“Yirminci yüzyılın ortasında Walter Benjamin, ‘Bugün içinde bulunduğumuz olağanüstü tehlike hali istisnai bir durum değil, kuraldır. Bu kavrayışa uygun bir tarih mefhumu geliştirmeliyiz,’ diye yazmıştı.
“Böyle bir tarih mefhumu bağlamında her basitleştirmenin, her yaftanın iktidar sahiplerinin işine yaradığını görmemiz gerekir; güçleri arttığı oranda basitleştirmelere olan ihtiyaçları da artacaktır. Öte yandan bu kör gücün zulmünü çekenlerin ya da ona karşı savaşanların çıkarlarına şimdi ve uzun vadede hizmet edilmesi, ancak çeşitliliği, farklılığı ve karmaşıklığı kavramak ve kabul etmekle mümkün olabilir.”
John Berger’ın 11 Eylül’den Irak Savaşı’na, Filistin’den Katrina felaketine, Nâzım Hikmet’ten Pasolini’ye birçok siyasal soruna ve sanatçıya ilişkin duygu ve düşüncelerini dile getirdiği yazılarından oluşan bir kitap Kıymetini Bil Herşeyin. İçtenliğini yansıtan zarif bir sadelikle kaleme aldığı bu yazılarla John Berger bizi dünyaya adil, müşfik, ama en önemlisi gören gözlerle bakmaya davet ediyor.
Canan Armoni Altın ‘ın 11/09/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan “Direnişe dair notlar” adlı Yazısı
Günümüz dünyasında hayatımız bir bombardıman altında geçiyor. Her türlü bilgiye istediğimiz anda ulaşma imkânının yeniliğini çoktan geride bıraktık, artık her türlü bilginin bize istediği anda ulaşması söz konusu. Bu bombardımanın içinde nitelikli bilgiyi ayırt etmeye zaman yok. Zihni karmakarışık bir toplum haline geliyoruz… Kimi zaman da gerçek anlamda bir bombardıman bu. Küreselleşen dünyadaki her şey gibi yanıbaşımızda olan bir şehrin üzerindeki bombardıman; ve biz günümüzde bunu teknoloji aracılığıyla bulunduğumuz yerden canlı olarak izliyoruz. Az önce izlediğimiz dizi ne kadar gerçekse, bu da ancak o kadar gerçek bizim için. Kendi yaşadığımız sözde bilgi bombardımanı içerisinde, her şey gibi bunun üzerine düşünmeye de zaman ayıramıyoruz.
John Berger, yeni kitabı Kıymetini Bil Herşeyin?i, bu iki türlü bombardımanın arasına sanatı koyarak düşünmek için zaman yaratan bir bakış açısıyla yazmış. Küreselleşmenin her şeyden haberdar olmayı, ama aynı anda bunları düşünmek için zaman bırakmayacak bir hızı birlikte sunarak kendi varlığını ve devamlılığını garantiye aldığı bir çağda, bu karmaşa içinde kendi varlığımızı sürdürmeye çalışırken, sürekli bir değişim içinde kendimizi ait hissedebileceğimiz kalıcı bir yer ararken; Berger, küreselleşmenin, sadece zamansızlığı değil, mekansızlığı da beraberinde getirdiğini fark edip Kıymetini Bil Herşeyin?de şöyle soruyor:
?İnsanlar her yerde -çok farklı koşullarda- kendilerine ?Neredeyiz?? sorusunu soruyor. Bu coğrafi değil, tarihi bir soru. Neler yaşıyoruz? Nereye sürükleniyoruz? Neler kaybettik? Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmaksızın yaşamaya nasıl devam edeceğiz? İnsan ömrünün ötesine uzanan bir tahayyüle sahip olma kabiliyetimizi nasıl yitirdik??
Yükselen bir tiranlık var
Kitap, John Berger?in 2001-2006 arasında yazdığı yazılardan oluşuyor. Berger, kitabında sorduğu bu soruların yanıtlarını ve kapitalizm ve küreselleşmenin ekseninde dönen dünyadaki çarpıklıkları; Dvorak?ın müziğinden Filistinlilere, Francis Bacon?un resimlerinden Hiroşima?ya atılan atom bombasına, Pasolini?nin filmlerinden Katrina Kasırgası?na, Irak?ın işgalinden Platonov?un öykülerine, Nazım Hikmet?in şiirlerine, 11 Eylül saldırılarından, Spinoza?ya, Heidegger?e uzanan geniş bir ufukla sorguluyor. Kitabı etkili kılan, bombardımana maruz kalmış, karmakarışık zihinlerimizde her şeyi yerli yerine oturtması, üstelik bunu alıştığımız yöntemlerle değil; hiçbir söyleyeceğinden fedakârlık etmeden, düşünmeye itmekten sakınmadan yapması. Sık rastlanmayan cesurlukta bu yazılarda Berger, son yıllarda tanıklık ettiği küresel olaylara tavrını ortaya koyarken, yaşananlara psikolojinin, yaratıcılığın, politikanın ve tarihin çerçevesinden bakma taraftarı.
Sık rastlanmayan cesurlukta olmasının sebebi, Berger?in yeri geldiğinde toplumdaki tabuları yıkması. Fakat bunlar herkesin defalarca yıktığı, yıllar önce tabu olmaktan çıkmış bayat konuşmalar değil. Örneğin, 2000?li yıllarda hiç olmadığı kadar lanetlenen terörün, yükselen tiranlığın bir sonucu olduğunu ifade ederken tercihi, bunu ?Bu despotluğa karşı muhalefetin her türü anlaşılabilir? kadar radikal bir söylemle ortaya koymaktan yana.
Bütün bu yazıları birbirine bağlayan şey, kitabın alt başlığına bakınca net bir şekilde anlaşılıyor: ?Hayata Tutunma Ve Direnişe Dair Notlar?. Seksen bir yıllık hayatı boyunca sanat eleştirmenliği ve yazarlığı dışında Marksistliğiyle de tanınan John Berger, bütün bunları bir araya getirdiği ?notlar?ında, bir yandan adaletsizliğin, küreselleşmenin çarpıklığının, kapitalizmin tiranlığının karşısına dikilirken, diğer yandan şiirden, müzikten, sanattan bahsederek içtenlikle umutsuzluğa yer bırakmayan bir noktada durmakta.
Orhan Tüleylioğlu, ?Mutluluk rastlantısaldır, devamı olmaz?, Milliyet Sanat, Mayıs 2009
Deneme, inceleme, roman, öykü gibi farklı türlerde başarılı yapıtlara imza atan John Berger, ülkemiz okurlarının da sevdiği yazarlardan.
Her yazdığı ilgiyle karşılanan, yapıtlarında daha çok, çağın temel sorunlarına ve bunların neden olduğu felaketlere değinen Berger, birçok siyasal soruna ve sanatçıya ilişkin düşüncelerini dile getirdiği yazılarından oluşan Kıymetini Bil Herşeyin adlı kitabında da, okura alışılmadık bakışlar, yaklaşımlar sunmayı sürdürüyor. 11 Eylül?den Irak Savaşı?na, Filistin?den Katrina felaketine, Nâzım Hikmet?ten Pasoloni?ye uzanan yazılarında okura insan olmanın değerlerini anımsatıyor.
Kendisiyle yapılan bir söyleşide ?Kelimelerin siyasiler, editörler, sözde entelektüeller ve medya tarafından bu denli taciz edildiği şu dönemde, şiir bize en derin hakikati anlatabilir? diyen Berger, Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar alt başlığını taşıyan kitabında şiir düşüncemize de katkıda bulunuyor.
?Söylesem Sevdamı Yumuşacık? başlıklı denemesinde Nâzım Hikmet?in şiirlerinde iz sürüyor; yazısının sonunda Nâzım?a şöyle sesleniyor:
?Sana içinde bulunduğumuz dönem hakkında bir şeyler sormak istiyorum. Tarihte gerçekleşmekte olduğuna ya da gerçekleşeceğine inandığın şeylerin çoğu hayal oldu. Senin düşlediğin sosyalizmin hiçbir yerde kurulduğu yok. Şirket kapitalizmi, yükselen muhalefete rağmen, engel tanımadan ilerliyor ve Dünya Ticaret Merkezi?nin ikiz kuleleri yıkıldı. Aşırı kalabalıklaşan dünyamız her geçen yıl daha da yoksullaşıyor. Dino?yla birlikte gördüğünüz mavi gök nerede bugün??
?Neredeyiz? başlıklı denemesinde, bugün yeryüzünün acılar içinde yaşamasını, akıl almaz bir durum olarak değerlendiriyor. Şimdiye kadar misli görülmemiş en zalim bir kaosun içinde bulunduğumuzu söyleyen yazar, bunu nedenini gezegenimizde aşırı güçlenen ve saldırganlaşan tüketim ideolojisinde arıyor. Nihai amacın bitmek tükenmek bilmeyen bir kâr kaynağı yaratmak olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların hemen her yerde aynı kaygılarla kendilerine ?Neredeyiz?? sorusunu sorduğunu, bu soruya uzmanların verdiği yanıtın ise ?Hiçbir yerde!? olduğunu belirtiyor ve ?Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmaksızın yaşamaya nasıl devam edeceğiz?? diye soruyor.
?Korkuyu Tasavvur Edelim? yazısında Irak Savaşı?na bambaşka açılardan yaklaşarak ele alıyor. ?Tarihte benzeri görülmemiş üstünlükteki silahlarıyla galipler, kazanmaya yazgılı galipler, sanki korkmuş gibiydiler,? diyen yazar, Yeni Dünya Düzeni?nin liderlerinin korku ile nikahlı olduğunu öne sürüyor. Ona göre, Birleşmiş Milletler?e meydan okuyarak başlatılan savaşın başlıca amacı, ABD çıkarlarına boyun eğmeyip direnen herhangi bir liderin, ulusun, topluluğun ya da halkın başına neler gelebileceğini göstermektir.
Filistin?i konu aldığı denemesi ?Taşlar?da yazar, bu ülkenin gündelik yaşamından kesitler veriyor, ?Ben galiplerin değil, onların korktuğu mağlupların arasındayım. Galiplerin devri her zaman kısadır; mağlupların ise anlatılamayacak kadar uzun? diyor.
?Duvarlara Karşı Durmanın On Yolu?nda, dünyadaki yoksulluğa değiniyor. Günümüz dünyasının modern yoksulluğun bir başka türünü yaşadığı görüşünü dile getiren yazar, umutsuzluğun ihanete uğramışlık duygusundan kaynaklanan bir his olduğunu, umutsuzluğun yarattığı boşluğu kederin doldurduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor:
?Kederin nihilistlikle ilgisi yoktur. Çağdaş anlamda nihilistlik kâr peşinde koşmayı tüm toplumsal faaliyetlerin başlıca amacı olarak kabul ettiğinden, başka herhangi bir düzeyde üstünlüğe inanmayı reddeder; yani, her şeyin bir fiyatı vardır. Nihilistlik, Fiyat?ın her şey demek olduğu savına boyun eğmektedir. Korkaklığın en son tezahürüdür bu. Lakin yoksullar bu duruma kolay kolay razı olmaz.?
Halk kitlelerinin henüz ortaya atılmamış sorulara verilecek cevapları, duvarları aşan direnme yetenekleri olduğunu belirten yazar, bu dünyada adalete özlem duyulmadıkça mutluluk da yoktur diyor ve şunları ekliyor:
?Mutluluk peşinden koşulacak bir şey değildir, tesadüfi bir karşılaşmadır. Ne ki, çoğu karşılaşmaların bir devamı vardır; bir vaat içerir. Mutluluk rastlantısaldır, devamı olmaz. Her şey bir anda olur. Istırabı dağıtan mutluluktur.?
John Berger, sonuna dek sorgulayan, eleştiren bir siyasi bakışla kaleme aldığı yazılarında halkların kaderini değiştiren politik oyunlara, yalana, adaletsizliğe, şiddete, savaşa, teröre, kedere açıkça meydan okuyor ve soruyor: ?KÜRESEL İKTİDAR BU KARA CAHİLLERİN HİSSİZ ELLERİNDE DAHA NE KADAR KALACAK??
Pakize Barışta ‘nın 05.04.2009 Tarihli Taraf Gazetesi’nde Yayınlanan Yazısı
Edebiyat kimin yanında durur daha çok?
İnsanlık halleri içinde kurtuluşun yanında durmaz mı?
Edebiyatın sınırsızlığı, yanında durduğu insanın mağdur halinin sınırsızlığıdır aslında.
?Günümüzde sınırsızlık, yoksullardan yanadır? diyor John Berger.
