Küller Arasında / Acının Terazisinde İki Halk: Türkler ve Ermeniler ? Halil İbrahim Özcan

(*) ‘Küller Arasında’ , 1915 Tehcir Kanunu’yla Haçin’den sürgüne gidenlerden bir kısmının 1918’de yeniden Haçin’e dönmelerini ve döndükten sonra yaşadıklarını, hüzünlü ve tarafsız bir dille anlatıyor. Hikâye, Ermeni ve Türk halklarının bin yıllık kardeşlik duygusuyla kaleme alınmış..

“Ben sana ne diyebilirim ki Aram? Şimdiye kadar yoktu böyle şeyler, gavurmuş, Müslüman?mış… Güneş hepimizin üstüne doğardı. Seher yeli, hepimizin yeliydi. Yağmurlar, karlar, hepimizin üstüna yağardı; sana ayrı, bana ayrı yağmazdı gökten. Seçmezdi gavura az yağayım, Müslüman?a çok yağayım diye. Bereket, kuraklık, yoksulluk hepimiz için değil miydi? Ne oldu da birbirimize düşürdüler bizi böyle Aram?? Halil İbrahim Özcan?ın anlattığı hikâyenin can alıcı noktası ve özeti bu paragrafta saklı. Yazarın kendisinin de belirttiği gibi bu kitabın en büyük özelliği, ?Türklerle Ermeniler arasından yaşanan olayları her iki tarafı da ne överek ne de yererek tarafsız bir bakış açısıyla? okurla paylaşmak. Tarafsız kalmak da bazen taraf olmaktır ama, söz halklarsa daha samimi daha içten anlatmanın önemini farkında olarak okumak gerikiyor Küller Arasında romanını.
Hikâye 1920?nin kışında başlar. Günlerdir aralıksız yağan kar göngörmüş ihtiyarların unuttukları eski kış manzalarını hatırlatır. Hayra alamet değildir bu durum ve kimilerine göre; ?gizli ve sonsuz bir yaydan oklar atılıyor gibi oluyor ?, ?haydi hayırlısı.? Burası Haçin?dir. İki halkın sorunsuz bir arada yaşadığı bir yerdir o güne kadar. Kirkot, Haçin?deki Müslüman mahallesidir. Memur olarak gelenlerle beş yüze yakın Müslüman aile yaşar mahallede. Önce göçen sonra dönen Ermenilerle durum değişmektedir.

Umutsuz günlerin hesabını kim verecek?
İki halk arasında yaşananların ortasında filizlenen Selvi ile Aram?ın aşkı romanın ana örgüsünde yer alır. Arka plandaysa tarihsel bir sorun akar. Halil İbrahim Özcan, romanında, 1915 Tehcir Kanunu?yla Haçin?den sürgüne gidenlerin bir kısmının 1918?de yeniden Haçin?e dönerler. İki halk, bir aşk, komşuluklar, paylaşılmışlıklar, ölümler ayrılıklar. Böyle olunca da, hüzünlü bir hikâye kaçınılmaz oluyor. Elbette gönümüzün bu kadar nazik bir gündemini konu edinmek hiç kolay değil. Siyasi olarak düşündüğünüzde zordur. Ama halkların çektiği sıkıntılar, acılar, yerinde yurdundan olma duyguları aynıdır. Onları anlatmaya kaltığınızda tarafsız olmak da kolaylaşır. Tarihin neler kaydettiği bir yana bırakılırsa, tıpkı Selvi ve Aram gibi hiç suçsuz yere acılar çekmiş binlerce örnek bulmak elbette mümkündür.
Roman Aram?ın Paris?teki bir sonbahar günü içindi bulunduğu ruh halini anlatmakla başlar. Çünkü yaşananlar yaşanmış iki âşıktan Selvi ölmüş ve Aram kaçarak Fransa?ya gitmiştir. Hergün gelip oturduğu kafenin önünde yanından hiç ayırmadığı defteriyle birlikte, hatıraları bir türlü ardını bırakmaz. Dilini bilmediği insanlar arasında dalından düşmüş yapraklar gibi sürüklenerek yaşadığı acılı ve umutsuz günlerin hesabından kurtulamaz. Sorular vardır ama cevapları yoktur. Cevapsız soruların cevabı kitabın arka kapağında; ?aynı toprağı paylaşan, aynı havayı soluyup, aynı şeyleri yiyip içen iki halk birbirlerine düşman kesilmiş, yaşanan ortak acılar iki halkı birbirinden ayırmış? cümlesinde kendini bulur.
Selvi kavuşmak umuduyla yeniden Haçin?e gelen Aram kendisini anlam veremediği bir savaşın içinde Haçin?i terk etmek zorunda kalır. Kuzeyden gelen yel Gavur Dağları?nı yalayarak Akdeniz, Suriye ve Lübnan üstünden sanki gelip Aram?ın bedenini okşamıştır. Her gün acı haberlerle dolar kulaklar. ?Varsa biri söylesin. İsa?sı Muhammed?i Musa?sı kim varsa söylesin. Ölümü acıyı kim anlatacaksa buyursun. Ben çekileyim geriye … şu dizlerimdeki silah neye yarar, demek ki öldürmeye yarayacak. Ben de ölecek ya da öldüreceğim. Kim bilir, başlatılmış bu harp bitecek ama ömrümüz tükenecek. Nerede, nasıl olduğunu bilmediğim bu diyarlarda kalacak benim cesedim. Sana kavuşmadan öleceğim belki de. Ama Selvim ahdim var, döneceğim ülkeme, ceset olmadan önce dönecek ve seni bulacağım? sözleri Aram?ın dilinden ulaşır bize . Biribirini seven iki genç ve aralarına giren anlamını çözemedikleri bir düşmanlık. Böyle olunca da ayrı kaldıkları dönemde çekişmesiz, savaşsız bir dünya özlemi kurarlar. Gerçekten de Aram döner ama ne fayda. Hikâye, iki halk arasında bir çatışmanın çıkmaması için özenli davrananları ön plana çıkarır. Ama ne yazık ki bu yaşanılacakları engellemez. Şer cephesi çalışmaya başlamıştır bir kere. Kışkırtma ve komplolar iki halkı karşı karşıya getirir. Geride birçok ölü, talan edilen ve yakılıp yıkılan evler kalır. Çıkan yangında Selvi ölür. Aram ise kurtulur ve Paris?e gider.

Çok sayıda belgeden yararlanılarak kaleme alınan Küller Arasında, yakın tarihimizin önemli bir konusuna el atıyor. Toplumların iradeleri dışında savaşa nasıl sürüklendiklerini görmek açısından önemli bir örnek.
(*) Rozerin Doğan ‘ın 12.02.2010 tarihli Radikal Kitap’ta yayınlanan yazısı

Kitabın Künyesi
Küller Arasında / Acının Terazisinde İki Halk: Türkler ve Ermeniler
Halil İbrahim Özcan
Nokta Kitap
2009,
231 sayfa

Tanıtım Yazısı
?Ben sana ne diyebilirim ki Aram? Şimdiye kadar yoktu böyle şeyler, gavurmuş, Müslüman’mış? Güneş hepimizin üstüne doğardı. Seher yeli hepimizin yeliydi. Yağmurlar, karlar hepimizin üstüne yağardı; sana ayrı, bana ayrı yağmazdı gökten. Seçmezdi gavura az yağayım, Müslüman’a çok yağayım diye. Bereket, kuraklık, yoksulluk hepimiz için değil miydi? Ne oldu da birbirimize düşürdüler bizi böyle Aram?

“Elinizde tuttuğunuz bu roman, 1915 Tehcir Kanunu’yla Haçin’den sürgüne gidenlerden bir kısmının 1918’de yeniden Haçin’e dönmelerini ve döndükten sonra yaşadıklarını hüzünlü ve tarafsız bir dille anlatmaktadır. Hem gelenler, hem de orada kalanlar için hayat çok farklılaşmıştır artık. Sürgünün acı dili, artık başka şeyler söylemektedir doğdukları topraklarda. Bu döneme dair bilinen ve bilinmeyen olayların örgüsü içinde Ermenilerin ve Türklerin bin yıllık kardeşlik duygusu, ne acıdır ki tarihin terazisinde dilini değiştirmiştir.

Aynı toprağı paylaşan, aynı havayı soluyup, aynı şeyleri yiyip içen iki halk birbirlerine düşman kesilmiş, yaşanan ortak acılar iki halkı birbirinden ayırmış ve etkisi günümüzde de devam eden olayların tohumlarını atmıştır. Bu kitap, Türkler ve Ermeniler arasında yaşanan olayları her iki tarafı da ne överek ne de yererek tarafsız bir bakış açısıyla siz okurlarımıza sunmaktadır. Yaşanılanlar, gelecekte ışık olsun diye?

Halil İbrahim Özcan ‘ın Hayatı
Kayseri, Talas doğumludur. Kayseri Eğitim Enstitüsü?nden mezun olduktan sonra Giresun ve Kayseri?de üç yıl öğretmenlik yaptı. 12 Eylül 1980 darbesi ardından bir süre Suriye ve Lübnan?da yaşadı. 1981-1991 yılları arasında siyasal nedenlerden ötürü on yıl çeşitli cezaevlerinde tutuldu.
1980-1990 yılları arasında “Cezaevi Şiir Antolojisi”ni hazırladı. Bu kitap daha matbaadayken toplatıldı. Ardından Metis Yayınları, ilk öykü kitabı olan “Randevu Hazırlığı” adlı kitabını yayınladı. 1997 yılında Orhon Murat Arıburnu Ödülü’nü aldığı “Kırık Zar” adlı şiir kitabı, 2000 yılında ise “Yüzünü Temiz Tut Ecel Her An Gelebilir” adlı şiir kitabı piyasaya çıktı.
Bu iki şiir kitabının ikinci baskıları Nokta Kitap tarafından yapıldı. “Ejderha Yılları” adlı romanı ise Gendaş Yayınları arasında 2001 yılında yayınlandı. Bu kitabın ikinci baskısı da Nokta Kitap’ta yeniden yapıldı. “Kavgalı Küçük Fener” adlı şiir kitabı 2005?de, “Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye” adlı belgesel romanı da 2007?de yılında yayınlandı.
Şiirleri İngilizce, Arapça, Romence, Arnavutça ve Farsçaya, hikayeleri İngilizce ve Arapçaya, Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye adlı belgesel romanı ise Arapçaya çevrilmiştir. Aynı zamanda sinema oyunculuğu da yapan ve çeşitli edebiyat örgütlenmelerinde etkin görevler alan yazar; halen Uluslararası PEN Türkiye Merkezi yönetim kurulu üyesidir ve Hapisteki Yazarlar Komitesi?nin başkanlığını yürütmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir