Kadınların İktidarı – Adriana Valerio

Kadınların İktidarı – Adriana Valerio

Hıristiyanlığa göre tüm inananların eşit olduğunun öne sürülmesine rağmen geç antikçağda yazarlar, kadınların erkeklere göre ikincil konumda olduğu ve iktidarda rol alamayacağı konusunda hemfikirdir. Ancak aristokrat ailelerde ve krallık hanedanlarında kadınlar (eşler ve anneler) naip ve vekil olarak fiili iktidar sahnesinde boy gösterirler ve bu ailelerle hanedanların ekonomik, toplumsal ve siyasi çıkarlarının korunmasında temel yükümlülükleri yerine getirirler.

Giriş

Hıristiyanlığın yayılmasına eşlik eden karmaşık olaylar, kadınlarla erkeklerin hem dini cemaatlerde hem de sürekli olarak dönüşüm içinde olan toplumlarda rollerinin tanımlanmasıyla da yakından ilgilidir. Kadınların konumu büyük ölçüde değişime uğrarken, çözümü kolay olmayan çelişkilerden dolayı bu değişimden hem zarar hem de yarar görürler. İlkel toplumlarda Hıristiyanlığın yayılmasında kadınlara verilen rolden anlaşılacağı üzere, İsa karşısında tüm inananların eşit olduğu inancı (Gal. 3,28) kiliselerinin, Hıristiyanlığı kabul eden ve hiyerarşik ve ataerkil ilişkilere dayalı olan halklarının, aile ve toplum yapılarını edinmesiyle yeni bir boyut kazanır. IV. yüzyılda Constantinus zamanında (y. 285-337) imparatorluk dini haline gelip siyasi olarak onaylanan bu yeni dinde Yahudi kültürü, Yunan felsefesi ve Roma hukuku bir araya gelir ve her biri yüzyıllar boyunca bir standart haline gelecek olan kadın ve erkek figürlerini tanımlayan bir antropolojinin oluşmasına katkıda bulunur.

Kadınların mükemmellikten uzak doğası

Kadın-erkek arası eşitliğin öne sürülmesine rağmen ortaçağ yazarları kadınların erkeklere boyun eğmek amacıyla yaratıldığı ve doğalarının yetersiz ve mükemmellikten uzak olduğu konusunda hemfikirdir. Bu yazarlar Yunan felsefesini ve kutsal metinleri temel alırken, bazı farklılıklara rağmen infirmitas mulieris’in, [kadınların zayıflığı] apaçık ve tartışılmaz bir gerçek sayıldığı bir geleneği geleceğe aktaran patristik yorumlara dayanırlar. Havva’nın yaratılışı (“Âdem’in kaburgasından”, Yaratılış 2:21) ve cezalandırılması (“ona boyun eğeceksin”, Yaratılış 3:16), kadınların konumunu temsil eden örnekler haline gelir; Paulus’un (I. yüzyıl) mektuplarındaki “kurul sırasında kadınlar sussun,” (Korinthoslular I 14:34) ve “hiçbir kadına erkeklere ders verme veya emir verme izni vermiyorum,” (1 Timotheus 2:12) gibi ifadeler, tartışmalı ve önyargılı tefsirlerden dolayı, kadınların resmi ve üst düzey görevlerin dışında tutulmasına neden olan teolojik ve disipliner gerekçeler haline gelir.

Gerçek kadınlar

Dolayısıyla kadınların erkeklere göre ikincil konumda olması, yasalardan da önce doğa tarafından onaylanır ve kadınların hukuki alandaki sınırlı kabiliyetlerine dair inanç da sözde fizyolojik ve psikolojik zayıflıklarını temel alır: Sevillalı İsidorus (y. 560-636) çok rağbet gören Etymologiae eserinde bir kelime oyunuyla mulier [kadın] kelimesinin mollitiadan [güçsüzlük] geldiğini öne sürer. Sahte-Ambrosius’un Koloslulara Mektuplarda yazdığı üzere, kadınların yer aldığı bir yönetim doğaya karşıt sayılır (Kolossaililer 3,11) (IV. yüzyıl); zaten Aristoteles de (MÖ 384-322) “corruptio regiminis est guando regimen pervenit ad mulieres,” (“iktidar kadınların elinde olduğu zaman yozlaşır,” Politica, I,c.13) der. Ancak kadınların gerçek durumu apayrıdır ve ortaçağın tamamı boyunca etnik kökene, üye olunan toplumsal sınıfa, bağlamın kentsel mi kırsal mı olduğuna ve içinde bulunulan döneme göre farklılık gösterir. Kadınları, erkeklerin “vesayeti altında” yaşamaya zorlayan bu ikincil konum açısından tek istisna; fiili otoritenin uygulanmasında yasalara üstün gelen “örf ve âdetler” sayesinde itibarın ve iktidarın üstlenilmesinin engellenmediği asil kadınlardır. Buna göre teori, hukuki düzen ve günlük ilişkiler, hiçbir yönden çakışmayan üç farklı düzey oluşturur ve birçok farklı biçimde somut olarak kendini gösteren kadın iktidarı, ancak erkeklere özgü güç sergileyerek kendi doğasının zayıflığını aşan mulier virilis [erkeksi kadın] modeli yoluyla kabul edilir.

Ancak bu erkeksi kadınlık, iktidarın kullanım alanlarına göre bazen övgüye değer bulunurken bazen de eleştirilir; idari rollerde görev alan kadınlar hakkındaki yargılar, o rollerin inancın ve Ortodoksluğun koruyucusu olan kilisenin yararına olup olmamasına bağlı olarak farklılık gösterir. Kilisenin yararına olmadığı takdirde, kadınların iktidarı olumsuz ve gülünç bir şekilde resmedilerek ona Şeytani bir özellik atfedilir. İncil’e göre Kuzey Krallığı’na pagan ibadetini getiren kraliçe Jezabel (1 Krallar 16.18.19. 21; 2 Krallar 9), Vahiy’de sahte peygamber kadın figürüyle simgesel olarak yeniden anılır (2, 20) ve kadınların iktidarının ortaçağın tamamı boyunca korkunç bir çelişki olarak tanımlanmasına neden olur. Oysa Hıristiyanlığı kabul eden Constantinus’un annesi İmparatoriçe Elena (248/249-y. 335) insanları inanca götüren dindar imparatoriçe modelini oluşturur; temsil ettiği iktidar kendi yararına değil; inanç konusunda rehberlik yapan anne rolünden dolayı meşru bir iktidardır. Bu rolü, Fransa’da Clotilde (?-545), İtalya’da Theodolinda (?-628) ve Rusya’da Olga (y. 890-969) gibi, halklarının Hıristiyanlığı kabul etmesinde aktif rol oynayan başka kraliçelerin de üstlendiğini görürüz.

Kadın manastırları

Manastırlar içinde uygulanan iktidar, kraliçelerin Hıristiyanlığın yayılması için oynadıkları otoriter role bağlıdır. Nitekim kadın manastırlarının simgesel bir değeri olup, iktidar elde edip muhafaza etmekte ve krallık aileleriyle aristokrasinin saygınlığını ve otoritesini sağlamlaştırmakta stratejik açıdan önemli bir rol oynarlar; örneğin Brescia’daki Santa Giulia Manastırı ile Frank krallık ailesi arasında yakın bağlar vardır. Prenseslerin büyük kısmı başrahibe olur ve ekonomik, toplumsal ve dini alanda iktidarın idaresinde gerçek görevler üstlenir. Çok ünlü bir kültür merkezi olan Whitby Manastır’ında başrahibe olan Hilda (?-688), Kelt Kilisesi ile Roma Kilisesi arasında bir konsil toplantısının bu manastırda gerçekleşmesini sağlamıştır.