Kıymetini Bil Herşeyin, John Berger?ın bir hayata tutunma ve direniş kitabı. İçinde son yıllarında yazdığı önemli makaleler var. İnsanı alarme eden, hangi manada olursa olsun direnişe çağıran yazılar bunlar; o kadar telaşlı ki yazar, ilk çağrısına Hemen Şimdi adını vermiş.
?Hareketin vaadi, gelecekteki zaferidir; oysa rastlantıya bağlı durumlarda vaat anlıktır. Böyle anlar, ister hayat koşullarını iyileştirsin ister felaketle sonuçlansın, eylem içinde özgürlük deneyimleridir. (Eylemsiz özgürlük olmaz zaten.) Bu gibi anlar ?hiçbir tarihsel ?sonucun? asla olamayacağı denli- aşkındır; Spinoza?nın ifadesiyle ebedidir, sonsuzluğa açılan kâinattaki yıldızlar gibi sayısızdır. Her arzu özgürlüğe yol açmaz, ama özgürlük bir arzunun tanınması, seçilmesi ve peşine düşülmesi yolunda bir deneyimdir.?
Hemen Şimdi, Kıymetini Bil Herşeyin adlı kitabın duygu ve düşüncelerini ?tüm paragraflarda ve tüm kelimelerde- özetlemekle kalmayıp, yazarın insanlık sorumluluğu ajitasyonunu da çok etkili bir biçimde tembihlemiş oluyor hepimize.
Aynı zamanda yazının; siyasasız, neredeyse hiçbir değer taşıyamayacağının da bir ispatı Kıymetini Bil Herşeyin.
John Berger, şefkatli, adaletli ?bütün umutsuzluklara rağmen- dünyayı bakışlarla taramamızı tembihliyor adeta. Gerçek direnişe ancak böyle bir duyarlılıkla ulaşılabilir zaten.
John Berger?ın yeni yayınlanan Kıymetini Bil Herşeyin adlı kitabındaki son yazısının adı ise, Sanat, Müzik ve Kültür; bu üçlünün yaratıcıları ?Filistin?in İsrail?e karşı Akademik ve Kültürel Boykot Kampanyası?nda buluşmuşlar. Doksan dört aydın ve sanatçının ?ki içlerinde İsrailli olanlar da var- imzalarını taşıyan mektubu da John Berger kaleme almış.
Mektup şu ifadeyle bitiyor: ?Yaratıcı yazar ve sanatçıları boykot için imza vererek Filistinli ve İsrailli meslektaşlarımızı desteklemeye çağırıyoruz. İsrail?e gitmeyin, orada sergi açmayın ya da herhangi bir etkinlikte rol almayın!?
John Berger?ın aydın sorumluluğu ve direniş duyarlılığı Selimiye Kışlası?na kadar uzanıyor.
Yazar, yirmi yıl kadar önce kışlanın önünde durur, düşünür ve Söylesem Sevdamı Yumuşacık adlı makalesini yazarken yeni bir kavrayışa kavuşur: ?Bina ölçülü bir tonda, burada her kim kalırsa kalsın ve bu duvarlar arasında her ne olursa olsun unutulmaya, kayıtlardan silinmeye, Avrupa ile Asya arasındaki bir yarıkta gömülüp yok olmaya mahkûmdur, beyanında bulunuyordu. İşte o zaman Nâzım?ın şiirinin benzersiz ve zorunlu stratejisine ilişkin bir şeyi kavradım: Sürekli olarak kendi tutsaklığını aşmak zorundaydı! Tutuklular hemen her yerde Büyük Firar?ı hayal ederler; Nâzım?ın şiirinde ise buna rastlanmaz. ?Bizi esir ettiler / bizi hapse attılar: / beni duvarların içinde, / seni duvarların dışında. / Ufak iş bizimkisi. / Asıl en kötüsü: / Bilerek, bilmeyerek / hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması…??
Kıymetini Bil Herşeyin, konusuna son derece hâkim, dikkatli ve manalı önerilere sahip bir mesaj taşıyor: Özgürlük.
John Berger?ın kaleminin geniş bir yelpazesi var. Sanat eleştirisinden romana, senaryodan belgesel yazarlığına kadar uzanan zengin bir kültür bu aslında. Ama ne yazarsa yazsın, yazısında her zaman şunu hissediyor insan; ?ki son kitabında da oldukça net görünüyor bu- sesin yükseltilerek yönetimin sessizliğinin bozulması gerekir.
Ancak bu ses ortak eylemin sesi olmalıdır yazara göre.
Açık ya da gizli, onun mesajı budur hep.
Kıymetini Bil Herşeyin, önemli bir başucu kitabı olabilir bence. Düzenin apolitizasyonuna karşı, gerçek bir entelektüel direniş sergiliyor çünkü.
Berger?ın kitabı, adını Gareth Evans?ın yazara ithaf ettiği şiirden alıyor. Çok etkileyici bir şiir, ama bu köşe için uzun biraz, bu yüzden sadece son bölümüne göz atabiliriz:
?(…) bize doğru açtıkları patikaların ve onlara açılmalarımızın
çimenin adaletinin, ki sarayları çökertir ama arayış türkülerini saklar
dalgalara isim koyan teknenin, hayatın kâsesinin, günlerle dolup
sevdiği şeye dönüşmek için batan
ağacın oldum olası tohum diye bildiği şeye dönüşen belleğin
sözlerin
ekmeğin
kapının ardındaki doğrulara uzanan çocuğun
dünya meclisindeki coşkulu hayvanların
yeniden birlikte başlama özleminin
insanların, odadaki insanların, sokaktaki insanların
kıymetini bil herşeyin?
Kitabın Künyesi
John Berger
Kıymetini Bil Herşeyin
Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar
Özgün adı: Hold Everything Dear
Dispatches on Survival and Resistance
Çeviri: Beril Eyüboğlu
Yayına Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan
Kapak Fotoğrafı: Beril Eyüboğlu
Kitabın Baskıları:
İlk Basım: Mart 2009
İÇİNDEKİLER
Hemen Şimdi
Umutsuzluğun Yedi Katmanı
İnadına Yaşamak
Söylesem Sevdamı Yumuşacık
Neredeyiz?
Terörizme Karşı Savaş mı, Terörist Bir Savaş mı?
Korkuyu Tasavvur Edelim
Taşlar
Kafamızdaki Koro ya da Pier Paolo Pasolini
Merhametsizliğin Ressamı?
Duvarlara Karşı Durmanın On Yolu
Hayatlar ve Nutuklar
Kopan Bağlara Dair
Mekânla İlgili On Not
Arzunun Bir Başka Yüzü
Dikkatle Bakınca ? İki Kadın Fotoğrafçı
Geçmişi Silmek
Savaş Suçları ve Lübnan
Sanat, Müzik ve Kültür (Basın Bildirisi)
Notlar
Neredeyiz?, s. 43-49
Günümüzdünyasında halihazırda yaşanan ıstırapla ilgili hiç değilse bir çift söz söylemek istiyorum.
Gezegenimizde aşırı güçlenen ve saldırganlaşan tüketim ideolojisi, bizi bu ıstırabın geçici olduğuna ve kendimizi ondan koruyabileceğimize inandırmaya çalışıyor. İdeolojinin merhametsizliğinin mantıksal temeli bu.
Istırabın hayatın bir parçası olduğu herkesin malumudur ve insanlar bunu unutmak ya da kendilerine göre bir açıklamada bulunmak ihtiyacındadır. Cennet’ten, ıstırap nedir bilinmeyen bu yerden Kovulma efsanesinin birbirinden değişik anlatıları, yeryüzünde yaşanan acılara bir kılıf bulma çabası olarak açıklanabilir ancak. Komşu Cehennem Krallığı’nın icat edilmesi de bu yüzdendir; acı çektirerek cezalandırma krallığı. Fedakârlık da aynı mantıkla keşfedilmiştir. Sonra, çok daha sonra Bağışlama ilkesi devreye girer. Felsefenin doğmasına ise, “Neden ıstırap çekilir?” sorusunun yol açtığı iddia edilebilir.
Ne var ki, bütün bunların dillendirilmesine rağmen, bugün yeryüzünde acılar içinde yaşıyor olmamız, belki gene de bazı bakımlardan akıl almaz bir durum.
Zifiri karanlıkta yazıyorum bunları, ama aslında vakit gündüz. 2002 Ekimi’nin başlarında bir gün. Nerdeyse bir haftadır Paris göğü masmavi. Güneş her gün biraz daha erken batıyor ve her gün doyumsuz güzellikte. Pek çok insan, ABD petrol şirketlerinin uzak diyarlardaki sözüm ona emniyetli petrol rezervlerine el koyabilmesi için yakın gelecekte ABD silahlı kuvvetlerinin Irak’a karşı “önleyici” bir savaş açacağından korkuyor. Kimileriyse bunun bertaraf edilebileceğini umuyor. Açıklanan kararlar ve gizli hesaplar arasındaki her şey belirsizlik içinde bırakılıyor; zira füzelerin yolu yalanlarla döşenmekte. Utancın karanlığında yazıyorum bunları.
Utançtan maksadım kişisel suçluluk değil. Giderek anlıyorum ki utanç, uzun vadede ümit etme yetimizi aşındıran ve ileriyi görmemizi engeleyen bir duygu türü. Gözlerimizi ayaklarımızın ucuna dikip sadece bir sonraki küçük adımı düşünüyoruz.
İnsanlar her yerde ?çok farklı koşullarda? kendilerine “Neredeyiz?” sorusunu soruyor. Bu coğrafi değil, tarihi bir soru. Neler yaşıyoruz? Nereye sürükleniyoruz? Neler kaybettik? Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmaksızın yaşamaya nasıl devam edeceğiz? İnsan ömrünün ötesine uzanan bir tahayyüle sahip olma kabiliyetimizi nasıl yitirdik?
Tuzu kuru uzmanlar yanıtlıyor: Küreselleşme. Postmodernizm. İletişim Devrimi. İktisadi Liberalizm. Tümü palavra, baştan savma terimler. Kaygıyla sorulan, “Neredeyiz?” sorusuna uzmanların ağızlarının içinde yuvarlayarak verdiği yanıt, “Hiçbir yerde!”
Şimdiye kadar misli görülmemiş en zalim ?zira kapsama alanı en geniş? bir kaosun içinde bulunduğumuzu fark edip bunu dile getirmek daha doğru olmaz mıydı? Bu zulmün mahiyetini kavramak kolay değil; zira (en büyük 200 çokuluslu şirketten Pentagon’a uzanan) iktidar yapılanması birbirine kenetlenmiş ama aynı zamanda dağınık; buyurgan ama adı sanı belirsiz; her yerde hazır ve nazırken, adresi meçhul. Zulmünü kaçak oynayarak sürdürüyor ? sadece mali yasalar açısından değil, kendisi dışındaki tüm siyasi denetimlerle ilgili olarak da böyle bu. Amacı tüm dünyayı yerinden oynatmak. İdeolojik stratejisi, var olan her şeyin kuyusunu kazma ve hiçleştirme doğrultusunda ?Bin Laden’inki onun yanında peri masalı kalır? öyle ki, nihai amacı ?tiranlığın amentüsü olan? bitmek tükenmek bilmeyen bir kâr kaynağı yaratmak. Aptalca geliyor ama zaten aptaldır tiranlar. Hal böyle olunca, etkinlik alanı olan gezegenin hayatını da her düzeyde mahvediyor.
İdeoloji bir yana, iktidarı iki tehdide dayanıyor. Bunlardan ilki, dünyanın en ağır silahlarla donatılmış devletinin havadan müdahalesi. Buna B52 Tehdidi denilebilir. İkincisiyse insafsız borçlanma, iflas ve günümüz dünyasındaki üretim ilişkileri göz önüne alındığında, açlık. Buna da Yokluk Tehdidi denilebilir.
Utanç, günümüzde çekilen acıların büyük bir bölümünün eğer bazı gerçekçi ve görece basit kararlar alınabilirse hafifletilebileceği ya da bertaraf edilebileceğinin kabulüyle başlar (ki hepimizin bir şekilde onayladığı ama âcizlikten ötürü sahip çıkmadığı bir konudur bu). Günümüzde toplantı tutanaklarıyla ıstırabın boyutu arasında son derece dolaysız bir ilişki vardır.
Günde iki dolar bile tutmayan bir tedavi masrafını karşılayamadığı için ölmeye mahkûm edilmeyi kim hak eder? Bu soru geçen temmuzda, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı tarafından soruldu. Afrika’da ve dünyanın öteki bölgelerindeki AIDS salgınından bahisle, önümüzdeki on sekiz yıl içinde yaklaşık 68 milyon insanın hayatını kaybedeceğini söylüyordu başkan. Günümüz dünyasında hayatta kalma ıstırabından söz ediyorum.
Olanları kavramak için yapılan çözümlemelerin ve tahminlerin büyük çoğunluğu, anlaşılacağı gibi, belli disiplinlerin çerçevesi içinde ele alınır: iktisat, siyaset, medya araştırmaları, halk sağlığı, çevrebilim, ulusal savunma, suçbilim, eğitim vb. Aslında, yaşananlara dair gerçek manzara, bu birbirinden farklı alanların her birinin ötekine bağlanmasıyla ortaya çıkar. İnsanlar yaşarken, birbirinden farklı kategorilerde sınıflandırılmış haksızlıklar yüzünden acı çeker; oysa eşzamanlı olarak, hep beraber acıya katlanırlar.
Güncel bir örnek: Cherbourg’a sığınıp Fransız Hükümeti’nden iltica talep eden yoksul, siyaseten sakıncalı, mülksüz, bitap, kanun kaçağı ve sahipsiz bir grup Kürt Türkiye’ye iade edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Maruz kaldıkları bu şartların her biri yüzünden hepsi aynı anda acı çekiyor!
Olan biteni kavrayabilmek için kurumsal olarak ayrı tutulan “alanları” birbirine bağlayacak disiplinlerarası bir vizyona ihtiyaç var. Böyle bir vizyonun ise (sözcüğün özgün anlamıyla) siyasi olması kaçınılmaz. Küresel çapta siyasi görüş sahibi olmanın önkoşulu ise, gereksiz yere çekilen ıstırapların ortak olduğunu görmektir.
*
Geceleyin yazıyorum, ama sadece zulüm değil gördüğüm. Eğer öyle olsaydı, belki de yazmaya devam etme cesaretini gösteremezdim. Bağdat’ta ve Chicago’da uyuyan, kımıldanan, kalkıp su içen, hayallerini ya da korkularını fısıldaşarak paylaşan, sevişen, dua eden, ailenin geri kalanı uyurken yemek pişiren insanlar görüyorum. (Bir de asla yılmayan Kürtler’i görüyorum ?ABD’nin rızasıyla? Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlarla 4 binini yok ettiği Kürtler’i.) Tahran’da hamur tatlısı yapan ahçıları, Sardinya’da koyunlarının yanı başında uyurken eşkiya olduklarına hükmedilen çobanları görüyorum; Berlin’in Friedrichshain semtinde pijamalarını çekmiş, yanında birası, Heidegger okuyan bir adam görüyorum, elleri proleter elleri; İspanya sahilinde, Alicante yakınlarında illegal mültecileri taşıyan küçük bir tekne görüyorum; Mali’de uyusun diye bebeğini pışpışlayan bir anne görüyorum, adı Aya, Cuma günü dünyaya gelmiş anlamında; Kâbil’deki enkazı ve evine gitmekte olan bir adamı görüyorum ve anlıyorum ki, ıstırabın şiddetine rağmen hayatta kalanların yaratıcılıklarına halel gelmemiş; durmaksızın süregiden, ustalıklı, yoktan var eden bir yaratıcılık bu. Adeta Kutsal Ruh gibi ruhani bir değeri var. Gece vakti, nedenini bilmesem de, buna inanıyorum.
*
Bundan yüz yılı aşkın bir zaman önce Dvorák Yeni Dünya Senfonisi’ni bestelemişti. New York’ta, bir müzik konservatuarının şefiyken yarattığı bu eserin ilhamıyla, on sekiz ay sonra, gene New York’ta dillere destan Viyolonsel Konçertosu’nu besteledi. Senfoni’de, anayurdu Bohemya’nın ufuklarıyla sıradağları, Yeni Dünya’ nın vaatlerine dönüşür. Şatafatlı değil, gür sesli ve direngendir; zira muktedir olmayanların özlemleriyle, haksız yere adamdan sayılmayanlarla, 1787 ABD Anayasası’nın muhatap aldığı insanlarla özdeşleşir.
Amerikan vatandaşı olan göçmenlere kuşaklar boyunca ilham kaynağı olan inançları böylesine doğrudan ve güçlü bir şekilde ifade eden başka hiçbir sanat eseri bilmiyorum. (Dvorák bir köylü çocuğuydu, babasının hayali oğlunun ilerde kasap olmasıydı.)
