Rainer Maria Rilke: Tanrı’nın Ellerinin Masalı

Rainer Maria Rilke
Rainer Maria Rilke

Tanrı’nın Ellerinin Masalı
Bu yakında bir sabah yolda giderken komşu kadına rastladım. Selamlaştık.
Kısa bir aradan sonra, “Bu ne güzel bir sonbahar!” dedi komşum, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ben de onun gibi yaptım. Gerçekten de sonbaharla bağdaşmayacak kadar ışıl ışıl, nefis bir sabahtı. Ansızın aklıma bir şey geldi, “Bu ne güzel bir sonbahar!” dedim yüksek sesle, ellerimi biraz sağa sola oynatarak. Komşum da doğru der gibi başını salladı. Bir an yüzüne kaydı gözlerim. Kusursuz ve sağlıklı yüzü öylesine sevimli bir edayla inip kalkıyordu ki!

Alabildiğine aydınlık bir yüzdü, sadece dudakların çevresinde ve şakaklarda ufak tefek kırışıklar görülüyordu. Nereden gelmişti bunlar komşumun yüzüne? Sordum ansızın: “Küçük kızlarınız ne alemde?” Komşumun yüzündeki kırışıklar bir an için kayboldu, ama hemen ardından, eskisinden daha yo­ğun, daha belirgin ortaya çıktılar. “İyiler, Tanrı’ya şükürler olsun, ama-” Komşum yürümeye başlamıştı, ben de nezaket kurallarının gereğini yaparak sol tarafına geçip kendisine eşlik ettim. “Biliyor musunuz, ikisi de artık öyle bir çağa geldiler ki, bütün gün sorular sorup duruyorlar. Bütün gün olsa gene iyi, hatta gecenin bir yarısına kadar.” “Öyle”, diye mırıldandım ben, “çocukların yaşamında bir dönem vardır…”

Ama komşum, hiç istifini bozmadan sürdürdü konuşmasını: ·· Hani sordukları da yalnız hu atlı tramvay nereye gidiyor. gökyüzünde kaç yıldız var. on bin çoktan daha mı çok gibi sorular değil, bambaşka şeyler soruyorlar ayrıca.
Örneğin, Tanrı Baba Çince konuşur mu? Tanrı Baba neye benziyor’? Hep Tanrı Baba. Tanrı B aba. Bu konuda kimse bir şey bilemez ki, öyle değil mi!” ”Hayır”, diye onayladım ben. “Ne var ki, bazı tahminlerde bulunulabilir işte … ” “Bir de bakıyorsun, Tanrı’nın ellerini soruyorlar. Siz gelin de bir yanıt verin!”

Komşumun gözlerinin içine baktım. ”Bağışlayın”, dedim pek nazik, “son olarak Tanrı’nın elleri demiştiniz, öyle
değil mi?” Komşum başını sallayarak doğruladı. Sanırım biraz şaşırmıştı. “Şey”, diyerek aceleyle ekledim, “Tanrı’nın
ellerine ilişkin olarak benim kuşkusuz bildiğim bazı şeyler var.” Komşumun gözlerini belerttiğini görünce, “Tesadüfen”, dedim ben, hiç vakit geçirmeksizin, ”tamamen tesadüfen -ben- – -” Ardından hayli kesin bir edayla, “Size bu konuda bütün bildiklerimi anlatacağım”, diye ekledim. ”Biraz vaktiniz varsa, izin verin, eve kadar eşlik edeyim size; anlatacaklarım için bu kadar zaman yeterli olacaktır.”

Ardından sözü kendisine bıraktığımı görünce, “Memnuniyetle”, diye yanıtladı komşum. “Ama bildiklerinizi çocukların kendilerine anlatsanız? … “
“Çocukların kendilerine mi? Yo yo, hanımefendi, olmaz, asla olmaz. Sizin anlayacağınız, çocuklarla ne zaman konuşsam apışıp kalır, ne diyeceğimi bilemem. Aslında kö­tü bir şey değil. Gelgelelim, onlar benim bu halimi öyle yorumlayabilir ki, sanırım yalan atıyormuşum da kendimi suç üstü yakalamışım … Oysa anlatacaklarımın doğruluğundan kuşku duyulmaması benim için çok önemlidir, bu bakımdan anlatacaklarımı siz çocuklara aktarsanız … Şüphe yok ben-deıı çok daha iyi altı ndan kal karsın ız bu işiıı . Anlatacaklarım arasında bağlantılar kurar. onları süsler bezersiniz: ben sadece yalın gerçekleri en kısa yoldan size aktaracağım. Tamam mı?” Bunun üzerine, ··Peki. peki”. diye yanıtladı kom­şum dalgın.
Düşünüp taşındım .
.
. Başlangıçta … ” Ama hemen ara verdim sözlerime. “Çocuklara anlatacak olsam, ilkin onlara açıklamam gereken bazı şeyleri sizin bildiğinizi varsayabilirim herhalde. sayın komşum”, dedim. “Örneğin, şu yaradı­lış olayı. ..

.Uzunca bir süre sustu komşum. Sonra, “Evet yedinci günde … ” dedi. Kadıncağızın sesi tiz ve ince çıkıyordu.
“Durun!” diye atıldım. “Daha önceki günleri anımsayalım sizinle. çünkü öykümde önemli olan bu günlerdir. Evet, Tanrı Baba bilindiği üzere kolları sıvayıp yeryüzünü yarattı, sulardan ayırdı onu, ardından ışık olsun dedi, ışık oldn. sonra da hayranlık duyulacak bir tempoyla çalışıp çeşitli nesneleri yarattı. Demek istediğim, yeryüzünde var olan büyük nesneleri, kayaları, dağları örneğin, bir ağacı ayrıca ve bu ağacı model alıp pek çok diğer ağacı.” Konuşmamın burasında arkamızdan gelen ayak sesleri işittim, yanımızdan ge­çip gitmeyen, bizim fazla gerimizde de kalmayan birinin ayak sesleri bir süredir yankılanmaktaydı. Keyfimi kaçırdı bu. Yaradılış olayına dönerek konuşmamı sürdürüp şöyle dedim: “Tanrı’nın bu başarılı ve hızlı çalışmasına akıl erdirebilmek için, uzun ve derin düşüncelerden sonra onun her şeyi önceden kafasında hazırladığını kabul etmek gerekiyor, ancak böyle bir hazırlıktan sonra … ” Derken ayak sesleri yanı başımızda duyulmaya başladı, pek hoş denemeyecek bir ses gelip yapıştı bize: ··Oh, sanırım Bay Schmidrten söz ediyorsunuz. affedersiniz . .. ” Sinirli sinirli, bize gelip katılan kadına baktım. Ne var ki. komşum kızarıp bozardı, ne söyleyeceğini bilemedi, “Hımın”. dedi öksürerek, “hayır -daha doğrusu- evet. biz de tam -yani bir bakıma-.. .. Bu ne güzel bir sonbahar!'” dedi öbür kadın birden. sanki hiçbir şey olmamış gibi. Kırmızı, küçük yüzü ışıl ışıldı. Derken komşumun şöyle dediğini duydum: “Doğru. Haklısınız, Bayan Hüpfner, eşine seyrek rastlanır güzel bir sonbahar!” Bunun üzerine iki kadın ayrıldı birbirinden. Bayan Hüpfner kikirdeyerek ekledi ardından: “Çocuklara da selam söyleyin benden, olmaz mı. ” Ama iyi kalpli komşumun Bayan Hüpfner’e aldırdığı yoktu artık, büyük bir merakla benim anlatacaklarımı bekliyor, sabırsızlanıyordu. Ama ben anlaşılmaz hoyrat bir edayla şöyle dedim: “Gördünüz mü, komşucu­ ğum, nerede kalmıştık, aklımdan çıkıp gitti!” “Son olarak Tanrı’nın kafasıyla ilgili bir şeyler söylüyordunuz. Demek istiyorum ki-” Komşum kızarıp bozardı. Onun bu hali bana pek dokundu, hemen anlatmaya koyuldum.
“Evet, şunu belirteyim ki, yeryüzünde sadece yaratılmış nesneler yer aldığı süre, Tanrı Baba ‘nın, gözlerini sü­
rekli aşağılara çevirip bakması gerekmiyordu. Nasıl gereksindi, yeryüzünde bir olayın gerçekleşmesi söz konusu de­
ğildi henüz. Orası öyle, rüzgar hanidir bilip tanıdığı bulutla­ra pek benzeyen dağlar, tepeler üzerinde esmeye başlamıştı çoktan, ama ağaçların doruklarına belli bir güvensizlik duyuyor, buralara sokulmaktan kaçıyordu. Buna da Tanrı Baba’nın hiç itirazı yoktu doğrusu. Nesneleri adeta gözü kapalı yaratıp koymuştu ortaya; ancak sıra hayvanlar, yaratmaya gelince, çalışmalar kendisi için ilginçlik kazandı, tümüyle işe verdi kendini, seyrek olarak kalın kaşlarını kaldırıp yeryü­züne bir baktı şöyle. İnsanı şekillendirirken de onu büsbü­tün unuttu. Bilmiyorum, yaradılış sürecinde insanın organlarının hangisine sıra gelmişti ki, Tanrı Baba’nın çevresinde kanat sesleri duyuldu. Bir melek, ‘Sen ki her şeyi görensin … ‘ ilahisini söyleyerek geçti Tanrı Baba’nın önünden.

