Şeffaflık Toplumu – Byung-Chul Han “Şeffaflık neoliberal bir aygıttır”

“Şeffaflık neoliberal bir aygıttır. Enformasyona dönüştürmek amacıyla her şeyi içine girmeye zorlar. Günümüzün gayri maddi üretim ilişkileri koşullarında daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişim, üretkenlik ve hızda artış demektir. Buna karşılık gizlilik, yabancılık ve ötekilik sınırsız iletişime engel oluşturur. Şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir.
“Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor. Sosyal medya da giderek toplumsallığı disiplin altına alan ve sömüren dijital panoptikonlara benziyor daha çok.
“Şeffaflık bir ideolojidir. Bütün ideolojiler gibi onun da mistik hale getirilmiş ve mutlaklaştırılmış olumlu bir çekirdeği vardır. Şeffaflığın tehlikesi de bu ideolojikleşmededir. Totalize edilirse şiddete yol açar.”
– Byung-Chul Han


OKUMA PARÇASI
Olumluluk Toplumu s. 15-18
Günümüz moda kavramları arasında şeffaflık kadar kamusal söylem üzerinde hâkimiyet kurmuş bir başkası yoktur. Özellikle de enformasyon özgürlüğü bağlamında hararetle kullanılır bu kavram. Her yerde karşımıza çıkan ve kavramın fetişleştirilmesine ve totaliter bir görünüm kazanmasına varan şeffaflık talebi, siyaset ve ekonomi alanlarıyla sınırlandırılamayacak bir paradigma değişimine dayanır. Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine olumluluğun konduğu bir topluma dönüşmektedir. Böylelikle şeffaflık toplumu kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösterir.
Şeyler, her türlü olumsuzluktan arındıklarında, pürüzsüzleştirildiklerinde, düzleştirildiklerinde, sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar. Eylemler işlemsel (operasyonel) hale geldiklerinde hesaplanabilir, yönlendirilebilir, ve kontrol edilebilir süreçlere tabi olduklarında şeffaflaşırlar. Zaman, elimizin altındaki bir şimdiler dizisi kertesine getirildiğinde şeffaflaşır. Böylelikle gelecek de olumlulaştırılarak optimize edilmiş bir şimdi haline gelir. Şeffaf zaman kadere ve olaya yer vermeyen zamandır. Görüntüler, her tür dramaturjiyi, koreografiyi ve sahnelenişi, her tür yorumbilgisel derinliği, hatta anlamı yitirerek pornografik hale geldiklerinde şeffaflaşırlar. Pornografi görüntü ile göz arasındaki dolayımsız temastır. Şeyler, tekilliklerini terk edip sadece fiyatlarıyla ifade edildiklerinde şeffaflaşır. Her şeyi her şeyle karşılaştırılabilir (vergleichbar) kılan para, şeylerin birbiriyle eş bir ölçüye vurulamazlığının, tekilliğinin her türünü ortadan kaldırır. Şeffaflık toplumu aynının cehennemidir.
Şeffaflığı sadece enformasyon özgürlüğüne ve suistimallere ilişkin olarak ele almak işin boyutunu gözden kaçırmak demektir. Şeffaflık toplumsal süreçlerin tümünü kapsayan ve onları köklü bir değişikliğe uğratan sistemik bir zorlamadır. Günümüzde toplumsal sistem bütün süreçlerini, bunları işlemselleştirmek ve hızlandırmak amacıyla şeffaflığa zorlar. Hızlanma baskısı olumsuzluğun tasfiyesine eşlik eder. İletişim en yüksek hızına, aynı olanlar birbirine cevap verdiğinde, aynıların zincirleme reaksiyonu oluştuğunda ulaşır. Ötekiliğin, yabancılığın olumsuzluğu ya da ötekinin dirençliliği aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş bir toplum haline getirir. Totaliter yanı da buradadır: “Hizaya getirmenin (Gleichschaltung) yeni adı: Şeffaflık.” [1]
Şeffaf dil hiçbir çift anlamlılık içermeyen formel, hatta tamamen mekanik, işlemsel bir dildir. Wilhelm von Humboldt zamanında insan dilinde yerleşik olan şeffaflıktan yoksunluğa işaret etmişti: “Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tamı tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır.” [2] Sadece enformasyonlardan oluşan ve bunların parazitsiz dolaşımına “iletişim” adı verilen bir dünya bir makineye benzerdi. Olumluluk toplumu “içinde hiçbir olayın kalmamış olduğu bir yapıdaki enformasyonun şeffaflığı ve müstehcenliği”nin [3] hâkimiyeti altındadır. Şeffaflık zorlaması bizzat insanı sistemin işlevsel bir öğesi düzeyine indirir. Şeffaflığın şiddeti buradadır.
İnsan ruhu, görüldüğü kadarıyla, ötekinin bakışından uzak, kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar. Geçirgenlikten yoksun olma gibi bir özelliği vardır. Bütünüyle ışıklandırılması yanmasına ve bir tür ruhsal tükenişe (burnout) yol açacaktır. Sadece makineler şeffaftır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük şeffaflığa izin vermez. Humboldt da dil hakkında şöyle der: “İnsanda, nedenini önceki durumlarda bulmayı hiçbir aklın başaramayacağı bir şey belirebilir; … ve böyle açıklanamaz olguların mümkün olduğunu yadsımak tam da bunların ortaya çıkışına ve değişimine ilişkin tarihsel gerçeği zedelemek olacaktır.” [4]
Mahremiyet-sonrası* denen ideoloji de aynı şekilde naiftir. Şeffaflık adına kişisel alanın tümüyle elden çıkarılmasını talep eder ve bunun içi görülebilir bir iletişime yol açacağını iddia eder. Bu ideolojinin temelinde birden çok yanlış mevcuttur. İnsan kendisi için bile şeffaf değildir. Freud’a göre ego tam da id’in kısıntısız olarak olumladığı ve arzuladığını yadsır. “İd”, ego için büyük ölçüde görünmez durumdadır. Yani insan ruhunda, ego’nun kendisiyle uzlaşma içinde olmasını engelleyen bir yarık mevcuttur. Bu temel yarık kendine-şeffaflığı imkânsız hale sokar. İnsanlar arasında da bir yarık bulunur. Bu yüzden de kişiler arası bir şeffaflık oluşturmak mümkün değildir. Bu arzu edilir bir şey de değildir. Ötekinin şeffaf olmayışıdır ilişkiyi canlı tutan. Georg Simmel “mutlak tanıma, psikolojik olarak tüketmiş olma durumu, öncesinde sarhoşluk olmadan bile ayılmamıza yol açar, ilişkilerin canlılığını felç eder… İlişkilerdeki, göz önüne serilmiş olanın ardında hep bir sonrakini, nihai olanı sezen ve buna hürmet eden verimli derinlik … en yakın, insanı bütünüyle içine alan ilişkide bile kişisel iç dünyaya saygı gösteren, sorgulama hakkını gizlilik hakkıyla sınırlayan inceliğin ve kendine hâkim oluşun ödülüdür sadece” [5] der. Şeffaflık zorlamasında eksik olan da tam olarak giderilemeyecek ötekilik karşısındaki saygıda mevcut olan “incelik”tir işte. Günümüz toplumunu sarmış olan şeffaflık tutkusu karşısında mesafe tutkusunu hayata geçirmeyi öğrenmemiz elzemdir. Mesafe ve utanç sermayenin, enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dahil edilemez. Bu dolaşım insanın çekilebileceği mahrem alanların şeffaflık adına ortadan kaldırılmasına yol açar. Işıklandırılır ve tüketilir bu alanlar. Böylelikle dünya daha utanmasız, daha çıplak bir hal alır.

Notlar

[1] Ulrich Schacht’ın 23 Haziran 2011’de günlüğüne düştüğü not. Bkz. Ulrich Schacht, Über Schnee und Geschichte (Kar ve Tarih Üzerine), Berlin, 2012.
[2] Wilhelm von Humboldt, Über die Verschiedenheit des menschlichen Sprachbaues und ihren Einfluß auf die geistige Entwicklung des Menschengeschlechts (İnsan Dilinin Yapısının Çeşitliliği ve Bunun İnsan Türünün Tinsel Gelişimine Etkisi), Berlin, 1836, s. 64.
[3] Jean Baudrillard, Die fatalen Strategien. Die Stategie der Täuschung, Münih, 1992, s. 29; Türkçesi: Çaresiz Stratejiler, çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2011.
[4] Humboldt, Über die Verschiedenheit des menschlichen Sprachbaues, a.g.y., s. 65.
[5] Georg Simmel, Soziologie. Untersuchungen über die Formen der Vergesellschaftung, Gesamtausgabe, Cilt 11 (Sosyoloji. Toplumlaşma Biçimleri Üzerine Denemeler, Toplu Eserler), Frankfurt a.M., 1992, s. 405.


Emek Erez, “Gizemi kaybolmuş dünyaya ve insana dair”, Edebiyat Haber, 22 Mayıs 2017

Günümüzde sıklıkla karşımıza çıkan kelimelerden birisi de şeffaflık. Politika, ekonomi, enformasyon gibi pek çok alanda sıklıkla kullanılan bu kelime, genellikle olumlu bir anlamla vurgulanıyor. Gerçekten böyle mi yoksa şeffaflık denilen şey tam tersine kontrol toplumuna yeni bir boyut mu katıyor? Bilginin çok kolay ulaşılır olduğu bir ortam aslında kontrol toplumunu daha da güçlendiriyor mu? Şeffaflık güven mi yoksa tam tersi mi? Şeffaflığın ideoloji hâle geldiği bir toplumda bu ilişkilere, insana ve topluma neler getiriyor? Bu konuda sorularımıza yanıt olabilecek ve bize yeni sorular sorduracak, Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu adlı kitabı üzerinde konuşmaya değer bir kitap. Metis Yayınları tarafından, Haluk Barışcan çevirisi ile basılan kitabın soruları içinde bulunduğumuz günlere ve dünyaya farklı bir şekilde bakabileceğimiz sorgulamalar yaptırıyor. “Şeffaflık” adı verilen söylemle bir açıdan hem kişisel hem de toplumsal anlamda bir yüzleşme gerektiğine dair epey yorum sunuyor. Yer yer çok mu ahlâkçı bakıyor diye kafamda soru işaretleri bıraksa da metin, gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiş pratiklerimizi sorunsallaştırmamıza da yardımcı oluyor.

