Ölümün Toplumsal İşlevi: Fanilik Bilinci ve Modern Tabular – Luna Madanoğlu

Ölüm, insanlık tarihi boyunca hem bireysel hem de toplumsal düzeyde en güçlü deneyimlerden biri olmuştur. Her birey için kaçınılmaz olan bu son, aynı zamanda toplumların kültürel yapılarında, ritüellerinde ve değer sistemlerinde derin izler bırakmıştır. Ancak modern çağda ölüm, giderek daha fazla tabu haline gelmiş, kamusal görünürlüğü azaltılmış ve gündelik yaşamdan dışlanmıştır.

Orta Çağ’da Ölümün Görünürlüğü

Philippe Ariès’in araştırmalarına göre Orta Çağ’da mezarlıklar şehirlerin merkezindeydi. Kilise avlularında bulunan mezarlıklar, insanların gündelik yaşamlarının bir parçasıydı. Bu durum, ölümü yaşamın doğal bir devamı olarak kabul etmeyi kolaylaştırıyor, bireyleri fanilik bilinciyle barışık kılıyordu. Ölüm, bir son değil, yaşam döngüsünün doğal bir parçasıydı.

Modern Dönemde Ölümün Uzaklaştırılması

Modernite ile birlikte şehirlerin genişlemesi ve sekülerleşme süreçleri, mezarlıkları şehir merkezlerinden uzaklaştırdı. Ariès’in vurguladığı bu mekânsal değişim, ölümü kamusal yaşamdan dışladı. Zygmunt Bauman ise bu dönüşümü “ölümsüzlük stratejileri” bağlamında ele alır. Modern toplum, reklamlarla, tüketim kültürüyle ve teknolojik yanılsamalarla ölümü görünmez kılarak bireylere sonsuzluk yanılsaması sunar. Ölüm artık konuşulmaz, düşünülmez ve yalnızca özel alanlarda karşılaşılan bir olguya indirgenmiştir.

Ölümün Tabulaştırılmasının Toplumsal Sonuçları

Ölümün tabu haline gelmesi, bireyleri kendi sonluluklarıyla yüzleşmekten uzaklaştırır. Bu durum, kapitalist sistemin devamlılığına hizmet eder; çünkü faniliğini unutan insan, sürekli üretmeye, tüketmeye ve rekabet etmeye devam eder. Aynı şekilde, ölümle yüzleşmeyen toplumlar savaşlara daha kolay yönelir; çünkü başkasının ölümü, kendi ölümlülüğüyle bağ kurmadığında sıradanlaştırılır.

Fanilik Bilincinin Etik İşlevi

Ölümün farkında olmak, bireyler arası dayanışmayı güçlendirir. Herkesin aynı yazgıyı paylaştığını bilmek, eşitlik ve empatiyi artırır. Heidegger’in ifadesiyle “ölüme-doğru-varlık” bilinci, yaşamın anlamını açığa çıkarır. Ölümün görünür kılındığı toplumlarda saygı, sevgi ve merhamet daha sahici olur. Ölümü tabu olmaktan çıkarıp gündelik yaşamın bir parçası haline getirmek, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde daha adil ve vicdanlı bir düzen yaratabilir.

Ölümün tabu haline getirilmesi, modern toplumlarda bireyi yalnızlaştırmış, dayanışma duygusunu zayıflatmış ve kapitalist sistemin sürmesine hizmet etmiştir. Oysa fanilik bilincinin yeniden hatırlanması, yaşamı daha değerli kılar, savaşların meşruiyetini sorgulatır ve insanlar arasında saygı ile sevgiyi çoğaltır. Ölümün toplumsal işlevi, yalnızca bir sonu hatırlatmak değil, yaşamı daha sahici ve adil kılacak bir etik uyanışı tetiklemektir.

Transhümanizm ve Ölümü Aşma Arayışı

Modern dönemde ölümün tabu haline gelmesi yalnızca bastırma ve görünmezleştirme stratejileriyle sınırlı kalmamıştır. Son yıllarda yükselen transhümanizm düşüncesi, ölümü tamamen aşma ya da erteleme arzusuyla teknolojik çözümler üretmeye yönelmiştir. Yapay zekâ, biyoteknoloji ve genetik mühendisliği aracılığıyla ömrün uzatılması, bilincin dijital ortamlara aktarılması ya da “ölümsüzlük” fikrinin gündeme taşınması, insanlığın ölüm karşısındaki kaygısının yeni bir ifadesidir.

Bu arayış, bir yandan insanın faniliğini reddetme eğiliminin modern bir uzantısıdır. Ölümü kabullenmek yerine, onu teknik olarak “ortadan kaldırma” fikri, aslında Bauman’ın eleştirdiği ölümsüzlük yanılsamasının ileri bir versiyonu gibidir. Ancak transhümanizmin sunduğu olanaklar, etik ve felsefi açıdan yeni tartışmalar doğurmaktadır: Ölüm gerçekten aşılabilir mi, yoksa yaşamın anlamı fanilikle mi kurulur?

Transhümanizm, ölümün yokluğunu değil, teknolojik bir “uzatma” ya da “erteme” ihtimalini vaat eder. Bu bağlamda, ölümün toplumsal işlevi göz önüne alındığında, transhümanist projeler insanı ölümle yüzleşmekten daha da uzaklaştırabilir. Ölümün hatırlatıcı rolü ortadan kalktığında, dayanışma, sevgi ve saygı da zayıflayabilir. Dolayısıyla, fanilik bilincini tamamen yok etmek yerine, teknolojik gelişmelerle birlikte onu nasıl yeniden yorumlayabileceğimiz sorusu, geleceğin en önemli etik tartışmalarından biri olmaya adaydır.