Dvorák için bu inançların gücü, hayata olan saygısından ve çoğu zaman yönetilenler arasında (yönetenlerden çok farklı olarak) rastlanan bir tür içtenlikli sevecenlikten ayrı düşünülemez. Senfoni, Carnegie Hall’da, 16 Aralık 1893’te ilk kez icra edildiğinde halk onu bu duygularla kucakladı.
Dvorák’a Amerikan müziğinin geleceği hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, ABD’li bestecilerin Yerliler’in ve Siyahlar’ın müziğine kulak vermesi gerektiğini söylemişti. Yeni Dünya Senfonisi, sınır tanımayan bir ümidin ifadesidir; aykırı gibi gelse de, çok sevilmesinin nedeni bir vatan fikrine odaklı olmasındandır. Çelişkili bir ütopya.
Günümüze gelince, bir zamanlar ümide ilham veren bu ülkede iktidar (sermayenin iktidarı dışında her şeyi sınırlamak isteyen) aşırı tutucu bir zümrenin eline geçti; cahil (kendi silah gücünden başka bir gerçekliği tanımayan), ikiyüzlü (tüm ahlaki değerler için iki ayrı ölçüt ?biri bize, biri ötekilere? koyan) ve merhametsiz B52 entrikacıları.
Peki bu nasıl oldu? Nasıl oldu da Bush, Murdoch, Cheney, Kristol, Rumsfeld ve hempaları bu mevkileri işgal edebildi? Cevabı kolay olmayan bir soru bu, zira tek bir cevap yok, çabalar boşuna; hiçbir soru iktidarlarında gedik açamaz henüz. Ama geceleyin bunu bu şekilde sormak olayların cesametini ortaya koyuyor. Bizler yeryüzündeki acılar hakkında yazıyoruz.
Bu yeni tiranın vaazlarını dinlemeyi reddetmeliyiz. Safsatadan ibaret söyledikleri. Sonu gelmeyen tekrarlarla dolu konuşmalarda, açıklamalarda, basın bildirilerinde ve tehditlerde yer alan başlıca terimler: Demokrasi, Adalet, İnsan Hakları, Terörizm. Bu bağlamda kullanılan sözcüklerin her biri bir zamanlar ifade edilenin tam zıddını temsil ediyor.
Demokrasi, karar almak için (ki gerçekleştiği ender görülür) bir öneride bulunmaktır; seçim kampanyalarıyla pek bir ilişkisi yoktur. Demokrasi, siyasi kararların yönetilenlere danışıldıktan ve onların fikri alındıktan sonra verileceği vaadinde bulunur. Bunun gerçekleşmesi için yönetilenlerin, söz konusu meseleler hakkında yeterince bilgilendirilmesi, karar mercilerinin onları can kulağıyla dinleyecek ve önerilerini dikkate alacak yetenekte olması gerekmektedir. Demokrasi, iki seçenek arasında tercihte bulunma “özgürlüğü”, kamuoyu araştırmalarının yayınlanması ya da insanların istatistiklere tıkıştırılması ile karıştırılmamalıdır. Bunlar demokrasinin sahte göstergeleridir.
Bugün gezegenimizde giderek daha ağır bir şekilde çekilen gereksiz acıların sebebi olan en hayati kararlar, kimseye açıkça danışılmadan ya da kimsenin dahli olmaksızın, tek taraflı olarak alınmaktadır.
Gerek askeri, gerekse iktisadi stratejistler medyanın hayati bir rol oynadığının artık farkında ? halihazırdaki düşmanı bertaraf etmekten ziyade isyanları, protestoları ya da firarları önlemede. Herhangi bir despotun medyayı yönlendirme çabası korkularının ifadesinden başka bir şey değildir. Günümüzün despotu ise dünyanın içine düştüğü çaresizliğin korkusuyla yaşıyor. Öylesine derin bir korku ki bu, çaresizlik sıfatı ?tehlikeli anlamına gelmedikçe? kullanılmıyor.
Para olmayınca gündelik ihtiyaçların her biri azaba dönüşüyor.
*
Bu despotluğa karşı muhalefetin her türü anlaşılabilir. Onunla diyalog kurmak imkânsız. Bizlerin insanca yaşaması ve ölmesi için şeylerin adının doğru konulması gerekli. Sözcüklerimizi yeniden sahiplenelim.
Bunlar karanlıkta yazıldı. Savaşırken kimsenin yanında değildir karanlık, oysa sevişirken birlikteliğimizi güçlendirir.