Şeffaflık Toplumu’nun insanı getirdiği önemli noktalardan birisi “olumluluk toplumu” olarak karşımıza çıkıyor kitapta. Böyle bir toplum durumunda olumsuzluk ortadan kalkıyor. Çünkü şeffaflık sistemi hıza dayalı bir sistem ve olumsuzluk üzerine düşünmek, çare bulmayı gerektireceğinden, şeffaflık sistemi için oyalanma yaratacağından, olumsuzluk uzaklaştırılıyor. Kitabın deyimiyle: “Her tür yara kaçınılması gereken bir şey olarak görülüyor.” Oysa Nietzsche’nin de söylediği gibi: “İnsan ruhu derinliğini, büyüklüğünü ve gücünü tam da bu olumsuzlukta oyalanmaya borçludur.” Çünkü her şeyin olumlusuyla karşılaştırılan ve olumsuzu görmezden gelmesi sağlanan toplum gittikçe hakikatin uzağına düşer. Şeffaflık toplumu bir yanılgı yaratır hızlıca ulaşılan bilgi, devamlı görünür olan her şey hakikatmiş gibi algılanır. Byung-Chul Han’ın da vurguladığı gibi oysa “şeffaflık ile hakikat özdeş değildir.” Şeffaflık bizi bir dizi enformasyon yığını ile buluşturur. Buluştuğumuzun çokluğu bizi her şeyi görmüş olma yanılgısına iter, burada gözden kaçırdığımız şey anlam olur. “Şeffaflık toplumu”nun bizi düşürdüğü en derin tuzak da budur belki de. Görüyor olmak, yani bir şeyin her hâliyle teşhir edilmiş olması onu gördüğümüz anlamına gelebilir ama anladığımız anlamına gelmez çünkü enformasyon bombardımanına maruz kalmak, görüp geçmek demektir ve hızla görülüp geçilen şey üzerine düşünme fırsatı tanımaz. Ayrıca hakikat “şeffaflık toplumu”nda bize sunulduğu gibi olumluluklarla çevrili değildir tam tersine hakikat içerisinde olumsuzluk barındırır. Kısacası, olumsuzluk yokluğu bize yanılsamalı bir dünya sunar, Byung-Chul Han’ın “şeffaflık toplumu” ve “olumluluk toplumu” arasında kurduğu ilişki de benim fikrimce bize bunu fark ettiriyor.

Şeffaflık toplumu’nun bizi çıkardığı bir nokta da teşhirciliktir. Kitapta da aktarıldığı üzere, Benjamin, “kült görevi” üstlenen nesnelerde önemli olan “görülmelerinden ziyade mevcudiyetleridir der. “Kült değerleri” teşhir edilmelerinden değil, mevcudiyetlerinden kaynaklanır. Yani bu nesneler gözden ırak, ulaşılmaz oldukları kadar değerlidirler. “Şeffaflık toplumu”nda ise önemli olan “kült değeri” değil, “sergi değeri”dir. Nesnenin varlığı sergilenebilir olmasına bağlıdır. Sergi değeri yoksa niteliği ne olursa olsun onun varlık durumu hiçe karşılık gelir. Çünkü şeffaflık toplumu aynı zamanda kapitalizmle iç içe bir toplumdur “sergi değeri” onun meta olarak değeriyle de ilgilidir.

Bu “kült değeri” taşıma durumu yazara göre; sadece nesnelerle de ilgili değil. O, özellikle sosyal medya ortamında kült değeri taşıyan insan simasının fotoğraftan çoktan kaybolduğunu düşünüyor. Çünkü bu fotoğraflar photoshop çağı ürünleri ve “insan siması”nı tamamen “sergi değeri”ne indirgeyen bir durum içeriyorlar. Katılmamız gereken bir fikir bana kalırsa bu, çünkü photoshop sayesinde pürüzsüz simayı görülmeye açarken, onun kişiyi kendi bedeninden uzaklaştırdığını da göz ardı edemeyiz, ayrıca “şeffaflık toplumu”nun bizi ittiği bu durum, kendi bedenimizi “sergi değeri” ile ölçmemize sebep olur. Böylece bir nevi bedenin de meta değeri kazandığını söylememiz gerek. Oysa fotoğraf Roland Barthes’ın deyimiyle; “zamanın olumsuzluğunun oluşturucu öğe olduğu bir yaşam biçimi arasında bağlantı kurar.” Ancak bu Byung-Chul Han’a göre, fotoğrafçılığın teknolojik koşullarıyla bu durumda analog oluşuyla ilgilidir. Çünkü dijital fotoğrafçılık yine bahsettiğimiz “olumluluk toplumu” ile ilişkilenir, “insan simasını” düzleştirir, kederden ve pürüzden arındırır, zamansız bir düzleme taşır. Yani bireye sergi nesnesi olabilmenin imkânını sunar. Sergilemenin getirdiği şeffaflık yüzü siler, insanın kendisi olma imkânını elinden alır. Yine yazarın dikkat çektiği gibi bu şiddettir çünkü şeffaflık mecburiyeti dayatılır ve şeffaf olduğun kadar görünür olursun, görünür olmadığın kadar da şüpheli.

Şeffaflık toplumu’nun bir diğer getirisi ise gizemi kaybettirmesi olarak çıkıyor karşımıza. Şeffaflık şeylerden ve bedenden cazibeyi alarak onu çıplak hâle getiriyor. Bu çıplaklık hayal gücünü, fanteziyi elimizden aldığı gibi yorumu ve anlatıyı da etkiliyor. Çünkü her şeyin şeffaf olması ortaya anlatılacak, yorumlanacak üzerine düş kurulacak bir şey bırakmıyor. Kitapta Simmel’in şu cümlesinin ifade ettiği gibi: “Sadece hayatımızın temeli olarak belli oranda doğru ve yanlışa değil, hayatımızın öğelerinin düzenlenişinde aynı oranda berraklık ve belirsizliğe de ihtiyaç duyan bir yapımız vardır.” Her şeyin apaçık ortada olduğu bir dünya veya insan bana kalırsa anlamsızlığın, boşluğun temsili durumuna gelir çünkü insanın belirsizliğe ve bilinemeyene de ihtiyacı vardır. Gizemi alınmış dünya veya insan tatsız tuzsuz bir şey durumuna düşer ve büyü kaybolur. “Şeffaflık toplumu” kavramı ve Byung-Chul Han’ın dikkat çekmeye çalıştığı durumun sonuçlarından birisi de bu benim fikrimce.

Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu kitabı ile ilgili bahsetmeden geçemeyeceğim bir diğer konu “kontrol toplumu” ile “şeffaflık toplumu” arasındaki ilişki. Bentham’ın panoptikonu disiplin toplumunu anlamamız açısından önemlidir bilindiği gibi. Kişiyi disipline etmeye yönelik bir kuruluş olan Panoptikon okulları, tımarhaneleri, hastaneleri, fabrikaları kontrol altında tutmayı imgeler. Byung-Chul Han’a göre; bu düzende gözcünün bakışı hücrelerin her köşesine ulaşırken o içeridekiler için görünmez kalır: “Yani işin esası denetçinin, görünmeden görmenin iyi bilinen ve en etkin düzenekleriyle birleştirilmiş merkezi konumudur.” Kurnazca bir teknikle sürekli gözetim yanılsaması yaratılır. Şeffaflık burada tek yanlıdır. Bu güç ve hâkimiyet yapısının temelini oluşturan perspektifliliğin göstergesidir. Perspektifliksizlikte ise merkezi bir öznellik ya da egemenlik yoktur. Yani Bentham’ın panoptikonunun içinde yer alanlar gözetleyenin sürekli varlığının farkındadırlar ancak “dijital panoptikon”un içinde yer alanlar gözetlendiklerinin farkında olmadıkları gibi bu durumun özgürlük olduğunu düşünürler. Bu durumda sanırım “şeffaflık toplumu” için panoptikonun başka bir düzeye geçtiği bir toplum ya da insan durumu olduğunu söylemek hata olamayacaktır. Çünkü “dijital panoptikon”un içinde bulunanlar en başta bu gözetlenme durumuna gönüllüdürler. Buradaki mahkûm hem fail hem de kurbandır yazarın altını çizdiği gibi. Özgürlük kontroldür. Çünkü kontrol edilme, gözetim öyle bireysel ve içsel hâle gelmiştir ki kişi kontrol edilmekle özgür olmayı neredeyse eşitler. Bentham’ın panoptikonunun aksine “dijital panoptikon” ahlâki ve biyopolitik değil ekonomiktir. Yaşadığımız vahşi kapitalist çağda panoptikona yükleyeceğimiz yeni anlamlardan birisi de bu olacak gibi görünüyor çünkü Byung-Chul Han’ın ortaya koyduğu fikirler üzerine düşününce tartışılabilir ama çok da haksız değil bana kalırsa.

Şeffaflık Toplumu hakkında özetle söyleyebileceklerim böyle ancak kitapta üzerine konuşacak daha fazla ayrıntı olduğunu belirtmek gerek. İçinde bulunduğumuz çağ her şekilde sancılı bir yaşam sunuyor bizlere ama bizlerin de şikâyet ettiklerimizin içinde bir şekilde yer aldığımızı hatırlatıyor Byung-Chul Han, bazen farkında, bazen farkında olmadan, hâttâ özgürlük olduğunu sanarak.


Emre Tansu Keten, “Şeffaflık toplumunda diren(me)mek”, Gazete Karınca, 24 Mayıs 2017

Yeni medya teknolojileri ve özellikle internetin gelip dayandığı web 3.0 sınırı, birçok bilimsel disiplini, dini otoriteleri, popüler kültürü kendisi hakkında konuşmaya, hatta tavır almaya zorluyor.

Psikolojiden sosyolojiye, felsefeden siyaset bilimine kadar farklı disiplinler internetin ve dijital olanakların kendi alanlarına etkisi üzerine çalışmalar yaparken; Black Mirror, Mr. Robot, Westworld gibi diziler, Her gibi filmler oldukça ilgi çekiyor.

Bu yapımlara olan ilgiyi, uzun süredir var olan bilimkurgu eserlerine olan ilgiden ayıran şey, birincilerde gördüklerimizin elimizi uzatsak dokunabileceğimiz yakınlıkta olması; bugün elimizden düşürmediğimiz aygıtlarda ve rutinleşen pratiklerimizde (yakın) ihtimal olarak barınması.

Bunun yanında, hayatlarımızın bu denli asli parçası haline gelen teknolojinin kötümser/distopik yorumlarını okumaktan da ayrı bir zevk alıyoruz sanırım.

Katılmama hakkının kimseye tanınmadığı bir sanal dünyanın, herhangi bir eylem talep etmeyen kötümser eleştirisi insanlara garip bir huzur veriyor.

Byung-Chul Han da Şeffaflık Toplumu kitabında, Jean Baudrillard’a çokça referansla, geldiğimiz yeri analiz etmeye çalışıyor. Han’a göre, şeffaflık ideolojisinin hakimiyeti altına girmiş insanlık, mahremiyet yerine teşhiri, mesafe yerine teklifsizliği, bilgi yerine enformasyonu, cinsel aşk yerine pornoyu yaşıyor (erlebnis), yaşamak zorunda kalıyor.

Şeffaflık ideolojisinin en önemli özelliği, olumsuza alan bırakmayacak derecede olumlulukla dolu bir sistem dayatmasıdır:

Şeyleri olumsuz yanlarından budayıp sentetik olarak ideal biçimleri içinde yeniden oluşturmayı hedefleyen tam bir cerrahi zorlama altındayız. [1]

Bütün insan eylemleri hesaplanabilir ve planlanabilir hale geldiklerinde, olumsuzluklarından arındırılabilir ve kontrol edilebilir. Olumluluğun sürekliliğinden en ufak bir sapma cezalandırılır, aşk bile bir olumsuzluk olarak kodlanan acıdan azade kılınır, ehlileştirilir.

Örneğin, örtünme bir olumsuzluktur. Şeffaflık tamamen çıplak bir beden, tamamen ifşa olmuş bir cinsellik dayatır. Benjamin’in dediği gibi “güzellik örtü ile örtülenin çözülmez bağını gerektirir. Çünkü güzel olan ne örtü ne de örtülmüş olan nesne değil örtülü nesnedir.” [2]

Oysa şeffaflık ideolojisi, örtüyü olumsuzluk, örtülen nesneyi olumluluk olarak niteler ve kesintinin olumsuzluğundan kurtulmak ister. Bunun adı pornodur. Sevişen insan yabancılaşmış insandır, yaşamakta olduğunu değil, yaşadığının görüntüsünü dert edinir.

Aynı şekilde her türlü metin de olabildiğince açık olmalıdır. Haberden edebiyata kadar bütün metinler, başka bir anlama ihtimal vermeyecek derecede sadeleşmeli, formelleşmeli, iletişimin hızını bozmayacak düzeyde aynılaşmalıdır.

Anlaşılmak için emek ve zaman isteyen metinler olumsuzdur ve ilgisizliğe mahkumdur. Çünkü enformasyon akışında ve iletişim hızında herhangi bir kesinti tehlike yaratacaktır, kesinti noktaları tefekkür noktalarıdır.

Burada bir parantez açıp, gerek fotokopileşmeleri, gerekse olumsuz duyguları (yalnızlık, tutunamamak, kaybetmek) evcilleştirip, tüketim formu haline getirip olumlulaştırmaları anlamında popüler kültür dergilerinin (Ot, kafa…) şeffaflık toplumuna uygun formatlar olduğunu söyleyebiliriz.

Aynılaşma o düzeydedir ki, bir yazıdan başka yazıya, bir sayıdan bir sonraki sayıya, bir dergiden diğer dergiye geçişte herhangi bir dikkat ve ilgi değişimi gerekmemektedir.

Haber de format olarak yaşamaya devam eden, fakat içerik olarak boş gösteren haline gelmiş bir oyalayandır. Teknolojik olanaklarla enformasyon üretiminin devasa boyutlara ulaşmış olması, bilginin arttığı anlamına gelmemektedir. “Daha fazla enformasyondan ortaya hakikat çıkmaz. Bunlarda yön, yani anlam eksiktir. Aşırı-iletişim ve aşırı-enformasyon hakikat eksikliğinin belirtisidir.” Bugün medyanın temel görevi insanları meşgul etmektir. İçeriksiz mesajlarla dolu, insanları sessizlikten -yani olumsuzluktan- kurtaran, -herhangi bir özneye atfedilemeyen anlamında- akusmatik bir sestir medya. [3]

Han’a göre, şeffaflık toplumunda temsil yerini sergilemeye bırakmıştır. Bu toplumda her özne kendi kendisinin reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Sennett’in Kamusal İnsanın Çöküşü’nde bahsettiği anlamda, insanların mahremiyet dışı alanda rollerle, duygu ve anlam yüklenmiş kostümlerle kendisini temsil etmesi bugün olanaklı değildir, çünkü bugünün mekanı sahne değil pazardır. “Tiyatro temsilin, pazarsa sergilemenin mekanıdır.”

Beden temsil yeteneğinden yoksun kılınmış derecede teşhir edilmiştir. Vücut çalışmaya bu denli yönelinmesinin bir nedeni de insanların ellerinde sadece bu sergi nesnesinin kalmasıdır (kaslı bir vücutla ortaya çıkmaktansa, vücut geliştirme süreci de sergilenir). Bu teşhir çağında, görünmez olan, sergi değeri taşımayan aslında yoktur. Bir şehre yapılan ziyaret, bir yemek yeme, bir kitap okuma eylemi ancak sergilendiğinde “gerçek”leşir.

Tekno-kötümser anlatının en büyük sorunu, teknolojiyi her şeyden bağımsız bir belirleyici güç olarak kabul etmesi, yani tekno-determinist bakış açısıdır. Buna göre, teknoloji kendi “doğal” seyrinde gelişmesini sürdürürken, insanlığın yaşamını ve kültürünü de belirlemektedir -ki bu gidişat insanlığın otantik değerlerini yok etmeye doğrudur.

Oysa, Han’ın da bazı yerlerde vurguladığı gibi, teknolojiyi belirleyen kapitalizmin gerekleridir. Atom bombasından, internete, yapay zekaya kadar bütün teknolojik gelişmeler sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir, şekillenmeye devam etmektedir. Bu anlamda tekno-kötümserlik de tekno-iyimserlik de sınıf mücadelelerini yok sayan bir noktada durmaktadır. Görünmez Komite’nin dediği gibi:

Çağımızın kâbusu, ‘teknik çağı’ değil, ‘teknoloji çağı’ olmasından kaynaklanır. Teknoloji, insanların farklı kurucu tekniklerine el koyma sürecidir. Teknoloji, en etkili tekniklerin sistemleştirilmesi, böylece dünyaların ve dünyayla ilişkilerin tesviye edilmesidir. Teknoloji, durmaksızın maddi gerçekliğe yansıtılan, teknikler hakkında bir söylemdir. Şenlik ideolojisinin gerçek şenliğin ölümü olması gibi, karşılaşma ideolojisinin biraraya gelmenin fiilî imkânsızlığı olması gibi, teknoloji de tek tek bütün tekniklerin etkisiz kılınmasıdır. Bu anlamda kapitalizm özünde teknolojiktir; en verimli tekniklerin kârlı bir düzenlemeyle bir sisteme sokulmasıdır. [4]

Şeffaflık geri döndürülemez, direnilemez bir olgu değildir. Kapitalizmin lehine kullanılan teknik olanaklar, aşağıdakilerin siyasi mücadeleleri sonucu ele geçirilebilir, insanlığın genel çıkarları için seferber edilebilir.

Sınıf mücadelesinin en önemli alanlarından birisinin internet olacağı da, yüzmilyonlarca insanın bilgilerini kontrol eden özel şirketlere karşı kamusal bir internet için verilecek mücadelenin önemi de oldukça açıktır.

İnternet teknolojisinin, sınıfsız sömürüsüz bir toplum için yaratacağı olanakları, biraz düşünürsek, tahayyül edebiliriz.

Han’ın kitabında ortaya sürülen tehlikeler kadar, bunlara karşı direnme yöntemlerinin icat edilmesi de, bir başka toplum biçimi konusunda konuşulması da önem taşımaktadır. Bugün zor olan ve daha az ilgiyle karşılanan, ne yazık ki, ikincisidir.

Notlar

[1] Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, s. 47 Metne dön.
[2] Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, s. 37 Metne dön.
[3] Ulus Baker, Yüzeybilim Fragmanlar, Birikim Yayınları, 2011, s. 215 Metne dön.
[4] Görünmez Komite, Sibernetik Yönetimsellik, çev. Derya Yılmaz, http://www.e-skop.com/skopbulten/sibernetik-yonetimsellik/2352 Metne dön.


