hayatı ve ölümü perdeleyen koca bir yalandı.?

Böyle düşünür düşünmez İvan İlyiç?in içindeki nefret tekrar kabardı, bununla birlikte bedensel ağrıları ve yaklaşan kaçınılmaz ölüm korkusu depreşti. Yeni bir hal aldı. İçinden bir şey yükseliyor ve nefesi daralıyordu.

?Evet? derken yüz ifadesi korkunçtu. Karısına ters ters bakarken, o halinden umulmayacak bir çeviklikle yüzükoyun:

– Hepiniz gidin başımdan! Yalnız bırakın beni!.. diye bağırdı.

İVAN İLYİÇ?İN ÖLÜMÜ
Lev Nikolayeviç TOLSTOY
İngilizce?den çeviren: Şükrü Demir
Metropol Yayınları
1. Baskı, Kasım 2002, Sf. 83-90
Özgün Adı
The Death of Ivan Ilych

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir