Onlar hayatta kalma ile açlıktan ölme arasındaki farkı ekmek fiyatlarındaki kuruş dalgalanmalarıyla ölçüyorlardı.

Ten ve TaşGoethe güneye kaçıyor
Hareket halindeki bir bireye vaat edilen özgürlük Fransız Devrimi’nden hemen önce basılan, on sekizinci yüzyılın en kayda değer belgelerinden birinde görünür.
Bu Goethe’nin, 1786 yılında küçük, masalsı bir Alman sarayından İtalya’nın kokuşmuş şehirlerine kaçışını, şairin bedenini, kendi sözleriyle, hayata döndüren bir kaçışı anlatan İtalya Yolculuğudur.

Goethe küçük bir dükalığın başındaki Karl August’a on yılı aşkın bir süre muhasebeci, müfettiş ve genel idareci olarak hizmet etmişti. Karl August’un mali durumunu hale yola koyma ve prensin tarlalarının drenajını denetleme gibi sı­kıcı işler yıllar yılı sürdükçe Goethe gittikçe daha az yazar hale gelmişti; gençli­ğinde kazandığı olağanüstü başarılar -şiirler i, Gerç Werther’in Acıları romanı, Go’tz von Berlichingen oyunu- tatlı anılardan ibaret hale gelmek üzereydi, yıldızı sönmüştü. En sonunda güneye kaçtı.

Goethe’nin İtalya Yolculuğu harap, yıkık dökük, yağmalanmış taşlarla, sokaklardan akan cıvık dışkıyla dolu İtalyan şehirlerini anlatır, ama firari şair bu enkaz yığını arasında coşkun bir huşu içinde gezer. ıo Kasım 1786 tarihinde Roma’dan şunları yazar: “Bu dünyaya ait şeylere hiç burada olduğum kadar duyarlı olma­mıştım. Altı hafta önce de bir arkadaşına şunları yazmıştır: Öyle sade ve sa­kin bir hayat yaşıyorum ki nesneler bende yüksek bir zihin bulmuyorlar, zihnimi bizatihi onlar yükseltiyorlar. Goethe yabancılarla dolu kalabalıklar arasında dalaşmanın onu bir birey olarak duyusal bakımdan uyardığırnı fark etmişti.

Venedik’te, San Marea’daki kalabalığın arasında en sonunda özlediğim yalnızlı­ğı gerçekten yaşayabiliyorum, çünkü insan hiçbir yerde, kendine ite kaka yol aç­tığı büyük bir kalabalık arasında olduğu kadar yalnız olamaz, der Goethe. İtalya Yolculuğu’nun 17 Mart ı 787’de Napali’de yazılan en güzel pasajlarından biri gürültücü, düzensiz insan yığınları arasında şaire gelen iç huzurunu dışavurur:

“İnsanın muazzam ve sürekli hareket halindeki bir kalabalık arasında zorlukla ilerlemesi tuhaf ve memnuniyet verici bir deneyim. Her şey büyük bir akış halinde iç içe ge­çiyor ama yine de herkes kendi yolunu bulup hedefine ulaşmayı başarıyor. Bu kadar insanın ve bütün bu hareketin ortasında kendimi ilk kez huzurlu ve yalnız hissediyorum. Sokakların velvelesi arttıkça huzurum da artıyor. “

Goethe kendini kalabalığın ortasında bir birey olarak neden daha uyarılmış hissediyordu? 1O Kasım ‘da Goethe “etrafına cidden bakan ve görecek gözleri olan herkes katı olmalıdır, daha önce hiç bu kadar canlı olmayan bir. katılık anlayışı edinmelidir,” diye yazar. Uygunsuz gibi görünen “katı olmak” (Almanca solidwerden) tabiri ilginçtir ki Goethe’nin “sokakların velvelesi”ne verdiği tepki içinde kullanılır; bir kalabalık içinde dolaşmak Goethe’nin izienimlerini tikelleştimesine yol açar. Goethe Roma’da kendi kendine şunu tembih eder: “Her şeyi tek tek, geldikçe yakalayayım; onlar kendilerini sonradan düzene sokacaklardır. 

Adam Smith’in ilk kez ı 776’da yayımlanan Ulusların Zenginliği ile Goethe’nin on yıl sonrasına ait İtalya Yolculuğu’nu karşılaştırmak garip görünebilir ama bu iki eser arasında bır tını benzerliği söz konusudur. Her ikisinde de deneyimi hareket dile getirir, özgülleştirir, bireyselleştirir. Bu sürecin sonuçları İtalya Yolculuğu’nda olduğu gibi Goethe’nin o sıralar yazdığı şiirlerde de görülmeye başlamıştır.

Otuz sekiz yaşındaki Goethe Roma’da kendisinden genç bir kadınla bir gönül ilişkisi yaşar ve somut şeylere duyduğu sevgi bu erotik aşkla kaynaşır. Roma Ağıtları’nın sonuncusunu sevgilisine hitaben bir aşk şiiri olarak yazan Goethe bu şiirde bitkilerin geçirdiği dönüşümleri anlatır, aşkın gelişimini bir bitkinin gelişimine benzetir. Goethe seyahatleri sırasında özgül estetik deneyimi gittikçe daha fazla dikkate aldığının farkındaydı.

Şairin yolculuğunun başka bir benzeri olmasa da, genelde on sekizinci yüz­yıldaki seyahat arzusuna hareket, seyahat ve araştırmanın kişinin duyumsal yaşamını güçlendireceği inancı damgasını vurmuştu. Bazı seyahat biçimleri Avrupalılar’a yabancı, tuhaf iklimleri ele geçirmeye yönelik sahiplenici bir uyarım verme vaadinde bulunmayı sürdürmüştü şüphesiz. Goethe’nin yolculuğu bu tür bir turizm içermiyordu. İtalya’ya bilinmeyeni ya da ilkeli aramak için gitmiş değildi; daha çok yer değiştirme, merkezden uzaklaşma itkisini hissetmişti. Onun yaptığı yolculuk o dönemde biçimlenen Wanderjahre’ye (genç kadın ve erkeklerin ev bark kurmadan önce yaşlılar tarafından gezmeye teşvik edildikleri yıla) yakındı. Aydınlanma kültüründe, insanlar fiziksel uyarımlar almak ve zihinlerini netliğe kavuşturmak amacıyla gezmek istiyorlardı. Bilimden kaynaklanan bu umutlar çevre tasarımına; ekonomi alanındaki reformlara, hatta şiirsel duyarlılı­ğın oluşumuna kadar uzanıyordu.

Ama Goethe’nin İtalya Yolculuğu bu Aydınlanma zihniyetinin sınırlarını da gösterir. Goethe içinde dolaştığı İtalyan kalabalıklarını çok nadiren kendisini betimlerken sergilediği özenle betimler. Yine aynı şekilde, şehrin kalabalıkları kar­şısında Adam Smith’in başvurduğu yol da onları insani bir bütün olarak değil ayrı karakter ve kategorilere ayrılmış bir biçimde betimlemektir. Şehir reformcularının hıfzısıhha söyleminde, kent kalabalığı birey birey şehrin çeşitli yerlerine dağıtılarak arıtılacak bir hastalık kaynağı olarak görünüyordu. Jefferson’ın kentli güruhlardan duyduğu korku meşhurdu. L’Enfant da bu kalabalıklar karşısında ikircikli bir tavır içindeydi; planlarının kalabalıkların Washington caddelerinde “toplaşması”nı önleyeceğini umuyordu. Paris’teki XV. Louis Meydanı için yapılan reform önerileri burayı posta arabaları ve diğer büyük taşıtlar içinde gezen insan grupları için değil tek başlarına yürüyen ya da ata binen bireylere uygun hale getirmeye çalışıyorlardı.

Kentli kalabalığı hesaba katma ya da bütün olarak kabul etme beceriksizliği, şüphesiz, kalabalığın içindeki çoğunlukla yoksul olan insanlarla ilgiliydi. Gelgelelim yoksullar şehirde hareketi, bu önyargıların menzili dışında kalan yollardan yaşıyorlardı. Bu deneyim piyasa· hareketlerinin yoksullar için taşıdığı anlamda billurlaşıyordu: Onlar hayatta kalma ile açlıktan ölme arasındaki farkı ekmek fiyatlarındaki kuruş ya da sent dalgalanmalarıyla ölçüyorlardı. Şehrin kalabalıkları daha az piyasa hareketi, daha çok hükümet düzenlemesi, sabitlik ve emniyet istiyorlardı.
Şehirdeki fiziksel hareket sadece hissettikleri açlık acısını keskinleştiriyordu. Hareketin esin verdiği emniyetsizlik, Büyük Devrim arifesinde, Avrupa başkentlerinin en provokatifinde en bariz halini aldı.

Richard Sennett
Ten ve Taş
Batı Uygarlığında Beden ve Şehir
Metis Yayınları
Çeviren: Tuncay Birken

BİRBİRİNDEN İLGİNÇ DEĞERLENDİRMELERLE TARİHE BAKIŞINIZDA DEVRİM YARATACAK BU KİTABI KESİNLİKLE ALMANIZI ÖNERİYORUZ.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here