Hanedan İktidarının İdaresinde Kadınların Rolü

Maria Teresa Guerra Medici’nin Donne di Governo nell’Europa moderna (Modern Avrupa’da Yönetimde Rol Alan Kadınlar) (2005) araştırmasında gösterdiği üzere, akrabalık ilişkileri üzerine kurulu olan ortaçağ toplumunda iktidar, şiddet dahil çeşitli yollarla toprakları ve kentleri kontrolü altına almayı başaran egemen bir ailenin çevresinde oluşur. Bu anlamda kişisel çıkarlarla resmi çıkarlar birleşir ve siyasi komuta ile yargı yetkisi hakları derebeylerinin mülkiyet özellikleri arasında sayılır. Bu modelde iktidarın idaresi hanedanın babadan oğula geçmesiyle gerçekleşir, dolayısıyla kadınlar “üreme açısından vazgeçilmez araçlar, evlilik anlaşmalarının nesneleri, toprak elde etmenin ve akrabalık dayanışmalarının, iktidarın aktarılmasının ve muhafaza edilmesinin araçları ve hanedanın oluşumuyla devamlılığı için vazgeçilmez unsurlar haline gelirler” (age., s. 22). Dolayısıyla kadınların iktidarı uygulama yolları savaş alanında değil de dostluk ve hamilik bağlarının oluşturulmasında, diplomatik ilişkilerin ve ev içi düzenin idaresinde, hatta bazen saray entrikalarının düzenlenmesinde kendini gösterir.

Ailenin tamamı iktidarın inşasında ve miras yoluyla devredilen mülklerin bölünmezliğinin aktarılmasında rol alır. Bu süreçlere, aile içindeki eş, anne ve kız çocuk rolleri yoluyla kadınlar da yetenekleri ve cüretkârlıklarıyla dahil olurlar. Krallık hanedanlarında kralların eşleri olarak, kocalarının fiziksel yokluklarından veya hastalıklarından dolayı ülkeyi yönetemeyecek durumda oldukları zaman naip veya vekil (consortes regni) olarak görev alırlar. Kralların anneleri küçük yaştaki çocuklarının “hami anneleri” unvanıyla iktidarı ellerinde tutarlar; kızlar ise erkek kardeşlerin olmaması durumunda babalarının yerine geçerler.

Dolayısıyla bu tür iktidar şekilleri, Avrupa feodal toplumu açısından uzun ve anlamlı bir tarihe sahip olan kadın naipliği âdetinden doğmuştur.

İmparatoriçeler

Kadınların gerçek anlamda yönetimde rol alması ise IV. yüzyılda Doğu ve Batı Roma İmparatorluklarını yöneten Pulcheria (399-453) ve Galla Placidia’yla (y. 390-450) başlar (Pulcheria kardeşi II. Theodosius; Galla Placidia ise oğlu III. Valentinianus namına ülkeyi yönetir), ancak Roma İmparatorluğu ile Barbar egemenliği arasındaki geçiş döneminde de (VI. yüzyıl), annelerin küçük yaştaki oğulları üzerindeki gücü başta olmak üzere, kadınların iktidar uygulaması ender değildir.

Amalasunta

Ostrogot kralı Theodoric’in (y. 451-56) kızı Amalasunta (y. 498-535) babasının ölümü üzerine, küçük yaştaki oğlu Alaric’in (y. 516-534) naibi olarak hem sekiz yıl boyunca ülkeyi yönetir, hem de oğluna karmaşık yönetim sanatı konusunda eğitim verir. Kültürlü bir kadın olan Amalasunta Latince ve Yunanca bilir, edebiyat okur, Franklarla Burgonlara karşı başarılı seferler yürütür, yetenekli bir diplomat olup hem Bizanslılarla ittifak kurar hem de krallığın Latin unsurlarıyla uzlaşma sağlar; Cassiodorus’un (y. 490-y. 583) anlattığı üzere, “erkeksi özellikler”e sahiptir ve kadınların normal konumunun çok üzerindedir. Kadınların iktidarının kabul edilmesini sağlayan edebi bir klişe haline gelen erkeksilik özelliğine Caesarealı Prokopius da (y. 500-565’ten sonra) başvurur ve Amalasunta’yı “ülkeyi bilge ve adil bir şekilde yöneten, davranışlarında erkeksi bir tavır sergileyen” bir kadın olarak tasvir eder (Bella Gothica.V 2,2-3). Alaric’in ölümünden sonra Amalasunta Theodorico’yla (?-536) evlenir ve onu consors regni [krallığın ortağı] olarak tahta ortak eder, ancak bir kadının yönetimi elinde bulundurmasına izin vermek istemeyen ve Amalasunta’ya karşı olan Gotlarla ilişkilerini pekiştirmeye çalışan Theodorico 535 yılında onu öldürtür.

Theodora

I. Justinianus’un (481?-565) karısı ve Doğu Roma İmparatoriçesi Theodora’ya (?-548) gelince, Roma’dan bağımsız olduğu için Prokopius onu çok kötü biri olarak tasvir eder. Amalasunta’nın öldürülmesinde Gotlarla işbirliği yapan Theodora, Justinianus’un iktidarı sırasında yanında yer alır; eleştirel yeteneği ve karar alma kabiliyeti sayesinde Nika İsyanı’na (532) güçlü bir tepki vererek imparatorun kaçmasını engeller ve ordunun yönetimini yeniden ele geçirir. Theodora, sadece siyasi alanda değil, dini alanda da kendini kabul ettirmeyi başarır ve Roma’ya yaklaşmaktansa Doğu İmparatorluğu’nu bir arada tutmanın daha yararlı olacağını düşünerek monofizitlere destek verir.

İrene

Bizans Hıristiyanlığıyla ilgili olarak, Bizans’ın Maria Theotokos’nın [Tanrı’nın Annesi] ibadetine verdiği önemi ve güçlü kadın imgesiyle bağlantılı olarak kadınlara imparatorluk iktidarına erişme imkânı sağlamış olduğunu vurgulamak gereklidir. IV Leo’nun (750-780) karısı İmparatoriçe İrene (752-803) kocasının ölümünden sonra on yıl boyunca oğlu VI. Constantinus’un (771-797) namına yönetimi üstlenir ve hem siyasi hem de dini alanda yetenek ve enerji sergiler; ikona ibadetini yeniden başlatmak için İznik Konsili’ni toplayan da odur. Oğlu reşit olunca annesini uzaklaştırsa da yeniden Byzantium’a çağrılan İrene, Constantinus’la birlikte altı yıl boyunca ülkeyi yönetir, sonra oğlunu tahttan indirerek gözlerini oydurtur. Ülkeyi beş yıl daha tek başına yöneterek Avrupa tarihinde mutlak hükümdar olan tek kadın haline gelir.

İrene’nin dönemi dini, diplomatik ve ekonomik açılardan önemlidir. 802’de saray içinde baş gösteren bir isyan sonucunda tahttan indirilir.

Barbar kraliçeler

Merovenj döneminde kraliçe olan Brunhilde (545-613) ile Bathilde de (?-680) ana kraliçe olmuş, kendilerinden oğulları reşit olana kadar yönetimde olmaları istenmiştir. Vizigotların kraliçesi Brunhilde, oğlu Childebert (y. 540-604) reşit olduktan sonra bile naiplik görevine devam ederek 40 yıllık bir süre boyunca Burgonlar üzerinde etkili olur. Gregorius Magnus’un (y. 540-604) ona gönderdiği mektuplar, Brunhilde’nin siyasi rolünü ve Roma piskoposunun kendi dini amaçları yararına bu kraliçeyle ittifak sağlama isteğini teyit eder. Brunhilde’nin güçlü kişiliğini tasvir eden Tours piskoposu Gregorius (538-594) piskoposların seçimine yaptığı aktif müdahaleye dikkat çekmenin yanı sıra rakiplerine işkence uygulatmak veya onları öldürtmek gibi, iktidarı elinde tutmak için uyguladığı zalim yöntemleri vurgular. Brunhilde, asillerin desteklediği II. Clothar tarafından yakalanır, işkenceye tâbi tutulur ve öldürülür.

II. Clovis’in (633/634-657) evlendiği Anglo-Sakson köle Bathilde ise kocasının ölümü üzerine hem idari reformlar alanında hem de Merovenj Krallığı’nın birliğinin yeniden oluşturulmasında oğlu III. Clothar’ın (y. 659-673) yararına önemli bir siyasi rol üstlenir. Birçok monastik vakıf kuran (ve Colomban’ın kurallarının yayılmasını teşvik eden) Bathilde son günlerini Paris yakınlarındaki Chelles’de bulunan krallık manastırında geçirir ve azize ilan edildikten sonra dindarlara, yoksullara ve hastalara yardımcı olan Hıristiyan kraliçeler için bir örnek teşkil eder.

Radegonde

Merovenjlerin inşa ettiği azizlerin yaşam öyküsü geleneğinde, dünyayı arkasında bırakarak kendini Tanrı’ya adayan, aristokrat aileden olmasına rağmen toplumsal statüsünden vazgeçerek yoksulların hizmetinde çalışan azize kavramı öne çıkar. Bu anlamda, Radegonde (520-587), manastırı krallığa tercih eden azize kraliçe imgesini sunar. I. Clothar’ın karısı olan Radegonde, ağabeyi kocası tarafından öldürülünce ondan ayrılır ve diyakon olarak Noyon’a çekilir.

Angelberga

Frank imparatoru II. Ludovik’le beraber iktidarı paylaşan Angelberga (y. 830-890/891) diplomatik misyonlarda ve savaşlarda önemli bir rol oynayarak Ludovik ile kardeşi Lothar arasındaki kavgalara, hatta Lothar ile Papa II. Hadrianus arasındaki ihtilaflara müdahale eder. Ludovik’in ölümü (875) üzerine, erkek çocuğu olmayıp sadece iki kızı olan Angelberga’nın konumu zayıflar. Manastıra kapanır, ama Dazlak Karl tarafından tutsak alınarak Germen Krallığı’na götürülür.

Adelaide

Önce II. Lothar’ın (?-950), sonra da İmparator I. Otto’nun (912-973) karısı olan Burgonyalı Adelaide (y. 931-999), coimperatrix [eş imparatoriçe] olarak diplomatik alanda büyük nüfuz sahibidir. Kocasının 961 ile 973 arasında İtalya’ya düzenlediği seferlere katılır ve dul kaldıktan sonra önce oğlu II. Otto’nun (955-983) hamisi, oğlunun ölümünden sonra da vicaria regni [krallığın vekili] olarak konumunu güçlendirir. Sekiz yıl boyunca III. Otto’nun (980-1002) naibi olan Bizans asıllı yetenekli ve güçlü gelini Teophano’nun da (y. 955-991) dahil olduğu yerel ihtilafların çözümünde de yeteneklerini sergiler. Teophano öldüğünde, Adelaide saray çevresinde nüfuz sahibi olmaya devam eder; dini alanda da etkisini göstererek manastırlar kurar ve Cluny reformlarına destek verir. Yaşlılığında Seltz Manastırı’na çekilen Adelaide ölümünden sonra azize ilan edilir.

Marozia

Roma “pornokrasisi” olarak bilinen kavram iktidarın kadınların elinde olduğu özel bir örnek oluşturur. X. yüzyılın ilk yarısında, Roma üzerinde kontrol sahibi olan Theophylactus hanedanının kadınları Roma siyasi yaşamı ve papaların seçimi üzerinde etkili olarak iktidarı elde etmek veya kendi oğullarına geçmesini sağlamak için ahlaksızca stratejiler geliştirirler. Marozia adlı bir kadının (y. 892-937’den önce) Papa III. Sergius’tan (?-911) bir oğlu olur. Güçlü annesi -ve sonradan Papa X. Yuhanna adıyla papa olacak olan Ravenna başpiskoposu’nun muhtemelen metresi- Theodora’nın desteğiyle, Marozia oğlunun XI. Johannes (911-935) adıyla Papalık tahtına oturmasını sağlamayı başaracaktır. Marozia’nın kocası Spoletolu Albericus’tan olma oğlu II. Albericus (?-954) ise yirmi yıl boyunca Roma şehrini yönetecektir.

Dolayısıyla kadınların pasif takas nesneleri olduğu veya ellerindeki iktidarı erkeklere göre farklı bir şekilde uyguladıkları söylenemez. Deneyimlerin çeşitliliğinde ve siyasi içgüdü ve güçlü karakterin önemli olduğu iktidarın idaresinde cinsiyet farklılıklarının fazla önem taşımadığı anlaşılmaktadır.

EDİTÖR: UMBERTO ECO,
ORTAÇAĞ
BARBARLAR * HIRİSTlYANLAR * MÜSLÜMANLAR
Çeviri: Leyla Tonguç Basmacı
ALFA Basım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir