Etiket: Hannah Arendt

Hannah Arendt’in Eylem Kavramı ve Jürgen Habermas’ın İletişimsel Eylem Teorisi Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?

Eylemin Toplumsal ve Kamusal Boyutları Arendt’in eylem kavramı, insan varoluşunun temel bir bileşeni olarak tanımlanır ve bireyin kendisini özgürce ifade edebileceği bir alan olan kamusal alanda gerçekleşir. Eylem, bireylerin bir araya gelerek ortak bir amaç doğrultusunda etkileşime girdiği, çoğulculuk ve özgürlük üzerine kurulu bir süreçtir. Bu süreç, yalnızca bireysel iradenin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Milgram Deneyi ve Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Bir İnceleme

Otoriteye İtaatin Kökenleri Stanley Milgram’ın 1960’lı yıllarda gerçekleştirdiği deney, insan davranışlarının otorite karşısında nasıl şekillendiğini anlamak için tasarlanmış bir çalışmadır. Deneyde, katılımcılar bir otorite figürünün talimatlarıyla başka bir kişiye elektrik şoku uyguluyordu. Bu şokların gerçek olmadığı, yalnızca bir senaryo olduğu biliniyordu, ancak katılımcılar bu bilgiye sahip değildi. Milgram’ın bulguları, bireylerin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arendt’in İş-Emek-Eylem Ayrımı ve Ofis Çalışanlarının Anlamsızlık Hissi

Hannah Arendt’in İnsanlık Durumu adlı eserinde ortaya koyduğu iş, emek ve eylem ayrımı, modern insanın varoluşsal deneyimlerini anlamlandırmak için güçlü bir çerçeve sunar. Bu ayrım, özellikle günümüz ofis çalışanlarının sıkça dile getirdiği anlamsızlık hissini çözümlemek için derin bir bakış açısı sağlar. Ofis ortamlarında, rutin görevlerin ağırlığı, bireylerin kendilerini mekanik bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ayşe Kulin’in Adı: Aylin ve Elif Şafak’ın Firarperest Eserlerinde Bireysel Özgürlük Arayışının Karşılaştırmalı Analizi

Bu metin, Ayşe Kulin’in Adı: Aylin romanında Aylin karakterinin bireysel özgürlük arayışını Hannah Arendt’in özgürlük teorisiyle ilişkilendirerek inceler ve bu arayışı Elif Şafak’ın Firarperest eserindeki özgürlük temalarıyla karşılaştırarak feminist sorular ortaya koyar. Analiz, bireysel özgürlüğün toplumsal, kültürel ve psikolojik boyutlarını derinlemesine değerlendirir ve her iki eserin kadın karakterlerinin özerklik mücadelelerini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sanatın Çok Yüzlü Doğası

Sanat, insanlığın varoluşsal arayışlarının hem aynası hem de sorgulayıcısıdır. Adorno, Bukowski ve Barthes’ın sanat anlayışları, bu arayışların farklı yansımalarını sunar: Eleştirel bir duruş, otantik bir ifade ve okurun yeniden yaratım gücü. Bu üç düşünür, sanatın ne olması gerektiği sorusuna yanıt ararken, insan deneyiminin sınırlarını zorlar. Adorno’nun eleştirel yaklaşımı, sanatı toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlık ile Doğa Arasında: Heidegger ve Spinoza’nın Karşılaşması

Heidegger’in “Varlık” sorusu ile Spinoza’nın “Deus sive Natura” anlayışı, felsefi düşüncenin temel sorularından birine, varlığın anlamına ve insanlığın evrendeki yerine dair iki farklı yaklaşımı temsil eder. Bu iki düşünce sistemi, ontolojik, etik, antropolojik ve dilbilimsel düzlemlerde birbiriyle çatışır ve zaman zaman örtüşür. Heidegger, varlığın kendisini sorgularken, insan varoluşunun geçiciliği ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsan Doğasının Çözümlemesi: Nietzsche, Kierkegaard ve Spinoza’da Ahlakın Temelleri

Perspektifin Gücü: Nietzsche’nin Ahlak Anlayışı Nietzsche’nin ahlak anlayışı, bireyin dünyayı yorumlama biçimine, yani perspektifine dayanır. Ona göre ahlak, evrensel bir doğrular sistemi değil, bireyin güç istenci (Wille zur Macht) üzerinden şekillenen bir yaratımdır. Geleneksel ahlak, özellikle Hristiyan ahlakı, Nietzsche için bir zayıflık ifadesidir; çünkü bu ahlak, bireyin özünü bastırır ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gündemin Toksik Ritmi: Bugün Ne Unutacağız? Bölüm 6: Unutmamayı Öğrenmek – Direnişin Hafızası