Ali Bulunmaz, “Saydamlığın şiddeti “, Cumhuriyet Kitap Eki, 25 Mayıs 2017

İnsanın üstüne gelen günlük koşuşturmalara, politikanın ve poltikacıların gürültüsü de eklenince “tadından yenmez” bir hayatın ortasında buluyoruz kendimizi. Üstelik hızla akan zaman ve süratle ulaşılmak istenen bilgi, bizi neredeyse 7/24 ayakta kalmaya, selde debelenmeye itiyor.

Bu ortamda hepimiz, her an ve ilgili ilgisiz herkesle iletişim kurmaya zorlanıyoruz veya kendimizi buna mecbur hissediyoruz. Hiçbir şeyden geri kalmama isteği ve her şeyi hemen bilme dürtüsü, bu iletişim “ihtiyacını” besliyor hatta bizi bu anlamda biraz obezleştiriyor. Bilmenin, haber akışının membaında bulunmanın ve bu yoldaki üretkenliğin olmazsa olmazı ise şeffaflık gibi görünüyor. Bilgi bağlamında muammayı yok etmenin, yabancı bir şeyle karşılaşmamanın ve tetikte kalışımızın ödülü hâline gelen şeffaflık, gerçekten olumlu ve yararlı bir şey mi?

Güney Koreli felsefeci ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han, bu sorudan hareket edip daha önceki kitaplarında yaptığı gibi meseleye şüpheyle yaklaşarak gözümüzün önünde gizlenen gerçeklerin peşine düşüyor Şeffaflık Toplumu’nda.

İnsanın Işıklandırılması

Günümüzün geçerli paradigması demeyelim ama mevcut sistemi, üretim-tüketim dengesizliği, daha hızlı ve daha çok bilgi, mümkün olduğunca açık gibi görünen veya en azından kâğıt üstünde kaynağı sağlam bilgiye dayanıyor. Dolayısıyla sınırsızlığın ve engelsizliğin hâkim olduğu söylenen yaşamımızda şeffaflık, Han’a göre hayati bir eylem ve kavram.

Gelgelelim, her şey ve herkes saydamlaştığında ortaya çıkanın özgürlük olmadığını söyleyen Han, aksine örtülü veya açık şiddetin bizi kuşattığını hatırlatıyor. Başka bir deyişle bütünüyle saydam olan, aslında görünmez ve katı sınırların varlığına işaret ediyor. Bunu, durmaksızın işletilen denetim mekanizması diye açıklayan yazar, şeffaflığın, eşzamanlı ve birörnek hâle gelen yaşamda egemen sistemi sabitleştirdiğini belirtiyor. Peki, bu ne demek?

Han’a göre hepimiz dijital panoptikona hapsolmuş durumdayız; iletişim ve bilgiye erişimde her türlü engelin ve sınırın kaldırılması, aynı zamanda toplumu daha kolay hizaya sokmayı sağlıyor. Yani bildiğimizi ve özgür olduğumuzu zannederken pek de kolay fark edemediğimiz şekilde denetim çarkına giriyoruz. Tüm bildiklerimizi ve kişisel bilgilerimizi, şeffaflık havuzuna gönülllü olarak aktararak bu sürece bizzat katkı sunuyoruz. Vitrinde olmak uğruna kendimizi saydamlaştırıp mahrem alanlarımızı çabucak daralttığımızı ve şeffaflık totalitarizmine kurban olduğumuzu söylüyor Han.

Bir nehrin, yatağındaki taşları zamanla pürüzsüzleştirmesi gibi şeffaflık toplumu ve söylemi de hayatımızdaki her şeyi çıkıntılarından arındırarak “olumlu hâle” getiriyor. Han’a göre insanın iletişim ve üretim akıntısına kapılıp eylemlerinin “işlemsel” olabilmesi için bu şart. Yani hiçbir aksaklık kabul etmeyen hayata katılmanın yolu, oyunu kuralına göre oynamaktan geçiyor. Bu da aynılaşma, ederinin belli olması, pornografikleşme ve tekilliğin ortadan kalkması demek. Şeffaf iletişim, aynıların birbiriyle temas etmesine dönüşürken yabancıları dışlıyor ve toplumun hizaya sokulması için gerekli ortamı sağlayarak mekanize kalabalıklar yaratılmasının önünü açıyor: “Şeffaflık zorlaması, insanı bizzat sistemin işlevsel bir öğesi düzeyine indirir. Şeffaflığın şiddeti buradadır.” Han, hepimizin üstüne gelen bu duruma “insanın ışıklandırılması” diyor. Kendimizle ve başkalarıyla aramızdaki mesafeyi bu ışıklandırma sayesinde kapatarak benliğimizi tüketime sunarız. Bu şekilde kurduğumuz şeffaf ilişkiler ise çekicilikten yoksun ve ölüdür Han’a göre.

Yazarın gönderme yaptığı açıklık, sırları ve özel alanları yıkıp geçer; pornografik ve hesaba dayalı yaşamı öngörüp gözün, sistem dışındakileri seçebilme yetisine ket vurur. Yanlış olanı ortaya koyarak kendisini var eden hakikat silikleşir ve Han’ın, olumluluk toplumunun en önemli özelliklerinden biri dediği “beğenme” öne çıkar.

Beğenmek için görünmek, görünmek içinse teşhir etmek gerekir ki Han, artık herkesin kendisini ortalığa dökme yarışına girdiğini söylüyor: “Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir, her şey sergi değeriyle ölçülür.” İfşa etmenin dayanılmazlığı, şeffaflık dayatmasının kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza çıkar. Böylece kendisini tüketime açan birey, Han’a göre diğer her şeyle birlikte “özgürlüğünü feda eder.”

Nobran Bir Şimdi

Han, anlamdan yoksunluğu beraberinde getirdiğini söylediği şeffaflığın, yarattığı simetriyi bir takıntıya dönüştürdüğünü anımsatır. Üretim ve tüketim her şeyin önüne geçtiğinde, anlam kaygısı ötelenir ve mutlak düzenin hâkim olması için insan tüm gücüyle çalışır. Zarafetin, pornografik şeffaflığa kurban edildiği ortamda, dolambaçlı veya dolaylı hiçbir şeyin yer almayışından dem vuran Han, hedefe yönelik eylemin esas alındığı saydam hayatın, bedeni ve beyni salt bir et olarak gördüğünü not eder. Bunun varacağı nokta ise dokunsal ve bulaşıcı etkisiyle “kültürden arınma”dır; her şey anlamdan sıyrılarak reklamvâri heyecan uyandıran bir gösteriye dönüşür. Han’a göre şeffaflaştırılan ve yalnızca bir gösteriye indirgenip tutku fakiri hâline getirilen hayatta, düşünme devre dışı bırakılırken hafıza da sıfırlanır. Artık bu yaşamda müstehcen bir iletişim hüküm sürmeye başlar, tarih bilincinden yoksun kişi, Han’ın deyişiyle ne unutabilir ne de hatırlayabilir. Dolayısıyla şeffaflık toplumunun cenderesindeki insan, nobran bir şimdinin emir komutasına girer.

Han, şeffaflığın baskın çıktığı ortamda herkesin kendisi gibi olanla karşılaştığını, kendinden uzaklaşmış narsistlerin etrafı kapladığını ve bu nedenle varlığın sınırlarının bulanıklaştığını ifade ediyor: Başkasıyla yüzleşmenin sonucunda doğan deneyim yitip gidince en tepeye oynayanlardan oluşan toplumda, narsist öznenin bunalıma sürüklenmesi işten bile değil. En ufak boşluk barındırmayan ve her noktası “bilgi” bombardımanına tutulan böyle bir ortamda hakikat, gösterilen resmin ardına itilirken kişiler de bitkisel hayatta tutulur. Yaratılan dijital rüzgârla dikkatini, yaptığı işe vermesi sağlanan bireyden en yüksek kâr elde etme amaçlanır.

Han, bu şekilde yepyeni bir panoptikon kurulup denetim mekanizması geliştirildiğini söyler. Bu denetimin lokomotifi olan hiper-iletişim, pompaladığı teşhircilikle kişiyi, herkesin herkesi kontrol ettiği panoptik pazara sürer.

Şeffaflık, git gide herkesin gözünü birbirinin üzerinde gezdirdiği bir edime dönüşürken eylemde bulunma özgürlüğü can çekişir ve aynı hizaya gelen, birbirini performansla ölçen ya da değerlendiren insanlar belirir. Han’ın dediği gibi kendisini şeffaflık toplumuna gönüllü olarak teslim eden herkes, “hem kurban hem de fail hâline gelir, özgürlüğün diyalektiği işte budur; özgürlük kontroldür.”


Muhammed Taha Tunç, “En mahrem olanı şeffaflaştırmak”, Gazete Duvar, 6 Temmuz 2017

Nurdan Gürbilek Sessizin Payı’nın giriş yazısında Walter Benjamin’den mülhem şöyle diyordu (s. 12): “Uçarak mı geçmeliyim malzemenin üzerinden, yoksa içinde mi dolaşmalıyım?” Denemecinin, eleştirmenin hal-i pürmelalini yansıtır bu cümle. Yazı yazarken çekilen sıkıntıyla (“Yazmak, olup olabilecek en az çileci eylemdir” diyor Emil Cioran Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne’de) bittiğinde alınacak hazzın arasında kalmış yazarı ele verir bu cümle. Yazı malzemesinin içinde dolaşmak mümkün müdür – önce bunu sormak gerekir.

Yazı malzemelerinin içinde dolaşmak mümkün müdür?