Tanrı Baba birden irkildi. Meleği günaha sokmuştu, çünkü söylediği ilahi gerçeğe aykırıydı. Hiç durmayıp gözlerini yeryüzüne çevirdi. Gerçekten de aşağıda, pek giderilemeyecek tatsız bir olay gerçekleşmişti, minik bir kuş, yolunu şaşırmış, korkuyla yeryüzü üzerinde ordan oraya uçup duruyordu ve Tanrı B aba da onun imdadına koşacak durumda değildi, zavallı hayvancağızın hangi ormandan çıkıp geldiğini görmemişti çünkü. Kafası iyice kızarak şöyle dedi: ‘Kuşlar, ben kendilerini nereye koydumsa, orada kalacak.’ Ama anımsadı birden, meleklerin şefaati üzerine onları da kanatlarla donatmış, meleklere benzer bir varlığın yeryü­zünde de bulunmasını istemişti. Bu da işte daha çok canını sıktı Tanrı B aba’nın. B öylesi keyifsizliklere karşı en etkili ilaç da çalışmaktır kuşkusuz. Ve Tanrı Baba yeniden kolları sıvadı, insanı kurup çatmaya koyuldu, çok sürmeden ne­şesi yerine geldi. Karşısında duran meleklerin gözleri ayna işlevini görüyordu. Bu aynalara bakarak kendi yüz hatları­nın enini boyunu ölçüp biçti, dikkatle ve aceleye kaçmaksı­zın bu hatları bir küreye aktardı, ilk insan yüzünü şekillendirdi böylece. Alında çalışma başarılı olmuştu. Ancak, iki burun deliğinin simetrik biçimde yüze yerleştirilmesi çok daha zorluk doğurdu Tanrı Baba için. Önündeki işin üzerine eğildikçe eğildi; derken yukarısında bir esinti hissedip gözlerini kaldırdı. Deminki melek çevresinde dönüp duruyor, ama bu kez bir ilahi söylediği işitilmiyordu, daha önce söylediği ilahideki yalandan dolayı sesinden olmuştu. Ama Tanrı Baba, dudaklarının kıpırdanışlarından onun yine de aynı ilahiyi söylediğini fark etti: ‘Sen ki her şeyi görensin .. .’ Beri yandan, Tanrı B aba ‘nın yanında saygın bir yere sahip Ermiş Nikolaus onun yanına sokulup uzun ve gür sakalı arasından şöyle mırıldandı: ‘Yarattığın aslanlar sessiz sakin oturuyorlar yerlerinde; bir de mağrurlar ki, bunu söylemeden geçemeyeceğim. Ama küçük bir köpek yeryüzü nün hemen bir ucunda koşuşup duruyor. Teriye cinsi bir köpek. biliyor musun. aşağıya yuvarlandı yuvarlanacak.” Ye gerçekten Tanrı Baba beyaz bir şeyin küçük bir ışık gibi. yeryüzünün korkunç derecede yuvarlaklaştığı İskandinavya bölgesinde keyifli keyifli. ardan oraya koşuştuğunu gördü.Çileden çıktı; E rmiş Nikolaus·a sitemde bulunarak, yarattı­ğı aslanlara bir itirazı varsa. buyurup kendisinin de birkaç aslan kotarmasını istedi. B unun üzerine. Ermiş Nikolaus gökyüzünden ayrıldı. sertçe kapıyı vurup kapattı giderken. sarsıntıdan bir yıldız aşağı yuvarlandı, yeryüzünde tam da gelip küçük köpeğin üzerine düştü. Bu da hayvancağızın büsbütün felaketine yol açtı. Tanrı B aba da olup bitenlerde tüm suçun kendisinde olduğunu içten içe itiraf et eden duramadı ve karar verdi, bundan böyle gözlerini yeryüzünden hiç ayırmayacaktı. Ye ayırmadı da. Yapılacak işleri kendisi gibi bilge ellerine bıraktı; kurulup çatıldıktan sonra insanın nasıl bir görünüme kavuşacağını merak etmesine karşın, yeryüzüne bakıp durdu hep. Gelgelelim, aşağıda sanki inadına tek bir yaprak kımıldamaz olmuştu. Çektiği bütün sıkıntı ve eziyetlerden sonra bari biraz neşelenip keyfine bakmak için ellerine buyurdu, kotarılan insanı hayatın içine salmadan kendisine göstermelerini istedi. Saklambaç oynayan çocuklar gibi dönüp dolaşıp soruyordu: ‘Bitti mi?’