“Hatırlamak, iyileşmenin ilk adımıdır.” 🛑 Unutmayı Reddetmek: Sessizliğe Karşı Direniş Hatırlamak bazen acı verir.Ama hatırlamamak: İktidarlar unutuldukça büyür.Direniş, bazen sadece bir ismi hatırlamakla başlar. 🪶 Hannah Arendt: Kötülüğün Sıradanlığı Arendt, Eichmann davasında şunu gördü: “Kötülük, canavarlıkla değil, unutmayla mümkün olur.” Biri görevini yaptı, diğeri sustu, öbürü arkasını döndü…Ve bir toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Söylemin Sınırlarında: Foucault ve Derrida’nın Karşılaşması

İktidarın Üretkenliği ve Söylemin Dokusu Michel Foucault’nun iktidar anlayışı, bireylerin ve toplumların nasıl şekillendiğini anlamak için söylemi merkezine alır. İktidar, ona göre yalnızca baskıcı bir kuvvet değil, aynı zamanda öznellikleri inşa eden, bilgi üreten ve toplumsal ilişkileri düzenleyen bir mekanizmadır. Söylemler, bu bağlamda, tarihsel arşivlerde biriken ve bireylerin kimliklerini, arzularını,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Lacan ve Foucault Arasındaki Diyalog: Bilinçdışı ve Söylemin Öznellik Üzerindeki Etkileri

Öznelliğin İnşasında Dilin Rolü Jacques Lacan’ın “bilinçdışı dil gibi yapılandırılmıştır” iddiası, öznelliğin oluşumunda dilin merkezi rolünü vurgular. Lacan’a göre, bilinçdışı, dilin simgesel düzeni aracılığıyla işler; bu düzen, bireyin arzularını, kimliğini ve toplumsal varlığını şekillendirir. Bilinçdışı, öznenin kendi içsel gerçekliğini anlamaya çalıştığı bir alan değildir yalnızca; aynı zamanda dilin kodları, imgeleri

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varoluşun Çatışmaları: Fanon, Sartre, Bukowski ve Şiddetin Üç Yüzü

Frantz Fanon, Jean-Paul Sartre ve Charles Bukowski’nin eserleri, insan varoluşunun sınırlarında gezinen farklı isyan biçimlerini ele alır. Her biri, bireyin ya da topluluğun özgürlük arayışını, kendi bağlamlarında ve yöntemleriyle sorgular. Sartre, kaygı (angoisse) üzerinden bireyin varoluşsal boşluğunu ve özgürlüğün ağırlığını merkeze alırken; Fanon, sömürgecilik karşıtı mücadelede şiddeti bir kurtuluş aracı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Raskolnikov ve Akhilleus’un Yalnızlıkları Üzerine Bir İnceleme

Bireyin İç Çatışması ve Toplumsal Beklentiler Raskolnikov’un yalnızlığı, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında bireysel bir sorgulamanın derinliklerinde kök salar. Yoksulluk, ahlaki çöküş ve kendi varoluşsal sınırlarını zorlama arzusu, Raskolnikov’u bir tür içsel sürgüne mahkûm eder. Onun yalnızlığı, bireyin kendi vicdanıyla hesaplaşmasından doğar; cinayet işleme kararı, Nietzsche’nin “üstinsan” kavramına benzer bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Özgürlük ve Kaygı Arasındaki Gerilimi

Spinoza ve Heidegger’in felsefeleri, insan varoluşunun sınırlarını ve potansiyelini anlamaya yönelik iki farklı ama derinlemesine iç içe geçmiş perspektif sunar. Spinoza’nın “conatus” kavramı, her varlığın kendi özünü koruma ve geliştirme çabasını ifade ederken, Heidegger’in “Dasein”ı, varlığın dünya içindeki kırılgan ve kaygılı konumunu vurgular. Bu iki düşünce, insan özgürlüğünün ve sınırlarının

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Kıyısında: Öznellik, Güç ve Doğa

