Stendhal’ın Günümüz İçin Anlam ve Önemi – Stefan Zweig

StendhalStendhal, bir sıçrayışta bütün bir yüzyılı, on dokuzuncu yüzyılı aşmıştır; hızını on sekizinci yüzyıldan, Diderot ve Voltaire’ in kaba özdekçilik’ini alıp, bizim psiko-fizyolojik çağımızın, psikolojinin bir bilim haline geldiği çağımızın ortalık yerine sıçramıştır. Nietzsche’nin dediği gibi “Ona bazı noktalarda erişebilmek, onu çok fazla etkileyen problemlerden bazılarını çözebilmek için iki kuşağın geçip gitmesi gerekmiştir“.

Eseri, sıcaklığından hemen hiçbir şey yitirmemiş ve hemen hiç eskimemiştir; vaktinden önce keşfettiği şeylerin büyük bir bölümünün kesinlikle doğru olduğu ve önceden gördüğü pek çok şeyin gerçekleşmek üzere bulunduğu anlaşılmıştır, önce çağdaşlarının gerisinde kaldığı halde, sonunda, Balzac’ın dışında, hepsini geçmiştir.
Sanat yöntemleri bakımından ne kadar birbirlerine karşıt olurlarsa olsunlar, yalnızca bu iki adam, Stendhal ve Balzac, kendi çağlarını, kendilerinden sonra da devam ettirebilmişlerdir: Balzac, sosyal tabakaları ve onların allak bullak oluşunu, paranın egemenliğini, o zamanki toplumun siyasal mekanizmasını büyüteç altında inceleyerek; Stendhal ise insanı parçalara ayırarak ve “psikologlardan daha önce davranıp, olup bitenlere şöyle bir göz atma ve gerçekleri kavrama yeteneği sayesinde” inceden inceye tahlil ederek…

Toplumun gelişmesi Balzac’ı haklı çıkarmıştır, çağdaş psikoloji de Stendhal’ı; çünkü bir zamanlar onların çok abartmalı ya da çok küçükmüş gibi gelen ölçüleri, bugünün toplumuna ve insanına olağanüstü bir şekilde uygun gelmektedir. Balzac’ın keskin dünya görüşü, çağımızı önceden hissetmiş, Stendhal’ın sezgisi ise çağdaş insanı önceden görebilmiştir.

Çünkü Stendhal’ın kahramanları, biziz: Kendi iç dünyalarına bakmayı beceren, psikolojide uzmanlaşmış, bilmekten mutlu olan, ahlaki önyargılardan kurtulmuş, aşırı derecede duygulu, bilgi üzerindeki soğuk teorilerden bıkıp usanmış ve kalplerinin atışından başka hiçbir şeyi bilmek istemeyen yepyeni insanlar. Tek başına olan varlık, bizim için artık bir hilkat garibesi, romantiklerin arasında yapayalnız kalan Stendhal’ın kendini hissetmiş olduğu gibi “özel bir vaka” değildir; çünkü o zamandan bu yana, psikoloji ve psikanaliz, çözülemeyeni çözmek ve sırları ışığa çıkarmak için bir sürü keskin araç vermiştir elimize. Bununla birlikte, “sezgisi olağanüstü kuvvetli olan bu varlık” (Nietzsche onu birçok kere böyle tanımlamıştır), birçok defa, posta arabaları çağının ta ötelerinden ve imparatorluk üniformasının altından bize kendini duyurmuştur. Dogmatizme karşı oluşu, vaktinden önce gelişen Avrupacılığı, toplumun mekanik bir akılcılığa dönmesinden duyduğu dehşet, her türlü bayağı ve tumturaklı kahramanlıktan nefret etmesi, bütün bunların hepsi bugün için de yeni ve geçerli olan şeylerdir. Duyguları abartmalı bir şekilde dile getirmeyi açıkça hor görmekte ne kadar haklıdır ve kendi çağını nasıl da bizim çağımız içerisinde görebilmiştir! özel yaşantıları sayesinde edebiyat alanında çizdiği yollar ve bıraktığı izler sayılamayacak kadar çoktur.

Stendhal’ın Julien’i olmasaydı Dostoyevski’nin Raskolnikov’u olamazdı; VVaterloo Savaşıyla ilgili olarak anlattığı şeyler bu konuda klasik bir örnek ortaya koymuş olmasaydı, Tolstoy’un Borodino Savaşı hayal edilemezdi. Sözleri ve eserleriyle Nietzsche’ye bu derece derin bir düşünce sevinci vermiş olan pek az insan vardır. Stendhal’ın hayatı boyunca boş yere aradığı bu “üstün varlıklar”, “bu kardeş ruhlar” sonunda ona gelmişlerdir! Dünya vatandaşlığını seçmiş olan bağımsız ruhunun kabul edebileceği biricik vatan kendisine benzeyen kimseler tarafından kurulmuş bu “gecikmiş” vatan sonunda ona sonsuza dek vatandaşlık hakkını ve vatandaş adını vermiştir. Ona kardeşçe kucak açan Balzac’ın dışında, Stendhal’ın kuşağından olan hiç kimse, düşünce ve duygu bakımından bize bu kadar yakın değildir; psikolojik bir aracı olan kitap sayesinde, soğuk kağıtlar sayesinde, hayali bize tanıdık geliyor ve sanki canlanacakmış gibi duruyor karşımızda: Fosforlu ışıklarla parlayarak ve esrarla dolup taşarak, birtakım sırlar yaratarak ve bazı sırları açıklayarak, kendi içerisinde kusursuz, yine de tamamlanmamış bir halde, ama canlı, capcanlı olarak duruyor. Gelecek kuşaklar yalnızca kendi çağlarının bir kenara ittiği insanlara büyük bir istekle atılırlar ve ruhun en küçük, en ince titreşimleri, zaman içerisinde en uzun dalgaların oluşumuna yol açarlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir