?Kırmızı Pelerinli Kent?i okuyun. Dilerseniz bir roman gibi, arzu ederseniz öykü tadında, dilerseniz gezi kitabı okurmuşçasına, dilerseniz Aslı Erdoğan?ın otobiyografisi niyetiyle okuyun. Önemi yok. Dönüp dolaşıp geleceğiniz nokta, kendi yalnızlığınız olacaktır.
Kentler, büründüğümüz kıyafetler gibidir. Kimi zaman bol, dökümlü, zengin gösteren, kimi zaman eski püskü, gariban ama mağrur, bazen renkli, coşkulu ve canlı, bazen de gri, soluk, bulanık ve kasvetli. Üzerimize yakıştırdığımız kent bizi sarmalar ve dışarıdan, başkalarının gözünde nasıl algılandığımızı belirler.Bazısı da vardır ki çırılçıplak bırakır, açgözlülükle yuttuğu insanlarını. Rio gibi. Cinselliğin buharında soluk alıp verebilen bir kent: Rio de Janeiro. Hep çırılçıplak ama hep maskeli. Hep doygun ama hep aç?
Kırmızı Pelerinli Kent?te Özgür?ü anlatıyor Aslı Erdoğan. Rio?da, tuzu kuru hayatına dair her şeyi geride bırakıp, üzerine sinen her şeyden vazgeçip, belki de kimsenin okumayacağı, kimsenin hayatını değiştirmeyecek bir kitap yazmaya, ?Kırmızı Pelerinli Kent?i yazmaya koyulan, gönüllü göçmen, gazete kâğıdı tenli Özgür?ü anlatıyor bize. Yani biraz kendisini ve bir andan sonra da, size sizi yansıtıyor. Çünkü satırlarda ilerledikçe, yeryüzüne saplanmış hançerler gibi ufuk çizgisini parçalayan dağlar, baş döndürücü uçurumlar, yüce, yabanıl ve yırtıcı kayalıklar sizi içine alıyor ve bir noktadan sonra siz de Favela?larda sıcak ölümü soluyan, boynuna kırık bir bira şişesi dayanarak, hayatı cebindeki üç beş reale indirgenen bir Carioca?ya dönüşüyorsunuz. Gerisin geriye dönüp, sükûnetle örülmüş hayatınıza kaçmak da, kalıp bu tuhaf, gizemli, korkunç ve cezbeli şehirle hesaplaşmak da sizin elinizde.
Tercihiniz hesaplaşmaktan yana olduysa şayet, varoluşun doruklarında ve yokluğun sınırlarında dolaşırken hep, hiçbir zaman ele geçmeyen, delifişek, cilveli, düzenbaz Rio?yu soluyacaksınız. İnsanın, doğayı biçimlendirmeye çalışmasıyla dalga geçen, diz boyu suça batmış, ucuz melez eti, kokain ve silah ticaretiyle palazlanan, altı yüz tepesinin tamamına favela?larca (çete) el konmuş, sokaklarına yüz binlerce evsiz barksız paslı çiviler gibi saçılmış bir kent Rio. Huzurlu hayatlarımıza ağır gelen, korkunç, yabanıl, ölümle kol kola yaşayan, onulmaz bir kent. Öyleyse kitabın kahramanı ?Kırmızı Pelerinli Kent?e dair, karşı koyamayacağınız ve Özgür?ün de içinde kaybolduğu cazibesinin kaynağı ne? Cevabı Aslı Erdoğan?a bırakalım: ?İşte açlıktan ölmek üzere olan bir kadının bulanık, sisli, dipsiz gözlerine bakıp da mutlulukla, gerçek mutlulukla karşılaştığınızda Rio?nun labirentlerinden içeri dalmış olacaksınız.? Gerçekten de karşı konulmaz bir teklif değil mi? İnsanın damarlarında kanının akşını hızlandıran, olağanüstü bir çağrı. O halde söyleneni yapalım; ?Şimdi gözlerinizi kapayın. İçimden ona kadar sayacağım. On dediğimde Rio?da olacaksınız. Ne yazık ki gözlerinizi ne zaman açmanız gerektiğini ben söylemeyeceğim.?
Evet sevgili okur, şimdi Rio?dasın. Ama hayır, okyanus boyu uzanan farfaralı ve dünyanın en pahalı apartmanlarının dizildiği Ipanema kumsalında veya melez kalçaların samba ritimleriyle salındığı coşkun karnavalda ya da İsa?nın meşhur, kartpostal heykelinin bulunduğu tepede değil. Rio?nun olağanüstü güzel yüzünü, çiçek bozuğuna çeviren altı yüz kadar favelanın arasındaki Santa Teresa?da, Özgür?ün bir sürü kiracıyla birlikte sığındığı, Akdeniz dokusuna sahip villadasın.
Mimarsanız şayet, Özgür?ün, Avrupalı sömürgen köklerini Rio?da ısrarla yaşatmaya kararlı ev sahibi Profesör Botelho?nun azgın ormana komşu evine dair, dokuz ve onuncu sayfalardaki betimlemeyi okuyup, mesleğinizin sosyoloji, tarih ve hatta psikolojiyle ne denli iç içe olduğuna, olması gerektiğine dair kafa yorabilirsiniz. Dahası, kitapta aralıklarla karşınıza çıkan, bir kentin, orada yaşayan insanlar kadar o kentte mevcut yapıları, yaşam alanlarını ve yaşam tarzını da nasıl şekillendirdiğine dair ipuçlarını da görebilirsiniz. Ben burada uzun uzadıya bahsetmeyeceğim bunlardan. Çünkü kitabın gerçek kahramanı ?Rio? hakkında edilecek birkaç sözümüz daha var. Bu eve dair ille de bir şeyler duymak gerekir derseniz evin, suni şaşaasına rağmen eğreti haline karşı koyarcasına duvara asılan afişten bahsedelim. Afişte, öpüşen bir çiftin, yakın çekim, aralık dudaklarını görüyoruz. Öpüşmek için değil de, sanki daha çok, annesinin gagasına uzanan aç bir yavru kuş gibi. Bazen küçük bir dokunuş, çok şeyi değiştirir. Mekânda, edebiyatta ve hayatta.
Bilindik kalıpların dışına taşıyor sizi Aslı Erdoğan. Tek sözcükle tanımlanabilse ?Kaos? olarak anılacak Rio da, ancak böyle bir edebiyatı kaldırırdı herhalde. Yolu o kaosa düşmüşlerden birinin sözleri ise şöyle; ?Şu koca dünyada nereye ayak bastıysam, karşıma hep yüzeysellik çıktı, ama burada bir sanata dönüşmüş.? Ve hem okumaya devam ederken ve hem de ölümcül hayatımızın içinde bir andan sonra, kaos düzenin yerini alıyor, parçalar bütünün, yabanıl evcilin. Sahi siz hiç, yüzeyselliği veya her neye değer veriyorsanız onu, sanata dönüştürmeye çalıştınız mı? Denemek lazım.
Özgür?ün kitabı ?Kırmızı Pelerinli Kent? ile elinizde tuttuğunuz/tutacağınız kitabın iç içe geçmesi gibi, Rio ile İstanbul da iç içe geçiyor kimi zaman. Ruhumuzda yaşadığımız kaçışlar, hatırlayışlar gibi, Rio?da da, Pierre Loti?den görünen Haliç manzarasını andıran bir İstanbul noktası bulunuyor. Bu İstanbul noktasına, karnı burnunda bir kadını andıran otobüsle, Rio yokuşlarında homurdanarak, öksürüp tıksırarak ve hıçkırıklara tutularak çıkılıyor. Ve bu vardığınız son noktada anlıyorsunuz ki bir çember üzerinde dönüp duruyorsunuz.
Sonra o yokuştan aşağı inmeye başlayacaksınız. Çıkarken zorlanmanıza kıyasla daha kolay gelecek belki bu iniş. Ama yokuşun sonunun nereye vardığını bilmiyorsanız, vay halinize. Santa Teresa?nın hiç tekin olmayan yokuşundan aşağı, kente doğru ineceksiniz. Arnavut kaldırımı belki kırk yıldır yenilenmemiş yol, Amazon ırmakları gibi kıvrılıp bükülecek, ikide bir sert kavislerle yön değiştirecek. Efendim? Hayat gibi mi dediniz? Kim bilir belki de. Belki de Aslı Erdoğan?ın anlatmak istediği, Rio?nun, nam-ı diğer Kırmızı Pelerinli Kent?in anlatmak istediği, yokuş yukarı ya da aşağı, sonunda ölüm olsa da, yolda olmaktan keyif almamız gerektiğidir. Âdem?in uğruna ölümsüzlüğü teptiği şeyin, yani ?Bilinmeyen? in tadını çıkar. Mademki sonu değiştiremiyoruz.
Kentler, büründüğümüz kıyafetler gibidir. Biz onları seçtiğimizi sanırken, onların bizi biçimlendirdiğini fark edemeyiz bile. Ötemizde berimizde dolaşanlar da aynı aymazlığın pençesindedirler. Ruhunuza, yüreğinize ve bakışlarınıza siner yaşamayı seçtiğiniz kent. Ve Rio?da karşınıza çıkacak olan, karşısındakini yok etmekten çok, hiç var olmadığını düşleyen birinin bakışlarıdır. Varlığın, yokluğun, ölümün ya da hayatın değil, hiçliğin bakışları.
?Kırmızı Pelerinli Kent?i okuyun. Dilerseniz bir roman gibi, arzu ederseniz öykü tadında, dilerseniz gezi kitabı okurmuşçasına, dilerseniz Aslı Erdoğan?ın otobiyografisi niyetiyle okuyun. Önemi yok. Dönüp dolaşıp geleceğiniz nokta, kendi yalnızlığınız olacaktır. Öyleyse Rio?nun kuytularında, keyifle yalnızlığınızın izini sürün. Belki an gelir, bir dostunuza da rastlarsınız. ?Kabuk Adam? veya ?Mucizevi Mandarin? olabilir rast geldiğiniz bu dost.
?Kırmızı Pelerinli Kent?i, bir edebiyat eserinin, bambaşka bir biçimde nasıl inşa edildiğini anlamak için okuyun. Bir bina içinde kullanılan malzemenin bütüne, ardından bütünün, o binayı inşa edene nasıl dönüştüğünü görmek için okuyun. Gereksiz bir tek malzeme/kelime kullanılmadığını ve bununla birlikte, hiçbir cümlenin/odanın eksik kalmadığını, her şeyin yerli yerinde olduğunu görebilmek için.
Bir de tavsiyeyle bitirmek gerekir belki de. Bu yerinde tavsiyenin aslolan Aslı Erdoğan?dan, aslın sureti Özgür?den, bendenizden, artık resim yapmayı bırakıp sessizliğe sığınmayı yeğleyen Senhor de Oliveira?dan ya da bizzat kitabın kahramanı, delifişek Rio?nun ta kendisinden geldiğini varsayabilirsiniz, fark etmez, aynı kapıya çıkar. Şöyle ki; ?Gerçi Kırmızı Pelerinli Kent, pikapta Chopin noktürnleri dönerken okunacak bir metin değil, olamaz da. Çünkü benim yazdığım yerlerde silah sesleri duyuluyor.?
Fuat Sevimay
http://ilerihaber.org/, 26-08-2014
Aslı Erdoğan, Kırmızı Pelerinli Kent / Everest Yayınları 144 s. 2014