Kierkegaard’ın Öznelliği: Varoluşun İçsel Çığlığı Søren Kierkegaard, öznelliği insanın varoluşsal hakikatinin merkezi olarak görür. Ona göre öznellik, bireyin kendi varlığını sorguladığı, Tanrı’yla ve kendisiyle yüzleştiği bir alandır. Bu, soyut bir kavram değil, insanın kaygı ve umutsuzlukla yoğrulmuş somut deneyimidir. Kierkegaard için öznellik, evrensel doğruların ötesine geçer; çünkü hakikat, bireyin kendi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Platon’un Düzeni ve Deleuze’ün Akışı: Bir Karşıtlık İncelemesi

Platon’un Devlet adlı eserinde ortaya koyduğu ideal toplum tasavvuru ile Gilles Deleuze’ün “köksüz yığın” (rhizome) kavramı, insan toplumu ve düzen anlayışını ele alış biçimleriyle keskin bir karşıtlık sergiler. Platon’un hiyerarşik, sabit ve idealar dünyasına dayalı sistemi, mutlak bir düzen arayışını yansıtırken, Deleuze’ün köksüz yığın modeli, akışkan, merkezsiz ve çoğulcu bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Toplumsal Normların Üç Kuramsal Yorumu: Freud, Jung ve Deleuze

Toplumsal normlar, bireyin topluluk içindeki davranışlarını, arzularını ve kimliğini şekillendiren görünmez kurallar olarak insanlık tarihinin temel taşlarından biridir. Freud’un Oedipus kompleksi, Jung’un arketipler kavramı ve Deleuze’ün anti-Oedipus düşüncesi, bu normların kökenini, işleyişini ve etkilerini açıklamak için farklı yollar sunar. Bu üç yaklaşım, birey ile toplum arasındaki ilişkiyi anlamak için tarihsel,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Postkolonyal Özne ve Köksüz Yığın: Bir Varoluş Sorgusu

Postkolonyal özne, modern dünyanın karmaşık dokusunda hem bir fail hem de bir nesne olarak durur. Deleuze’ün “köksüz yığın” (rhizome) kavramı, bu öznenin yerini sorgulamak için verimli bir zemin sunar. Ancak Spivak ve Butler’ın eleştirileri, bu yerleştirmeyi karmaşıklaştırır ve öznenin tarihsel, toplumsal ve dilbilimsel bağlamlarını yeniden düşünmeye zorlar. Bu metin, postkolonyal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gözetimin Toplumsal Dokusu: Platon, Foucault ve Günümüz

Bekçilerin İzinde: Platon’un İdeal Düzeni Platon’un Devlet adlı eserinde bekçiler, toplumun koruyucuları olarak ideal bir düzenin bekçiliğini yapar. Bu seçkin sınıf, bilgiye dayalı bir otoriteyle donatılmış, hem fiziksel hem zihinsel disiplinle şekillendirilmiştir. Görevleri, toplumu kaostan korumak ve erdemli bir düzen sürdürmektir. Ancak bu bekçiler, gözetim yoluyla kontrolü ellerinde tutar; bireylerin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Farkın Sesi, Kimliğin Sahnesi: Deleuze, Spivak ve Butler Üzerine Bir Deneme

Varlığın Çoğulluğu Gilles Deleuze’ün fark ontolojisi, varlığın sabit bir özden değil, sürekli bir oluş ve farklılaşma sürecinden türediğini savunur. Bu düşünce, varlığın tekil bir merkezden dağılmadığını, aksine çoklu, ilişkisel ve akışkan bir yapıya sahip olduğunu öne sürer. Deleuze için fark, bir kimlikten önce gelir; varlık, farklılığın kendisi üzerinden tanımlanır. Bu,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arzu-Makineleri: Felsefi Bir Köprü Olarak Deleuze

Gilles Deleuze’ün “arzu-makineleri” kavramı, Spinoza’nın “bedenlerin kapasiteleri” ile Sartre’ın “hiçlik” kavramı arasında derin bir bağ kurar. Bu bağ, yalnızca felsefi bir köprü değil, aynı zamanda sosyolojik, antropolojik, etik ve dilbilimsel bir yeniden düşünme alanıdır. Deleuze, arzu-makineleri ile bireylerin ve toplumların üretim süreçlerini, Spinoza’nın bedensel kapasiteleriyle varlıkların etki ve edilgi güçlerini,

OKUMAK İÇİN TIKLA