Bizim olmayan acıları sahiplenmek, yeri geldiğinde hazzın ve heyecanın doruklarına çıkmak bize mi düşer yazıda? “Mısra her şeye imkân tanırken, onun üzerine gözyaşlarınızı, utançlarınızı, vecdlerinizi -özellikle de yakınlarınızı- dökebilirken, düz yazı içinizi dökmenize veya ağlaşmanıza izin vermez: İtibarî soyutluğu bundan tiksinir” diyen Emil Cioran haklıdır bir anlamda (Çürümenin Kitabı, s. 97). Düz yazının malzemeleri arasında gezmeye çıkarsınız, ama bir de bakmışsınız uçak havalanmış; malzemeleri uzaktan izliyor, kâh onlara üzülüyor kâh seviniyorsunuz. Yine Emil Cioran: “Hayatın keşfi, hayatı yok eder” (s. 107).

Yeni maceralara atılmayı, içinde bulunulan yaşamdan kaçıp kurtulmayı salık veren neoliberal ve dijital dünya, akılcılaştırmanın mutlak düzeyde işlemesiyle ayakta durur. Byung-Chul Han Şeffaflık Toplumu’nda her şeyiyle “apaçık”, “samimi”, “neyse o” olan toplumun sürekli olumluluk üzerinden işlediğini iddia ediyor: “Şeyler her türlü olumsuzluktan arındıklarında, pürüzsüzleştirildiklerinde, düzleştirildiklerinde, sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar. Eylemler işlemsel, hale geldiklerinde, hesaplanabilir, yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir süreçlere tabi olduklarında şeffaflaşırlar” (s. 15). Yine Cioran: “Herkes sizden iyi söz ettiği zaman, vay halinize!” (Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne, s. 146).

Olumsuzluğa yer vermeyen toplum öteki olana da yer vermez. “Yabancı olma durumu elbette tamamen olumlu bir ilişkidir; etkileşimin özel bir formudur” diyor Georg Simmel Yabancı’da (Yabancı: Bir İlişki Biçimi Olarak Ötekilik İçinde, s. 28). Byung-Chul Han da Hegel’den mülhem, benzer bir şey söylüyor: “Diyalektik olumsuzluğa dayanır. Hegel’in ‘tin’i olumsuz olana sırtını dönmez, ona katlanır ve varlığını onun içinde sürdürür.

Olumsuzluk ‘tinin hayatını’ besler. Olumsuz bir gerilim oluşturan kendindeki öteki, tini canlı tutar” (s. 19). Olumsuzluğu nasıl tasfiye edebiliriz toplumdan? Pek mümkün görünmez bu. “İnsan kendisi için bile şeffaf değildir. Freud’a göre ego tam da id’in kısıntısız olarak olumladığı ve arzuladığını yadsır” diyor Han (s. 18). Olumsuz duyguya da olumsuz patiye de yer yoktur hanemizde, diyordur şeffaflık toplumu.

En mahrem olanı şeffaflaştırmak

Şeffaflık gizliliğin yok edilmesi, öznelliğin alt edilmesidir. Resim pornografikleşir, bedenler teşhir edilir: “Kült değeri taşıyan insan siması fotoğraftan kaybolmuş durumdadır. Facebook ve Photosop çağı ‘insan siması’nı tamamen sergi değerinde kendini bulan face haline dönüştürür” (s. 26). En mahrem olanı dahi görünür kılar, onun biricikliğini yok eder, geriye görüntüsü kalır, onu da sömürür şeffaflık toplumu. Sosyal medyada gönderileri sadece olumlar, olumsuzluğa yer bırakmaz (“Beğenmedim” deme hakkı bulunmaz kullanıcının); bu yüzden de sürekli bir ejekülasyondur – sonunda boşluğa, çıplaklığa boşalır. “Libido süredir” diyor Gaston Bachelard Bilimsel Zihnin Oluşumu’nda. Şeffaflık bu süreyi de emer, boşluğu sevmez, ama yine de boşluktur.

Şeffaflık sürekli dolaşma, gezinme halidir ama hiçbir şeyi belleğe almadığı için anısı da yoktur. Zihinle değil makineyle işler, gezen beden değil makinelerdir (fotoğraf makinesi, bilgisayar vs). Şeffaflık toplumu hareketli ve hızlı bir toplumdur, buna rağmen yetişemez. Bu hız duyumsamayı yok eder, çünkü duyumsananın rayihasını varmak için ara vermek gerekir. Şeffaflık sürekli akılcılaştırma olarak işlediği için planlıdır, dolayısıyla da ara verdiğinde dahi mantıkla işler. Boşluğa izin vermeyen bir boşluktur.

Şeffaflık toplumu şeffaflık hariç her şeyi sömürür. Bilinçdışını bile kontrol etmeye çalışır, çünkü kontrol toplumudur: “Şu an panoptikonun sonunu değil, tümüyle yeni, perkspektifsiz bir panoptikonun başlangıcını yaşıyoruz. 21. Yüzyılın dijital panoptikonu artık tek bir merkezden, despotik bakışın her şeye kadir gücü tarafından gözetlenmiyor olması ölçüsünde perspektifsizdir” (s. 67).

Her şeyi açığa çıkarma uğraşında olan şeffaflık çabası gizin anlamını yitirmesine sebep olur, şeyleri donuklaştırıp silikleştirir. Yazıdaki payı da budur. Yazarın payına “açığa çıkarmak” düşmez; yazar gizleyendir: “Ama nesciri, diyor İsa’ya Öykünmek, yani meçhul olmayı sev”; “Sadece gizlenen şey derin ve gerçektir. Bayağı duyguların gücü bundan kaynaklanır” (Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne, s. 33).

Kaynakça:

Bachelard, Gaston. Bilimsel Zihnin Oluşumu. Çev. Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki, 2013.

Cioran, Emil Michel. Çürümenin Kitabı. Çev. Haldun Bayrı, İstanbul: Metis, 2014. Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne. Çev. Kenan Sarıalioğlu, İstanbul: Metis, 2017.

Gürbilek, Nurdan. Sessizin Payı. İstanbul: Metis, 2015.

Han, Byung-Chul. Şeffaflık Toplumu. Çev. Haluk Barışcan, İstanbul: Metis, 2017.

Simmel, Georg. Yabancı, Yabancı içinde. Çev. Kübra Eren, Ankara: Heretik, 2016


Can Semercioğlu, “Pornografiye karşı, erotik için”, K24, 15 Haziran 2017

Toplumlara isim vermek, özellikle kısa 20’inci yüzyılın sonlarından itibaren sosyal bilimler alanında moda hâline geldi. Pek çok düşünür ve toplumbilimci, toplumları bir bütün olarak ele alarak onlara ad verdiği tek bir kelimeyle nitelemeye başladı. Hız toplumu, enformasyon toplumu, aşırılıklar toplumu vb. Söz konusu tanımların ortak özelliği ise, toplumda hâlihazırda ortaya çıkmakta ve belirginleşmekte olan bir boyutun ön plana çıkarılması ve dünyanın tamamının tek bir nosyon etrafında açımlanması.

Her ne kadar bu tür isimlendirmeler pek çok diğer boyutu gözden kaçırıyormuş ya da göz ardı ediyormuş gibi görünüyor olsa da, farklı dinamiklerin bir bileşkesi olan anahtar kavramlar sunmayı başarmış gibi duruyorlar. En geniş anlamıyla toplumu tanımlamanın birbirine taban tabana zıt iki sebep ve sonucu var. İlk olarak, bir topluma ad vermek güçtür çünkü bu adlandırma toplumsal yapının sert çekirdeğini, yani Gerçek’ini Simgesel bir düzene çekerek onu dilimizin döneceği ve idrak edebileceğimiz bir soyut bir varlık hâline getirmeyi gerektirir. Son derece iddialı ve bir o kadar da riskli bir şeydir bu. İkinci olarak da toplumun tek bir nosyona bağlı olarak tanımlanması kaçınılmaz olarak bir genellemeyi gerektirir ve devinim hâlindeki toplumsal yapının bir noktada dondurulması anlamına gelir. Üzeride ileri düzey tartışmaları beraberinde getiriyor olsa da, bunun da riski beraberinde getirdiğini akılda tutmak lazım.

Koreli yazar Byung-Chul Han ise toplumu şeffaflık üzerinden tanımlıyor. Şeffaflık kavramı duyulur duyulmaz akla ilk gelen ise Gianni Vattimo’nun Şeffaf Toplum’u oluyor. Vattimo’nunkine benzer bir biçimde Han da, aslında kitle iletişiminin, ki günümüzde bunun yerini sosyal medya aldı, gerçeklik algımızın boyutunu çarpıttığını ve her şeyi tek bir perspektiften gördüğümüzü öne sürüyor.

Bununla birlikte Han, toplumun şeffaflık niteliğini farklı alttoplum tanımlarına dayanarak çeşitlendiriyor da: Olumluluk toplumu, teşhircilik toplumu, apaçıklık toplumu, porno toplumu, ivme toplumu, teklifsizlik toplumu, enformasyon toplumu, ifşa toplumu ve kontrol toplumu. Bu çeşitlilik, şeffaflığın farklı veçhelerde insanları nasıl etkilediğini ve hangi sonuçlara yol açtığını anlamak için kolaylık sağlıyor.

Gelgelelim kitapta şeffaflık toplumunun ne olduğuna dair her ne kadar tanım bulmakta güçlük çekmek söz konusu dahi olmasa da, tanımların çeşitliliği toplumun hangi özelliğinin merkezî önemde olduğunu güçleştiriyor. Gerçekten de kitapta şu tür cümleleri sıklıkla okumak mümkün: Şeffaflık toplumu camlaştırır, asimetrik ilişkileri ortadan kaldırır, rayihası yoktur vb. Aynı şekilde yazarın şeffaflık toplumunu altbaşlıklarla sık sık özdeş tuttuğunu da akılda tutmak gerek. Dolayısıyla tanım ve net biçimde yargı içeren kısa cümlelerin yer aldığı Şeffaflık Toplumu’nda bileşkenin nereye vardığını bulmak için okurun da çaba göstermesi gerekiyor.

Şaşırtıcı olmaktan epey uzak bir biçimde, Han’ın şeffaflık kavramıyla kastettiği şeyin olumlu bir niteliği yok. Han’a göre anlam bakımından negatif bir nosyon olan şeffaflık, bu özelliğini tümüyle olumlama üzerine kurulu olmasından alıyor. “Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine olumluluğun konduğu bir topluma dönüşmektedir.” (s. 15) Elbette yazar bu varsayımı dile getirirken soyut felsefî çıkarımlardan ziyade, günümüz toplumunun gerçekliğine vurgu yapıyor. Her şeyin şeffaf olması gerektiğinin sürekli farklı kurumlar, kişiler ve gözle görülmeyen toplumsal kodlar üzerinden insanlara dikte edildiğini ve daha da önemlisi, insanların bunu gönüllü bir şekilde benimsediğini belirten Han, temel olarak şu örnekleri referans alıyor: Sivil toplum kuruluşlarının şeffaf olmayı ahlakî bir edim olarak ön plana çıkarması, bireylerin gizlisinin saklısının olmasının gitgide daha da ayıplanır hâle gelmesi ve tabii ki, sosyal medyanın insanı bir çıplaklık formu olarak kurgulaması.

Han’ın kitabın başından beri çıplaklık sözcüğünü kullanması elbette tesadüf değil. Han, Agamben’in teolojik aygıttan kurtulup dünyevileşmiş ve yeni bir kullanıma açık hâle geldiği için olumladığı çıplaklığın aslında sürekli göz önünde olarak ve böylece şeffaflaşarak onu bütün anlamından yoksun bıraktığını söyler: “Kapitalizm her şeyi meta olarak sergileyip aşırı-görünürlüğe teslim ederek toplumun pornografikleşmesini en uca götürür.” (s. 41)

Erotik ve pornografik arasındaki ayrımın kitabın en can alıcı noktası olduğunu söylemek mümkün. Han bu ayrımla, şeffaf olanla saklı olan ve öyle kalması gerektiğini söylediği şeyi net biçimde ortaya koyar. Zira pornografik olan her şeyi tüm açıklığıyla ortaya koyar ve pornodaki bakış izleyicinin kaçışına asla izin vermez. Her şeyi bir performans olarak izleyiciye sunan porno, tamamen teşhiri ve aşırı uyarılmayı temel aldığından sözde cinsel eylemi olması gerektiğinden daha da şeffaf kılar. Bu da izleyicinin hayal gücünü hiçbir şekilde devreye sokmasına izin vermez. Zaten her şey ortadadır ve izleyici pornonun gösterisine kendisini kaptırmıştır. Onda artık tanımlanamayan hiçbir şey yoktur ve izleyicinin zihni zorla ifade öncesine çekilir. Dolayısıyla pornografik olan “bize dokunabilecek, bizi yaralayabilecek hiçbir şeye sahip değildir.” (s. 43)

Han’ın pornografik diye niteleyerek olumsuzluk atfettiği şeyin cinsel bir yanı kaçınılmaz olarak bulunmasına karşın, bunun gündelik hayatta cinsel olmayan karşılıklarının olduğu da aşikârdır. Tabii, her eylemin ucundan kıyısından cinselliğe dokunduğunu akılda tutmak kaydıyla. Örneğin, internetin yaygınlaşmaya başladığı ilk yıllarda kullanıcılar rumuz kullanmaya meyilliyken, Facebook’un ortaya çıkmasının ardından herkes ismi, fotoğrafları, nelerden hoşlanıp hoşlanmadıkları, nasıl insanlarla cinsel ya da daha arkadaşça boyutlarda birlikte olmayı tercih ettikleri gibi bilgileri paylaşmaya başladı ve buna olumlu bir değer atfedildi. Facebook’ta olmayanların yok sayılması bir internet özdeyişi olmasının ötesinde epey sert bir gerçekliğe sahiptir.

Bunun çok açık sonucu ise kişiler hakkındaki bilgilerin verileştirilebilmesidir. Han buna işlemleştirme adını verir ve bu konu üzerine çok da eğilmez. Onun için önemli olan, bilgilerin herkesçe erişilebilir hâle gelmesi ve kullanıcıların her şeylerini teşhir etmelerini olumlayıcı bir nitelik olarak kabul etmeleridir. Şirketlerin, insanların sosyal medya hareketleri üzerinden nasıl reklam optimizasyonları yaptığı gibi daha karmaşık sonuçları bir kenara bırakalım. Twitter’ı örnek gösterecek olursak, aslında her şeyin nasıl rakamlaştığını ve verileştirilebilir olduğunu görebiliriz. Tweet aktivitesi sekmesinden, yazılanın kaç kişi tarafından görüntülendiğini, beğenildiğini, retweet edildiğini, bu tweet’i gören kaç kullanıcının beni takip ettiğini, yazılana detaylıca bakılıp bakılmadığını öğrenebilirim. Buradaki rakamlar her şeyden önce kendimi sayılabilir bir persona olarak algılamama yol açar ve Twitter’da yazıp çizmem gereken şeyleri ona göre belirlerim. Bunu bir nevi sosyal sermayenin rakamlaştırılmış hâli olarak da düşünmek mümkün.

Han da, sosyal medyaya önem vermesine karşın kitabında bu konudaki içgörüsünü çok net ve detaylı bir biçimde ortaya koymaz. Bunun yerine teklifsizlik kavramını ortaya atarak, internetin mesafeyi nasıl ortadan kaldırdığı sorununa dolaylı bir biçimde değinir. Ona göre teklifsizlik, insanın kendisiyle karşılaşmasının önüne geçebilecek olan mesafeyi yok ettiği için, insanın baktığı her şeyde kendisini görmesini beraberinde getirir. Sosyal medyanın kamusal kullanımı elbette vardır, ancak işleyiş biçimi açısından her mecra kişinin kendisine dönmesini ve sadece kendisi için bir şeyler paylaşmasını buyurur.

Bu konuda Han’ın son derece açıklayıcı cümlelerine kulak vermek gerekir: “Sosyal medya ve kişiselleştirilmiş arama motorları internete dışarısının ortadan kaldırılmış olduğu mutlak bir yakın alan oluşturur. Burada insan yalnızca kendisi ve kendisi gibi olanlarla karşılaşır. Değişimi mümkün kılacak hiçbir olumsuzluk yoktur artık. Bu dijital mahalle insana sadece hoşuna gideceği kesimlerini sunar dünyanın. Böylelikle de kamusal alanı, kamusal ve hatta eleştirel bilinci ortadan kaldırarak dünyayı özelleştirir. İnternet mahrem bir alana, rahatlık ortamına dönüşür. Her türlü uzaklıktan arınmış yakınlık da şeffaflığın dışavurum biçimlerinden biridir.” (s. 54)

Kitabın temeli olduğunu söylediğimiz pornografik ve erotik arasındaki ayrıma geri dönecek olursak, Han’ın pornografik olanın zarafeti ve anlamlı olanı nasıl yok ettiğine yönelik ifadelerini daha iyi idrak edebiliriz.

Roland Barthes, bir şeyin erotik olması için o şeyin örtük olması gerektiğini söyler. Ancak o örtülük sayesinde açıklık üzerinde erotik bir fantazi kurmak mümkündür. Tam da bakışa açık olmayan şeyler insana dokunur ve onu yaralayabilir. Barthes’a göre, bedenin erotik yeri tam da giysinin aralandığı yerdir. Örneğin, eldivenle yenin arasında parlayan yerdir. Bunu sağlayan şey de, açık olanın bir gönürüp bir kaybolmasındaki gerilimdir. Barthes’ın bu söylemlerinin ışığında Han da günümüzde erotik olana yer bırakılmadığını ve her şeyin şeffaflaştırılarak pornografikleştirildiğini savunur. Ona göre, günümüzün şeffaflık toplumunda erotik çekicilikteki mahrumiyetin olumsuzluğu yoktur, bunun yerine gösterinin tekdüzeliği vardır ve bu da heyecandan yoksundur. Çünkü kişiler hakkındaki, bazı konular hakkındaki bilginin tantalizing bir yönü kalmamıştır. Her şey doğrudan bir yüzey fantazisine dönüşmüş durumdadır. Her şey zaten ifşa edilmiştir ve mesafeli kalmak kaydıyla keşfetmenin yerini saf erişilebilirlik almıştır. Han’a göre, bu durumda heyecan başta olmak üzere erotik olana dair hiçbir niteliğin anlamı kalmamıştır.

Han’ın bu ayrım temelinde yazdığı Şeffaflık Toplumu aslında erotik olanla aynı şekilde örtük olanın siyasetini savunur. Bunun için bir harita vermemesine rağmen, Jeremy Bentham’ın panoptikonuyla analoji kurarak günümüz politikasının perspektifsizliğini ortaya koymaya çalışır: “Şu an panoptikonun sonunu değil, tümüyle yeni, perspektifsiz bir panoptikonun başlangıcını yaşıyoruz.” (s. 67) Ona göre, bu panoptikonda bir merkez yoktur ve aşırı iletişim vasıtasıyla panoptikonun içindekiler ağlar kurarak kişiler kendilerini kontrole feda etmektedirler. Bu durumu lafı uzatmadan “kontrol toplumu” diye niteleyen Han, şu çıkarımı yapar: “Kontrol toplumu, öznesi dış bir zorlama sonucu değil kendi ihtiyacı nedeniyle soyunduğunda, özel ve mahrem alanı yitirme korkusu bunları utanmazsa teşhir etme ihtiyacına yenik düştüğünde mükemmelliğe ulaşır.” (s. 68)

Dolayısıyla bir süredir herkesçe yüceltilen şeffaflık, demokratik bir yapı oluşturmaktan ziyade onu tamamen yok eder ve insanların kendi kendilerini kontrol ettikleri bir kontrol toplumuna dönüştürür. Bunun artık toplumsal bir buyruk hâlini alarak çöken ahlakın yerine geçtiğini söyleyen Han, aynı zamanda siyasette güveni ortadan kaldırdığını belirtir. Çünkü bir kişiye güvenebilmem için onun hakkında bilmediğim bir şeyin, dahası, öngöremediğim bazı şeylerin olması ve ona karşı bir teslimiyet hâlinde olmam gerekir. Ancak şeffaflık, günümüzde güvenin anlamını da değiştirerek, her şeyin bilindiği ve şeffaf olduğu bir durumda güvenin tesis edilebileceğini vurgular. Bu da kategorik olarak zaten mümkün değildir.

Han, Şeffaflık Toplumu’nda hâkim toplumsal bakış biçimini alan şeffaflığın totaliter bir yapıya kavuştuğunu söyler. Bu görüş, daha önce tekno-kötümserler tarafından da sıklıkla dile getirilmiştir. Ancak sosyal medya üzerine iletişim çalışmalarının ilk çıktığı dönemde, sosyal medya radikal biçimde olumlanmış ve özgürleştirici ve demokratikleştirici bir sistemin habercisi olduğu öne sürülmüştü. Ancak günümüze gelindiğinde bunun gerçekliğinin sert biçimde sorgulandığını ve savunucusunun giderek azaldığını görüyoruz. Han’ın da okurlara tam olarak anlatmak istediği bu.

Gelgelelim, kitaptaki tanımların muğlaklıkları ve çıkarımların kısa cümlelerle peş peşe gelmesi Han’ın derdini anlatmasını zorlaştırıyor – daha önce de söyledik, bir toplumu tanımlamak zor, riskli ve iddialı bir iştir. Dolayısıyla Şeffaflık Toplumu’nu akademik ya da okura doğrudan bilgi veren bir kitap olmaktan ziyade, bir manifesto olarak görmek mümkün.


Müge İplikçi, “Panoptik”, Gazete Vatan, 29 Mayıs 2017

Bankacı bir adamla tanışır kadın. Her şey güzeldir ilk başta. Sözlerin tükendiği bir dönemeçten geçerlerken bankacı adam, kadının gözlerinin içine bakarak der ki, ‘bilmem ne bankasındaki hesabınızı takip ettim, hayli yüklü bir paranız var, valla zenginsiniz siz, bunu bizim bankaya şu kadar yüzdeyle vadeli yatırmaya ne dersiniz? O zaman yeni aldığınız evin taksitlerini de daha rahat öder, küçük kızınızın okul taksitleri konusunda boşanmış kocanızın darboğazdaki haline muhtaç kalmazsınız! ’

Konuşmanın nereye varabileceğini az çok tahmin edersiniz… Panoptik çağın getirdiği tuhaf ilişkilerden sadece birisidir bu enstantane. En zararsız gibi gözükeni!

Yaşadığımız zamanı, kısacası kontrol toplumu haline gelişimizi özetleyen bir sözcüktür panoptik. Yukarda verdiğim örneğin (yaşanmış bir örnek bu) ötesinde, iktidar biçimlerinin 21. yüzyıldaki gözle görülmeyen bakışının adıdır. Ve çok, çok daha ötesi…

Çok çok daha ötesi derken… Elimdeki kitapta bu konuda yazılmış pek hoş bir bölüm var. Kitabın adı ise Şeffaflık Toplumu. Güney Koreli yazar ve kuramcı Byung-Chul Han tarafından yazılmış olan bu ince ve zorlu metin, dilimize Haluk Barışcan tarafından aktarılmış. Yayınevi ise Metis. Çağımızı bir kod çağı haline dönüştüren hemen hemen ne varsa, bunun karşılığını teorik olarak bu ince kitapta bulmanız mümkün. Kısacası ‘şeffaf toplum’ başlığı altında gözetlemenin sınırlarının kaldırılması ve yeni tahakküm halleriyle ilgili durumları.

Gelelim panoptik konusuna.

1978 yılında ünlü Fransız düşünür Jean Baudrillard, henüz dijital ağla tanışmayan dünyamıza bakarak ‘panoptikonun sonunu yaşamaktayız’ diye yazmıştı. Ünlü düşünürün referansı televizyondu ve elbette haklıydı. Ancak dijital çağ dediğimiz çağımız, Byung-Chul Han’ın tabiriyle ‘şu an panoptikonun sonunu değil, tümüyle yeni, perspektifsiz bir panoptikonun başlangıcını yaşayan’ bir çağ. Artık tek bir merkez yok. Tek bir iktidar yok. O yüzden de perspektifsiz… Yani çok daha başa çıkılamaz halde. Kısacası merkez-çevre ayrımı tümden yok olmuş durumda. Dolayısıyla insan her yandan, her açıdan, herkes tarafından izlenebilir konumda. Bu izlenme ise bazı noktalarda ‘verimli’ olduğu kadar tehdit edici bir başka ‘durumu’ ortaya koyuyor. Her yer gözlem altında. Kameralar her yerde. Ancak iş bununla da bitmiyor.

Byung-Chul Han, ‘günümüzde yer kürenin bütünü bir panoptikon durumuna doğru gelişme gösteriyor’ diyor. Artık onun dışında kalan kimse yok. ‘Bir topyekunluk söz konusu. İçerisini dışardan ayıran bir duvar yok. Kendilerini özgürlük alanı olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar.’

Dahasını da söylüyor Güney Koreli kuramcı yazarımız:

‘Bugün gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyor panoptik bakışa. Kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun oluşuna bilerek katkıda bunuyorlar.’

Peki neden bu gönüllülük sorusu ise, bu yüzyılın temel sorularından biri olacağa benziyor. Dahası da var. Şeffaflığın insanı ‘camlaştırdığı’ bir süreçten geçerken yeni şiddet biçimleriyle karşılaşacağız. Bu besbelli. Bunlara hazırlıklı olmak lazım.


Filiz Gazi, “Acımasız Şeffaflık Diktatörlüğü”, Bianet, 22 Mayıs 2017

“…Perdenin önünde gözlerimi kapama özgürlüğüm yoktur çünkü açtığımda aynı resimle karşılaşmam” diyor Barthes. (1)

Kaçırma endişesiyle küt küt atan kalbimiz, enformasyon karşısında kayboluşumuz. Karmakarışıklığın, parlaklığın ortasında gözlerimizi kısarak bir şeyleri seçmeye çalışmamız, sanal hareketliliğin ve hızlılığın karşısında felç olmamız, yorgunluğumuzu anlamayacak kadar kendi hayatlarımıza yabancılaşmamız.

Her şeyin görünür olmak zorunda olduğu bir çağda, kendi yüzümüzle görünmemizin baskısı ve neredeyse birbirinin aynı maskelere doğru canhıraş halde hırsla koşturmamız. “Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Şeffaflık aynının cehennemidir, hizaya getirmenin adıdır” diyor Byung- Chul Han, Şeffaflık Toplumu’nda. Göğe bakma durağında (!) dahi koca puntolarla yazan: Görünür olmak zorundayız yoksa yok sayılırız.

“‘Kişi’ (Latince persona) sözcüğü esas olarak “maske” anlamına geliyordu. Maske, içinden geçerek çıkan sese bir karakter, biçim ve şekil verir. İfşa ve çıplaklaşma toplumu olarak şeffaflık toplumu her tür maskeye, görünüşe karşı faaliyet gösterir.”

Nereye kaçacağız o halde? Kendimize?

Mümkün değil diyor Han. “Sergileme zorlaması sonuçta bizi yüzümüzden eder. Kendi yüzümüz olmak mümkün değildir artık.”

“İnsan kendisi için bile şeffaf değildir. Ötekinin şeffaf olmayışıdır ilişkiyi canlı tutan.” Sanırım, zarafetle mesafeyi korumaktan ileri gelen huzurlu bir ilişki kast ediliyor.

George Simmel’dan aktarıyor Han: “İlişkilerdeki, göz önüne serilmiş olanın ardında hep bir sonrakini, nihai olanı sezen ve buna hürmet eden verimli derinlik.”

Hürmet, şükran, nezaket, arada boşluk bırakarak, içerde, zihinde olan tüm “ben”lerin çarpışmasına izin vermek. Halil Cibran’ın, Ermiş’te aşkı anlatırken, korunması gereken mesafeyle anlattığı: “Fakat bırakın mesafeler olsun birlikteliğinizde. (..) Bırakın ruhlarınızın kıyıları arasında dalgalanan bir deniz olsun aşk.”

Gölgemizin başka gölgelerle üst üste gelmediği kendi alanlarımız: “İnsan ruhu, görüldüğü kadarıyla, ötekinin bakışından uzak, kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar. Geçirgenlikten yoksun olma gibi bir özelliği vardır. Bütünüyle ışıklandırılması yanmasına ve bir tür ruhsal tükenişe yol açacaktır. Sadece makineler şeffaftır. Şeffaflık kişisel alanın tümüyle elden çıkarılmasını talep eder.”

Acımasız şeffaflık diktatörlüğü altında, sınırsız özgürlük ve iletişim topyekun kontrol ve gözetime dönüşmüşken, şeyler karanlığın içinde değil aşırı ışık altında ortadan kaybolmaktadır. Karanlık ya da sessizlik içinde kaybolmuyoruz, aşırı iletişim çağının, sır bırakmayan ışığı altındaki pornografik enformasyon yığınları arasında kayboluyoruz.

Pürüzsüz, dümdüz akan bir nehir, nehir midir? Arada hızlanması arada yavaşlamasıdır onu nehir yapan ve seyre daldırmasını güzel kılan. Şeffaflık toplumu, şeylerin, her türlü olumsuzluktan arındırılmasını, pürüzsüzleştirilmesini, düzleştirilmesini sağlar. “Sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar.” Han buna örnek olarak, sosyal medyanın Like/ Beğendim seçeneğinin alternatifi olan Dislike/ Beğenmedim seçeneğini sunmamasını verir. Her türlü olumsuzluğa, sistem kördür. “Şeffaflık kendi başına olumludur. Mevcut siyasi- ekonomik sistemi kökten sorgulayabilecek olumsuzluğu içermez.” İzlemediğimiz savaş yok artık. İzlemediğimiz bir barbarlık yok. “ ‘Hiçbir sahne kalmadığında ve her şey acımasız bir şeffaflığa kavuştuğunda’ (J. Baudrillard) toplum müstehcenleşir.”

Olumluluk toplumu, boşluklara ve mesafelere izin vermez. Misal, “Narsisisti, kendinden uzaklaştıran bir boşluk yoktur” diyor Han ve Sennett’tan aktarıyor: “Narsisist, tecrübe kazanma peşinde değildir, bir şeyi yaşamak ister- karşısında çıkan her şeyde kendini yaşamak.” Boşluk, insana ikamet edeceği alan bırakır. Heidegger’in tanımıyla, ikamet etmek kökeninde “huzurlu olmak, huzura kavuşmak, huzur içinde kalmak” anlamına gelir. Bizler neredeyiz, nerde huzura kavuşacağımız kendi içimiz? Her şeyin sergilenmek zorunda olduğu dolayısıyla bedenin bundan muaf olmadığı gerçeği. Şeffaflık dayatması altında, “bedenin içinde ikamet etmek mümkün değildir. Onu sergilemek, böylece sömürmek gerekir.”

Durmadan akan twitter, facebook sayfası. Her şeyden haberdarız, her şey göz yoracak kadar şeffaf. Nedir bundaki arıza?

Han, olumluluk toplumunun, parlak bir yüzeye sahip olduğunu söylüyor. Like/ Beğendim’li, olumluluk toplumu; tefekkür, tekrar inceleme, üzerinde düşünmeye yol açan kırılmışlıktan yoksundur. Oysa anlam, yavaşlıktadır. Enformasyon ve iletişimin hızı yavaşlıktan haz etmez. Enformasyon yığınından ortaya hakikat çıkmaz. Bunlarda yön ve anlam eksiktir.”

Şeffaflık toplumu, hem kurban hem fail olduğumuzu söylüyor ve son olarak, “özgürlüğün kontrol olduğu ortaya çıkıyor.” Kontrol altında olmamız için yaşadığımızı sandığımız “özgürlük.” Anlamının üzerimize bir güzel boca edildiği, kusurunun fark edilmediği iç içe geçmiş hayatlarımız.


Uğur Cumaoğlu, “Şeffaflığın Kara Büyüsü”, kitaphaber.com.tr, 8 Ocak 2018

Her insan görünmeyeni görünür, bilinmeyeni bilinir kılacak ve gözler önüne serecek bir saydamlık arar durur. Bazen çok ihtiyaç duyulduğu gerekçesiyle aşırı şekilde dillendirilse de, şeffaflık en çok politik zeminde bir ihtiyaçmış gibi durmadan insanlara ve topluma dayatılır. Çünkü her şeffaflık dayatması aslında arka planda içten pazarlıklı bir hâli saklamaya yönelik bir hamledir.

Toplum, şeffaflık isteğini duyar duymaz artık bunu vazgeçilmez bir gereklilik olarak görür. Oysa bu istek çok da masum değildir. Zira herkesin defter-i âmâli hatalarla dolu olduğu için her insan teki başkasından hesap sorarcasına şeffaflık talebinde bulunur. Bu kendini kamufle etmenin en değişmez yollarından ve vazgeçilmez savunma mekanizmalarımızdan biridir. Şeffaflık, kişinin kendi suni masumiyetini karşısındakilere kabul ettirmek amacıyla kullandığı temel aparatlardandır.

Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu adlı değerli çalışmasında, vazgeçilmez mesnedimiz olan şeffaflığın aslında saydamlıktan çok transparan bir bilinçaltından tevarüs ettiğini dile getirir. Aslı itibariyle ‘şeffaflık’ sözcüğünün hayatın her alanında kol gezdiğini, bu kavramla politikadan bilime her alanda bir enformasyon özgürlüğünün ve verimliliğin artmasının beklendiğini söyler.

Fakat gerçekte durum o kadar da halis bir niyet taşımaz. Zira bu kavram her ne kadar güven tesis eden bir dogma haline dönüşse de, burada unutulan asıl noktan ‘güven’ kelimesinin anlamının büyük ölçüde hasar görmüş bir toplumda gerçekleşmesidir. Chul Han’a göre enformasyon elde etmenin günümüzdeki gibi çok olduğu durumda toplum düzeni güvenden kontrole dönüşür. Bu durumda şeffaflık toplumu bir güven toplumu olmaktan çıkıp bir kontrol toplumu haline dönüşür.

Ona göre her şeyin kamuya açık hale gelmesi en başta politika da olmak üzere hayatın birçok alanında birçok arıza çıkaracak ve hayat tıkanma noktasına gelecektir. Her şeyin kameralarla izlendiği panoptik bir dünyada şeffaflığı neoliberal bir aygıt olarak gören Chul Han, bu dünyayı her şeyi içine almaya zorlayan enformatik bir dönüşüm ve zorlama olarak görür. Aşırı enformasyon ona göre aşırı hıza sebep olur ve bu durum gizliliği, yabancılığı ve sınırsız iletişimi ve hızı engeller. Bu durumda şeffaflık adına bunlardan ivedilikle kurtulunması gerekir.

Chul Han’a göre şeffaflık bir ideolojidir. Panoptik dijital kontrol dünyasında toplumun özgürlüğü yoğun bir biçimde meta olarak kullanılır. Bütün ideolojiler gibi onun da mistik hale getirilmiş ve mutlaklaştırılmış olumlu bir çekirdeği vardır. Şeffaflığın tehlikesi de bu ideolojik yüze bürünmedir. Şeffaflık, bu halde özünde şiddeti de barındırır.

Her yerde karşımıza çıkan ve kavramın fetişleştirilmesi gibi bir görünüm kazanan şeffaflık talebi, sınırların kalkmaya başladığı bir paradigma değişimine doğru yol almaktadır der Chul Han. Bu sayede olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edildiği ve yerine olumluluğun ikame edildiği bir topluma dönüşmektedir. Böylelikle şeffaflık toplumu kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösterir.

Chul Han, bu şekilde dönüşen bir toplumun giderek teşhirci bir kimliğe bürüneceğini söyler. Devamla, sosyal medya da etkin ve baskın olarak kullanılan fotoğraf ve video gibi teşhir araçlarının ortaya çıkardığı bir teşhircilik toplumunda, her öznenin bir reklam nesnesine dönüşeceğini dile getirir. Böyle bir toplumda her şey sergi değeriyle ölçülür. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa ve afişe edilmiş, çıplaklaştırılmış, ortaya serilmiş durumdadır der. Böylece teşhir etmenin aşırılığı, her şeyi tüm sınırlarından arınmış olarak, derhal tüketilmeye açık bir meta haline getirir.

Günümüzde yerkürenin panoptik bir gezegene dönüştüğünün hepimiz farkındayız. Google ve sosyal ağlar farklı panoptik ağlara bürünüp duruyor. Bugün gözetleme özgürlüğe saldırı olarak değil, bilakis özgürlüğün gönüllü olarak teslim edilmesiyle gerçekleşiyor. Kişiler, kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun kontrol mekanizmasına gönüllü olarak teslim oluyor. Özgürlüğün diyalektiği işte budur. Özgürlüğün özünde kontrol olduğu ortaya çıkıyor diyor Chul Han.

Byung Chul Han’ın bu eseri, her satırı defalarca okunması ve altı çizilmesi gereken bir çalışma. Panoptik bir dünyada aynaların da önemini kavratan bir eser.


Kitabın Künyesi

Byung-Chul Han
Şeffaflık Toplumu
Özgün adı: Transparenzgesellschaft
Çeviri: Haluk Barışcan
Yayına Hazırlayan: Semih Sökmen, Eylem Can
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Metis Yayınları
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Mayıs 2017


İÇİNDEKİLER
Korece Basıma Önsöz
Olumluluk Toplumu
Teşhircilik Toplumu
Apaçıklık Toplumu
Porno Toplumu
İvme Toplumu
Teklifsizlik Toplumu
Enformasyon Toplumu
İfşa Toplumu
Kontrol Toplumu
Notlar


Byung-Chul Han
Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı. 1959’da Seul’de doğdu. 1980’lerde Almanya’ya taşınarak felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisine yoğunlaştı. Freiburg’da doktorasını tamamladıktan sonra 2000 yılında Basel Üniversitesi’nin felsefe bölümüne katıldı. Akademik kariyerine çeşitli üniversitelerde devam eden Han, araştırmalarında on sekiz, on dokuz ve yirminci yüzyıl felsefesi, etik, fenomenoloji, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı ve kültürlerarası felsefe gibi konulara yöneldi. Günümüz toplumuna dair derinlikli çözümleme ve eleştirileriyle dikkat çeken Han, 2012 yılından beri Berlin Sanat Üniversitesi’’nde ders veriyor. Bazıları birçok dile çevrilmiş on altı kitabı bulunan yazarın eserleri arasında şunlar sayılabilir: Tod und Alterität (2002; Ölüm ve Başkalık) Was ist Macht? (2005; Güç Nedir?) Duft der Zeit (2009; Zamanın Kokusu, Metis yayın programında) Yorgunluk Toplumu (2010; Açılım, 2015), Agonie des Eros (2012; Eros’un Istırabı).

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here