Sokrates’in Sorunu – FRIEDRICH NIETZSCHE
Sokrates’in Sorunu
1
Yaşam hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı yargıya varmışlardır: değmez… Her zaman ve her yerde aynı ses duyulmuştur ağızlarından, — kuşku dolu, efkâr dolu, yaşam yorgunluğu dolu, yaşama karşı direnme dolu bir ses. Sokrates bile demişti ki ölürken: “yaşamak — uzun süre hasta olmak demek: kurtarıcı Asklepios’a bir horoz borçluyum.” Sokrates bile bıkmıştı. — Neyi kanıtlar bu? Neye işaret eder bu? — Eskiden denilmişti ki, (— ah, dediler bunu, hem de yeterince yüksek sesle ve bizim kötümserlerimizden önce!): “Burada her halükârda bir hakikat payı bulunmalı! Consensus sapientum,[10] hakikati kanıtlar.” — Bugün de hâlâ böyle mi konuşacağız? hakkımız var mı buna? Burada her halükârda bir hastalık payı bulunmalı” — biz de yanıt veriyoruz: bu tüm zamanların bilgeleri, onları önce bir yakından görmeli! Belki hepsi de ayaklarının üstünde sağlam duramıyorlardı artık? geç? sallantılı? dekadanlar? Yoksa bir karga gibi mi görünür bilgelik yeryüzünde, en ufak bir leş kokusuyla heyecanlanan?…
2
Bu kadirbilmezlik, büyük bilgelerin çöküş-tipleri oldukları, ilkin tam da onların karşısında en güçlü bir biçimde aydın ve aydın olmayan bir önyargının bulunduğu bir vakada geldi aklıma: Sokrates’i ve Platon’u yıkılış semptomları olarak gördüm. Yunan çözülmesinin araçları olarak, sözde Yunan olarak, anti-Yunan olarak (“Tragedyanın Doğuşu” 1872). Söz konusu consensus sapientum — bunu her geçen gün daha iyi kavradım — üzerinde uzlaşıma vardıkları şey konusunda haklı olduklarını kanıtlamaktan çok uzak: asıl kanıtladığı, onların, bu en bilgelerin herhangi bir konuda fizyolojik olarak uzlaştıklarıdır. Yaşama karşı aynı biçimde negatif durmak — durmak zorunda olmak için. Yaşam hakkında, yaşamdan yana ya da ona karşı yargılar, değer yargıları, nihayetinde asla doğru olamazlar, — bu tür yargılar kendi başlarına birer budalalıktırlar. Kesinlikle parmağını buna doğru uzatmak ve kavramak gerekir, bu şaşırtıcı finesse’i,[11] yaşamın değerinin kestirilemeyeceğini. Yaşayan biri tarafından değil, çünkü böyle biri bir taraftır, hatta tartışma konusudur ve yargıç değildir; bir ölü tarafından da olamaz, başka bir nedenle. Bir filozof açısından ise yaşamın değerinde bir sorun görmek, böylelikle hatta kendisine karşı bir itiraz, bilgeliğin üzerinde bir soru işareti, bir bilge olmayış olarak kalır. — Nasıl? ve tüm bu büyük bilgeler — yalnızca dekadan olmakla kalmayıp, bilge bile değil miydiler? — Ama ben Sokrates’in sorununa dönüyorum.
3
Sokrates, kökeni gereği, halkın en alt tabakasındandı: Sokrates avamdı. Biliniyor, hâlâ bizzat görünüyor, ne kadar çirkin olduğu. Ne ki, kendi başına bir itiraz olan çirkinlik. Yunanlıların arasında handiyse bir aksini kanıtlamadır. Sokrates bir Yunanlı mıydı ki? Çirkinlik, melezlenmiş, melezlenme yoluyla ket vurulmuş bir gelişmenin anlatımıdır çoğu kez. Bir başka örnekte, gerileyen bir gelişme olarak görünür. Kriminologlar arasındaki antropologlar, tipik suçlunun çirkin olduğunu söylüyorlar bize: monstrum in fronte, monstrum in animo.[12] Ama suçlu bir dekadandır. Sokrates tipik bir suçlu muydu? — Sokrates’in dostlarına bu kadar itici gelen, en azından o ünlü fizyonom-yargısıyla çelişmiyor. Yüz hatlarından anlayan bir yabancı, Atina’ya geldiğinde, Sokrates’in yüzüne karşı söyledi, onun bir canavar olduğunu, — tüm kötü huyları ve hırsları içinde barındırdığını. Ve Sokrates sadece şu yanıtı verdi: “Beni tanıyorsunuz, bayım!” —
4
Sokrates’teki dekadansa işaret eden, yalnızca içgüdülerindeki, itiraf ettiği kargaşa ve anarşi değildir: mantıksal olanın üst üste döllenmesi ve onun ayırt edici özelliği olan, o raşitik cinfikirliliğidir. “Sokrates’in daymenionu”[13] diye, dinsel olarak yorumlanan o işitme halüsinasyonlarını da unutmayalım. Ondaki her şey abartılı, komik, karikatürdür, her şey aynı zamanda gizlenmiş, art niyetli, yeraltındadır. — Sokrates’in kurduğu akıl = erdem = mutluluk denkleminin hangi alerjiden kaynaklandığını kavramaya çalışıyorum: gelmiş geçmiş en tuhaf denklemdir bu ve eski Helenlerin tüm içgüdülerini karşısına alır üstelik.
5
Sokrates’le birlikte, Yunanlıların zevki, diyalektikten yana değişir: ne oluyordu aslında burada? Her şeyden önce, böylelikle seçkin bir beğeni yenilmektedir; ayaktakımı, diyalektikle baş olmaktadır. Sokrates’ten önce, seçkinlerin arasında diyalektik tavırlar reddedilirdi: kötü tavırlar olarak görülür, kişiyi küçük düşürürlerdi. Gençler de bu tavırlara karşı uyarılırdı. Gerekçelerin bu tarzda sunuluşuna da kuşkuyla bakılırdı. Edepli konular, tıpkı edepli insanlar gibi, gerekçelerini ellerinde böyle taşımazlar. Beş parmağını birden göstermek yakışık almaz, ilkin kanıtlanmayı gerektiren, pek de değerli değildir. Otoriterin henüz iyi ahlaka dahil olduğu, “gerekçelendirme”nin değil, emretmenin geçerli olduğu her yerde, diyalektikçi bir tür soytarıdır: gülünür ona, ciddiye alınmaz. — Sokrates kendisini ciddiye aldırtan soytarıydı: ne olmuştu aslında orada? —
6
Ancak, elde başka yöntem olmayınca başvurulur diyalektiğe. Onunla kuşku uyandırıldığı, onun pek ikna edici olmadığı bilinir. Bir diyalektikçi-etkisi, izleri en kolay silinebilecek şeydir: konuşulan her toplantının deneyimi kanıtlar bunu. Başka silahları kalmayanların elinde bir meşru müdafaa olabilir ancak. Hakkını söke söke almış olmak gerekir: diyalektikten yararlanılmasa daha iyidir. Yahudiler bu yüzden diyalektikçiydiler; kurnaz tilki Rein-ecke Fuchs[14] öyleydi: ne? yoksa Sokrates de mi öyleydi? —
7
— Sokrates’in ironisi, dile gelişi midir ayaklanmanın? ayaktakımı hıncının? Ezilen biri olarak tasımın bıçak darbelerinde, kendi gaddarlığının tadını mı çıkarıyor? hayran bıraktığı seçkinlerden intikam mı alıyor? — Bir diyalektikçi, acımasız bir silah tutmaktadır elinde, onunla kendini bir tiran yapabilir; galip geldiğinde, rezil eder. Diyalektikçi, bir budala olmadığını kanıtlamaya zorlar rakibini: öfkelendirir, aynı zamanda çaresiz bırakır onu. Bir diyalektikçi, rakibinin anlağını iktidarsız kılar. — Nasıl? diyalektik yalnızca bir intikam biçimi midir Sokrates’te?
8
Sokrates’in neyle itici olabileceğini anlaşılır kıldım: onun büyüleyici olması da bir o kadar açıklanmayı beklemektedir. — Yeni tür bir Agon[15] keşfetmiş oluşu; Atina’nın seçkin çevreleri için bunun ilk kılıç ustası oluşu bir şeydir. Helenlerin agonal dürtülerine seslenerek büyüledi — genç erkeklerle oğlanların yaptığı güreşin bir başka çeşidini ortaya koydu. Sokrates aynı zamanda büyük bir erotikçiydi.
9
Ama Sokrates daha da fazlasını bildi. Seçkin Atinalıların ardındakini gördü; kendi davasının, kendi dava alerjisinin çoktandır bir istisna oluşturmadığını kavradı. Aynı türden bir dejenerasyon, her yerde alttan alta hazırlanıyordu: eski Atina, sonuna yaklaşıyordu.
— Ve Sokrates tüm dünyanın kendisine gerek duyduğunu anladı — onun yöntemine, onun tedavisine, onun kişisel kendini-koruma becerisine… Her yerde içgüdüler anarşi içindeydi: her yerde taşkınlıkta beş adım ötedeydi: monstrum in animo genel bir tehlikeydi. “Dürtüler tiran olmak istiyorlar; daha güçlü olan bir karşı tiran bulmalı”… O fizyonomist, Sokrates’in ne — tüm kötü hırsların bir mağarası — olduğunu yüzüne karşı söylediğinde, büyük ironici, ona anahtar veren bir sözcük daha söyledi. “Doğrudur bu,” dedi, “ama hepsinin efendisi oldum.” Sokrates, kendisinin üstesinden nasıl geldi? — onun davası yalnızca uç bir örnekti, yalnızca o zamanlar genel bir zorunluluk haline gelmeye başlayanın, en göze çarpan örneğiydi: artık hiç kimsenin kendine egemen olamadığının, içgüdülerin birbirlerine karşı yöneldiklerinin. Sokrates bu uç örnek olarak büyüler — onun korkutucu çirkinliği, onu her göze bildirdi: kendiliğinden anlaşılacağı gibi, daha da büyüledi, bir yanıtı, bir çözümü, bir tedavi görünüşü olarak, bu vakanın. —
10
Sokrates’in yaptığı gibi, aklı bir tiran yapmak gerekiyorsa, başka bir şeyi tiran yapma tehlikesi hiç de küçük olmamalı. Akılcılık o zamanlar bir kurtarıcı olarak düşünülmüştü, ne Sokrates’in ne de “hastalarının” keyfine kalmıştı akılcı olmak — de rigueur’dü,[16] onların son çaresiydi bu. Tüm bir Yunan düşünmesinin, kendini akılcılığın üstüne atışındaki fanatizm, bir acil durumu ele veriyor: tehlikedeydiler, tek bir seçenekleri vardı. Ya yok olmak ya da — abes-akılcı olmak… Platon’dan itibaren Yunan filozoflarının ahlakçılığı patolojik koşulların ürünüdür; diyalektiğe verdikleri değer de öyle. Akıl = erdem = mutluluk sadece şu anlama gelir: Sokrates’in yaptığı gibi yapmalı ve karanlık arzulara karşı sürekli bir gün ışığı oluşturmalı — aklın gün ışığı. Ne pahasına olursa olsun, akıllı, berrak, aydınlık olunmalı: içgüdülere, bilinmeyene verilen her taviz, aşağıya çeker…
11
Sokrates’in neyle büyülediğini açıkladım: bir hekim, bir kurtarıcı gibi göründü. Onun “ne pahasına olursa olsun akılcılık” inancındaki yanılgıyı göstermek gerekli mi? — Filozofların ve ahlakçıların kendi kendilerini kandırmalarıdır, dekadansa karşı savaşmakla, onun dışına çıktıklarını düşünmeleri. Dışına çıkmak, onların gücünü aşar: çare olarak, kurtuluş olarak seçtikleri de, yine dekadansın bir anlatımıdır — onun anlatımını değiştiriyorlar, kendisini ortadan kaldırmıyorlar. Sokrates bir yanlış anlamaydı; tüm iyileşme ahlakı, Hıristiyan ahlakı da bir yanlış anlamaydı… En gözalıcı gün ışığı, ne pahasına olursa olsun akılcılık; aydınlık, soğuk, dikkatli, bilinçli, içgüdüsüz yaşamın, içgüdülere karşı direnen yaşamın kendisi yalnızca bir hastalıktı, bir başka hastalıktı — ve kesinlikle “erdem”e, “sağlık”lılığa, mutluluğa geri dönmenin bir yolu değildi… içgüdülerle savaşmak zorunda olmak — budur dekadansın formülü: yaşam yükseldiği sürece, mutluluk eşittir içgüdü. —
12
— Kendisi de kavradı mı bunu, kendini kandıranların bu en akıllısı? Sonunda söyledi mi bunu kendine, ölüme karşı sergilediği cesaretin bilgeliğiyle?… Sokrates istiyordu ölmeyi: — Atina değil, o verdi kendi kendisine zehir çanağını… “Sokrates bir hekim değil, dedi usulca kendi kendine: yalnızca ölümdür burada hekim… Sokrates yalnızca, uzun süredir hastaydı…”
FRIEDRICH NIETZSCHE
PUTLARIN ALACAKARANLIĞI
YA DA
ÇEKİÇLE NASIL FELSEFE YAPILIR?
ALMANCA ASLINDAN ÇEVİREN: MUSTAFA TÜZEL
Türkiye İş Bankası Yayınları