Ama sorusuna yanıt olarak her seferinde balçığı yoğuran ellerinin sesini işitiyor ve bekliyordu. İnsanın tamamlanması çok, ama fazlasıyla çok zaman almış gibi bir duygu vardı içinde. Sonunda bir şeyin boşlukta aşağılara düştüğünü gördü, karanlık bir şeydi ve izlediği doğrultuya bakılırsa hemen yanı başından çıkıp gitmişe benziyordu. İçini fena bir önsezi kapladı, ellerini çağırdı yanına. Elleri de koşup gelerek önünde dikildi, baştan aşağı balçığa bulanmışlardı, çalışmaktan sıcacıktılar henüz ve korkudan titriyorlardı.

Tanrı Baba. ·Hani insan’?· diye gürleyerek tersledi ellerini. Bunun üzerine. sağ el sol elin üzerine atıldı. ·sen onu koyverdin dedi. Sol el de. ·Ben mi’?. diye yanıtladı sinirlenmiş. ·Bütün işi sen tek başına yapıp çıkarmak istedin. bana hiç söz hakkı tanımadın ki !’ ‘Onu tutacak. salıvermeyecektin! · dedi sağ el. Ve havaya kalktı. tam sol ele vuracakken fikrini değiştirdi. Derken iki el birbirleriyle yarışırcasına. ‘İnsan da o kadar sabırsızdı ki !’ dediler. ‘Bir an önce hayata atılmak isteyip duruyordu. İkimiz de bir şey yapamadık doğrusu. ikimiz de suçsusuz. ·

Ne var ki. Tanrı Baba”nın kafası fena halde kızmıştı, iki elini de yanından kovup uzaklaştırdı, çünkü yeryüzüne bakmasını engelliyorlardı. ‘Sizi ellikten çıkarıyorum. Bundan böyle ne haliniz varsa görün!’ dedi. Tanrı Baba’nın elleri de o günden sonra öyle yaptılar. Ama neye el atsalar bir başlangıçtan öteye gitmiyor. işin sonunu getiremiyorlardı. Tanrı’sız hiçbir şey dört başı mamur değildir kuşkusuz. Ve sonunda eller yorulup bezgin düştü. Şimdilerde bütün gün diz çöküp tövbe ve istiğfar ediyorlar, en azından böyle söyleniyor. Bize kalırsa, Tanrı Baba ellerine kızdığından işi bırakıp istirahata çekildi. Dolayısıyla, yedinci gün hala sürmekte.”

Bir an sustum, Komşum bu fırsattan pek akıllıca yararlanıp şöyle dedi: “Yani size göre, artık bir barışın sözü edilemez, öyle mi?”
·’Yo, yo”, dedim. “En azından ben umudumu yitirmedim.··

··Peki , ne zaman gerçekleşecek bu:··
.. Şey. Tanrı Baha. sözünü dinlemeyen melekler tarafından yeryüzüne salıverilmiş insanın nasıl göründüğünü bilene
kadar. ··

Komşum ilkin düşünüp taşındı. ardından güldü: ··Ama gözlerini yeryüzüne çevirip bakması yeterdi bunun için . . .
··
·’Affedersiniz'”, diye yanıtladım ben kibarca. “Bu sözü­nüz doğrusu keskin bir zekanın ürünü. Ama anlatacaklarım bitmedi henüz. Evet. Tanrı B aba ellerini bir kenara itip de gözlerini yeniden yeryüzüne çevirdiğinde, aradan ben diyeyim bir dakika, siz deyin bin yıl, nihayet bilindiği üzere bir fark yoktur ikisinin arasında, geçmiş bulunuyordu. Yeryü­zünde tek bir insan değil, bir milyon insan vardı artık. Ama hepsi de üzerlerinde giysilerle dolaşmaya başlamıştı. Tam o sıradaki moda da pek zevksiz bir şeydi, insanların yüzlerini fena halde çirkinleştirdiğinden, Tanrı Baba, onların hakkında tamamen yanlış ve ne diye saklayayım, pek olumsuz bir fikir edinebilirdi ancak.”
Bunun üzerine, ” Hımın”, dedi komşum, bir şey söyleyecek oldu. Ben hiç aldırmadım, sözcükleri iyice vurgulayarak konuşmamı noktaladım: ” İşte bunun içindir ki insanın gerçekte nasıl biri olduğunu Tanrı B aba’nın bir an önce bilmesi gerekiyor. Sevinelim ki, bunu ona söyleyecek kimseler var. .. ” Ancak, sevinmekte acele etmedi komşum: “Peki, kimmiş bunlar, söyler misiniz lütfen!” ” Kim olacak, çocuklar!” diye yanıtladım. “Bazen de ressamlar, şiirler kaleme alan, binalar yapan büyük kişiler … ” ” Nasıl binalar, kiliseler mi yani?” “Evet, ama başka binalar da, genel olarak binalar kurup çatanlar. .. “
Komşum, usul usul başını salladı. Anlattıklarımdan bazısı pek şaşırtıcı gelmişti kendisine. Evi de gerilerde kalmış­tı, ağır ağır yürüyerek döndük. Komşum, birden pek neşelenip gülmeye başladı. “Amma da saçmalık!” dedi. “Tanrı’nın bilmediği şey mi var? O minik kuşun da nereden çıkıp geldiğini avcunun içi gibi bilmesi gerekirdi.” Ardından ağzının payını aldın mı der gibi bana baktı. Ben, ne yalan söyleyeyim. biraz afallamıştım. ama kendimi toparladım derken. oldukça ciddi bir yüz takınarak … Hanımefendiciğim .. . dedim adeta hocalık taslayarak. ··Aslında bir masal bu. Ne var ki. bu sözüme sadece bir bahane gözüyle bakmamanız için (tabii komşum şiddetle böyle bir şeyin söz konusu olamayaca­ğını belirtti) size kısaca şunu söyleyeyim ki, ne kadar özellik bulunuyorsa, Tanrı’da vardır hepsi. Ama dünya üzerinde -adeta- uygulayacak bir durumla karşılaşmadan önce, bunlar gözüne büyük bir güç gibi görünüyordu. Bilmem açıkça anlatabiliyor muyum? Nesneler yaratıldıktan sonra Tanrı’nın yetenekleri uzmanlık alanlarına bölündü. bir ölçüde ödevler kimliğini kazandı. Yeteneklerinin hepsini akılda tutmakta zorlanmaya başladı Tanrı. Bu da işte birtakım çelişkilerin doğmasına yol açtı. Aklımdayken, bütün bunları yalnızca size anlatıyorum. Sakın söylediklerimi çocuklara aktarayım demeyin !” Komşum, ” Hiç yapar mıyım böyle bir şey”, diye yanıtladı kesin bir edayla.
” Bir melek ‘Sen ki her şeyi bilensin .. .’ diye bir ilahi söyleyerek Tanrı’nın önünden geçseydi, hiçbir terslikle karşılaşılmazdı. “
“Bu masalın da gereği kalmazdı o zaman.”
“Kuşkusuz!” diye onayladım ben. Ardından komşuma veda edip ayrılacak oldum. Komşum, “Ama her şeyin anlattıklarınız gibi gerekleştiğinden kesinlikle emin misiniz?” diye sordu. “Kesinlikle!” diye yanıtladım, adeta görkemli bir edayla.
“Bugün çocuklara bir şeyler anlatabileceğim.”
”Anlatacaklarınızı ben de dinleyebilmeyi ne çok isterdim!
Hoşça kalın!”
“Güle güle !” dedi komşum.
Derken yine dönüp geldi. “Peki ama, neden başkası de­ğil de özellikle bu melek … “

