Jack London’un(1876-1916) füturist romanı Kızıl Veba/The Scarlet Plague’da (1912) yine bu belalı hastalık çıkar karşımıza:2013 yılında New York şehri halkı bir veba salgını sonunda yok olmaktadır. Veba kısa sürede ülkeye yayılır ve San Fransisco’ya varır.
Kahramanız edebiyat profesörü Smith ve birkaç kişi dışında tüm şehir halkı ölür.Şehirleri terketmeye çalışan zenginlerin ölümü ise yoksulların elinden olur.Hikaye profesörün Büyük Kanyon’a sığınması ve burada karşılaştığı bir kadın ve iki çocukla aile kurmasıyla devam eder.
Ancak ailenin dünya ile irtibatı kalmamıştır. Yıllar geçmiş ve hikayenin anlatıldığı 2073 yılına gelinmiştir. “Hayatta kalmayı başaran bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında, kabileler halinde kendi medeniyetlerini ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur çoktan.”
“Ancak sanattan bilime kadar her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine ‘yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’ üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni nesil de dünyayı hurafelerden ibaret görmekte, her türlü batıla inanmaktadır.”
“Yitip giden eski dünyanın sırlarını hatırlayan, hayatta kalan tek insan da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan Profesör Smith’tir. Onun da tek umudu yetişecek neslin bu barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı aşıp medeniyete yeniden erişmesidir.” (Kitabın tanıtım bülteninden)
London’ın döneminde mikro-organizmaların gizemli dünyası aşağı yukarı keşfedilmiş olduğu halde,yazarın bu bilgileri kullanmak yerine böyle ürkünç bir dünya çizmesinin nedeni açıktır, amaç modern dünyayı eleştirmektir.
@HurAyse
14.03.2020