··sayın komşum··. dedim kadın ın sözünü keserek.
··şimdi görüyurum ki. sevimli iki kızınızın size o kadar çok soru orması. hiç de çocuk olmalarından değil

··Nedenmiş peki’?  diye sordu komşum merakla.
“‘Şey. hekimlerin açıkladığına göre. insanlarda kalıtımla geçen bazı özellikler vardır. …
.
Komşum. ah sizi. sizi der gibi parmağını oynattı. Ama yine de iki iyi dost gibi ayrıldık birbirimizden.
Sevgili komşuma ileride (şunu da belirteyim ki. ilk karşılaşmamızın üzerinden hayli zaman geçmişti) bir kez daha rastladım. Yalnız değildi: dolayısıyla, kendisine anlattıkları­mı kızlarına aktarıp aktarmadığını. aktardıysa nasıl bir sonuçla karşılaştığını sorup öğrenemedim. Aradan çok geç­meden aldığım bir mektup. bu konudaki kuşkularımı giderdi, beni aydınlattı. Mektubu gönderenden onu yayınlatma iznini koparamadığım için. burada ister istemez son cümlesini aktarmakla yetineceğim. mektubu kimin yolladığını okuyucular bu cümleden kolaylıkla çıkaracaklardır. Şu sözcükler yer alıyordu mektubun sonunda: “Ben ve ben de aralarında olduğum için ayrıca beş çocuk.”
Mektup elime geçer geçmez, şu yanıtı yolladım: ” Sevgili yavrucaklar! Tanrı Baba’nın elleri masalından hoşlandığı nıza inanıyorum yürekten: masal benim de hoşuma gidiyor. Ama yine de kalkıp size gelemeyeceğim. Bu yüzden darılmayın bana emi? Kim bilir, belki hoşunuza gitmeyebilirim. Çirkin bir burnum var, ucunda da bazen olduğu gibi kırmızı bir sivilcecik görebilirsiniz belki. Bu durumda da bütün zaman bu sivilceden gözlerinizi ayıramayacak. burnumun birazcık altında ağzımdan çıkan sözleri kulaklarınız duymayacaktır.
Bakarsınız benim bu sivilce rüyalarınıza da girer. Bütün bunların olmasını da gönlüm istemez doğrusu. Onun için. benim size bir başka önerim var: Bizim annelerimiz dı­şında da çocuk olmayan bir yığın ortak dostumuz ve tanıdığımız bulunuyor. Ben kendilerine zaman zaman bir masal anlatacağım. onlar da masalı size aktaracaklar. Bu işi benden daha güzel yapacaklarına kuşku yok, çünkü ortak dostlarımız arasında hatta büyük yazarlar da yer alıyor. Anlatacağım masalların konuları bir sırdır, bunu şimdi burada sizlere açıklayamayacağım. Ama madem ki Tanrı Baba kadar sizi hiçbir şey ilgilendirmiyor, hiçbir şeyi bu kadar çok merak etmiyorsunuz, masallarımı anlatırken uygun bir fırsat yakaladım mı, bu konuda bildiklerimi de araya sıkıştırmaktan geri kalmayacağım. İçlerinde size doğru gelmeyen bir şeyle karşılaştınız mı, bana yine güzel bir mektup döşenip bildirir ya da annenize söylersiniz, o bana açıklar. Çünkü bazı yerlerde yanılmış olabilirim, bu alabildiğine güzel masalları başkalarından dinleyeli öyle çok zaman geçti ki aradan ! Sonra, o zamandan beri dinlediğim pek güzel sayılmayacak öyle çok masal kaldı ki kafamda! Hayat ta böyledir genellikle. Ama hayat yine de pek şahane bir şey! Masallarda sık sık bunun da sözü edilecektir. Sizleri selamlarım böylece -ben, kendisi de içinde olduğu için tek bir kişi.”

Kaynak: Rainer Maria Rilke Tanrı’dan Öyküler Cem Yayınevi 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir