“Alman Marksist kuramcı, politikacı ve tarihçi Franz Mehring?in Tarihsel Maddecilik Üzerine (Über den Historischen Materialism) adlı broşürü Prinkipo Yayıncılık?tan çıktı. Die Lessing-Legende: Eine Rettung adlı kitabına ek olarak kaleme alınan bu broşür ilk olarak 1893 yılında yayınlandı. Franz Mehring, 1886 yılına kadar liberal burjuvazinin yayın organlarında görev aldı. Bu arada, Bismarck?ın ?Sosyalizm Karşıtı Yasa?sına karşı mücadeleye başlayan Mehring, burjuvazinin teslimiyetçi tutumu karşısında, 1880-1884 yılları arasında incelediği Marx ve Engels?in bilimsel sosyalizmini benimsedi. Alman Sosyal Demokrat Partisi?ne (SPD) 1891 yılında katılan Mehring, partinin en önemli kuramcılarından birisi oldu. Parti içinde kaldığı sure boyunca, parti içinde yükselen oportünizme karşı mücadele etti. SPD?nin I.Dünya Savaşı?ndaki sınıf işbilirkçi ihaneti karşısında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ile birlikte tutum alan Mehring, Spartaküs Birliği ve Almanya Komünist Partisi kuruluşunda yer aldı.
Lenin ve Troçki?nin de eserlerinde sık sık atıfta bulundukları ve kaynak gösterdikleri Alman Marksistin bir eseriyle Türkiyeli okur ilk kez karşılaşıyor.
(…)
Franz Mehring kitabında, tarihsel maddeciliği, yaşadığı dönemin mekanik yorumlarına ve onun idealist kavranışlarına karşı savunur. Yazar elinizdeki kitapta genel anlamıyla tarihsel maddeciliğin ?tarihin keyfi bir yorumu? olduğu yönündeki eleştirilere yanıt verirken her türden idealist yaklaşımı; yani tarihin motor gücü olan üretim ilişkilerinin, siyaset ve ideolojiler tarafından belirlediği yönündeki genel eleştirel tutum karşısında, Marksizmin kaynağına, Marx?a ve Engels?e döner.
Tarihsel maddecilik, insanlığın gelişimini, insanın doğadan bağımsızlaşma / doğaya egemen olma çabası olarak görür. Ve bu bağımsızlaşma çabası insanın toplumsal varlığını üretmek ve yaşamını sürdürmek için ateş ve en ilkel silahları üretmesiyle başlar. Bu üretim araçları insan duyularının ve toplumsal bilincinin gelişmesini sağlar ve gelişimin temel yasasını oluşturur.
(?) İnsan soyunun siyaset, bilim, sanat, din, vb. ile uğraşabilecek duruma gelmeden önce yiyip içmesi, barınması ve giyinmesi gerektiği; bu yüzden, varlığı sürdürmek için gerekli maddi araçların üretiminin, buna bağlı olarak da belirli bir halkın belirli bir dönem boyunca ulaşmış olduğu ekonomik gelişme düzeyinin, söz konusu halkın geliştirmiş olduğu devlet kurumlarının, hukuksal kavramların, sanatsal ve dinsel düşüncelerin üzerinde yükseldikleri temeli oluşturdukları; dolayısıyla devlet kurumlarının, hukuksal kavramların, sanatsal ve dinsel düşüncelerin şimdiye değin yapılmış olanın tam tersine, maddi üretim araçlarının üretimi ışığında açıklanmaları gerektiği yalın gerçeğidir.[1]
Bu gelişim yasalarını inceleyen Marksizm bir bütün olarak üretici güçlerde yaşanan bu devasa gelişmelerin üretim ilişkilerinde yol açtığı değişimleri ortaya çıkarır. Sadece araç, makine ve fabrika gibi üretim araçlarından oluşmayan üretici güçler, emeğin niteliğindeki değişimleri; bilgi ve deneyimi de ifade eder. Bu durum, bir süre sonra kendisinde yaşanan gelişmeye bağlı olarak şimdiye kadar içinde geliştiği üretim ilişkileriyle çatışmaya girer. Bu çatışmanın sonucunda siyasi toplumsal üst yapıda ve toplumsal bilinçte oldukça önemli değişiklikler meydana gelir. Siyasetten dine bütün toplumsal üst yapıyı belirleyen üretici güçlerdeki değişikliklerin, üstyapıya yansıması barışçı yöntemlerle gelişmez. Yani, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çatışma devrimci dönemlerin başlangıcını ifade eder.
Gelişmenin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde faaliyet göstermiş oldukları verili üretim ilişkileriyle ya da ? yalnızca bunların hukuksal ifadesi olan- mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya girerler. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olmaktan çıkarak, onların köstekleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. [2]
Mehring, kitabına öncelikle tarihsel romantiklerin feodalizmi idealize eden yaklaşımlarını eleştirerek başlar. Feodalizmden kapitalizme geçiş döneminde Fransız ve İngiliz burjuvazisine göre oldukça zayıf olan Alman burjuvazisi karşısında Junkerler?i ve onların feodalizmini savunan tarihsel romantiklere, üretici güçlerin gelişiminin dayattığı kaçınılmaz sonucu göstermekten kaçınmamıştır. Mehring? in tarihsel romantiklere yönelttiği bu eleştiriler yukarıda bahsetmiş olduğum gibi üretici güçlerin gelişimini görmeksizin Alman burjuvazisinin iktidar çabası karşısında Alman aristokrasisini yani Junkerleri ve onların şahsında temsil edilen feodalizmi savunmuşlardır. Bugün de benzer şekliyle üretici güçlerini gelişimini anlamayan siyasi yapılar üretici güçlerin bütün sınırlarını yıktığı ulus devletin, uluslararası burjuvazi karşısında savunusuna yönelmişlerdir. Tarih, romantikleri tarihin çöplüğüne gömerken bugün üretici güçlerin karşısında ulus devleti savunanları da aynı kaderi paylaşmaya zorlayacaklardır.
Yazar, insan bilincinin, yalnızca içinde yaşadığı toplumun ekonomik dürtüleri içinde meydana geldiğini belirtirken, insanın toplumsal bir varlık olduğu yaklaşımına ulaşır, ki onu da doğa maddeciliğinin mekanik yaklaşımlarımdan uzak tutar. Yani insanların sadece doğada yaşadığını ifade eden doğa maddeciği ile tarihsel maddeciliğin arasındaki karşıtlığı belirtir ve şu notu düşer:
? Tarihsel maddecilik, doğa bilimlerinin maddeciliğini kapsar ama bunun tersi geçerli değildir. Doğa bilimlerinin maddeciliği insanı doğanın bilinçli olarak hareket eden bir oluşumu olarak görür; ama insan bilincinin nasıl insan toplumu içerisinde belirlendiğini incelemez. Böylece o, tarih alanına girmeye kalkıştığında, en keskin karşıtı olan idealizmin en aşırı biçimine dönüşür.?[3]
Diğer yandan tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkan ve büyük gürültülerle karşılanan keşiflerin, tarihi, siyaseti ve bir bütün olarak ekonomiyi dönüştürdüğü yönündeki genel kabule karşı Mehring ustalıkla; bu keşiflerin üretici güçlerde yaşanan değişimin hangi aşamasında ortaya çıktığını açıklayarak karşılık verir.
?Tarihsel altüst oluşlara yol açan şey keşifler ve buluşlar değildir ama keşiflere ve buluşlara yol açan şey toplumsal altüst oluşlardır. Toplumsal bir altüst oluş yalnızca bir keşife ya da buluşa yol açtığı zaman, bu, dünyayı sarsan bir olay haline gelir.?[4]
Tam da buradan yola çıkarak yazar, Amerikan?ın Kolomb? dan çok önce keşfedildiğini fakat bu gelişmenin o dönem için bir şey ifade etmediğini açıklar. Benzer şekilde buhar makinaları ve dokuma tezgahlarının da sanıldığından çok daha önce ?Keskin ve uzak görüşlü beyinler, bir görevi ve onun çözümünü, bu çözüm için gerekli maddi koşullar henüz olgunlaşmamış, varolan toplumsal formasyon onun için gerekli bütün üretici güçleri daha geliştirmemişken fark ettiklerini..?[5] ifade eder. Fakat bu gelişmeler, üretici güçlerde kendileri için uygun gelişme ortaya çıkana kadar beklemek zorunda kalmışlardır.
Bütün bunların ardından dönemin Tarihsel idealistlerinin önderlerinden sayılan Barth üretim biçiminin Marksistler tarafından üstyapı olarak ifade edilen; siyaset, hukuk, felsefe ve sanatın soluk aldığı bütün kültürel formasyonları koşullandırdığı gerçeği karşısında çıldırmışçasına Marksizmin tarih kuramına saldırır.
Saldırılarında bütün idealistler gibi Barth, esas olarak antropologlardan, burjuva ideologlarına kadar birçok referansa başvurarak dinin, ırkların ve iklimlerin dahası üst yapının üretimle beraber ekonomik düzenlemeleri ortaya çıkardığı yönündeki en temel yaklaşımları dillerinden düşürmüyor. ?Bay Barth, ekonominin modern dönemde politikaya olan bağımlılığını, keşifler alanında, ticaretin yeni topraklar ele geçirme arzusunu izlediğini; yani siyasi güdülerle girişilmiş keşif seferleri üzerinde yükseldiğini söyler.?[6]
Keşiflerle ilgili tarihsel maddeciliğin yaklaşımını yukarıda dile getirdik. Fakat ekonominin politikaya bağımlılığı konusunda Barth, barbar savaşların nedenini klan şeflerinin intikam duygusunda bulduğunda antropologlardan yardım aldığını saklamaz. Bununla birlikte İslam din savaşlarının dinsel tutkulardan ve Asya?nın İskender tarafından zaptının ise tamamıyla Makedonya kralının tutkularıyla açıklandığı tespitlerini bilinçli olarak ekonomik tespitlerden bağımsız olarak inceler.
Barth? ın ?Dinin bütün yaşam süreci açısından belirleyici önemini vurgulama çabası? karşısında Mehring ekonominin siyaset üzerinde öncelliğini bir kez daha açıkladıktan sonra Barth? ın ?İntikam ya da dinsel coşkunluk gibi manevi dürtülerin varlığını hiç bir biçimde reddetmeyen ama bunların son tahlilde ekonomik dürtüler eliyle belirlendiğini iddia eden tarihsel maddeciliğin bilimsel kanıtlamasından uzak? durduğunu açıklar. Yazar, Din konusunda özellikle de, Hristiyanlığın ekonomi üzerindeki etkisi üzerinde duran Barth ?a, ?Kautsky?i okumadığı için yanıldığını ifade eder. Eğer Barth bu yanılgıya düşmeseydi, Roma imparatorluğunun Germen imparatorluğu tarafından ele geçirilmesinin ardından Hristiyanlık?ın ?ekonomik metaların bir parçasını, dinsel etkinlik için değil ama ekonomik üretimin yönetilmesi için gerekli maddi zemin olarak ayırdığını? kavramakta zorlanmayacağın Mehring büyük açıklıkla ifade eder.
Din konusunda yaklaşımını inatla sürdüren Barth, Osmanlı ve Macaristan?ın birbirleriyle karşılaştırıldığı söyleminde ?Macaristan?ın, Hıristiyanlık ve onun manevi gücüyle Osmanlı karşısında daha ileri bir toplum kurduğu?nu ifade eder. Mehring, İslam kültürünün Ortaçağ Avrupa?sının karanlık içinde boğuştuğu sıralarda matematik, gökbilimi kimya ve mekanik konularında oldukça ileride olduğunu belirtmiştir. Dahası İslamiyet?in en az Hıristiyanlık kadar maneviyata önem verdiğini, ama buna rağmen Osmanlının Hıristiyan devletlerle ekonomik anlamda rekabet edemediğinden geride kaldığını açıklar. Geri kalmışlığı din üzerinden değil ekonomi üzerinden ifade eden Mehring, Din?e ilişkin tarihsel maddeciliği daha açık ifade edebilmek için şunları belirtir:
?Bütün yaşam sürecini belirleyen şey din değil ekonomidir ve İslam kültürü kendi ekonomik hücresinden yani bugün Doğu?da hala varolan özgün köy topluluğundan kurtulamadığı için, feodal üretim biçiminden kapitalist olana doğru gelişen Hristiyan kültürü tarafından aşıldı. Bu da, bizzat kendisi sözkonusu gelişmenin karşı konulmaz biçimde kan kaybeden kurbanı haline gelen Hristiyan Kilisesi?nden dolayı değil ama ona rağmen gerçekleşti?[7]
Bu konuya ilişkin son olarak Neue Zeit?daki bir denemede yer alan şu göndermeye bakalım. ?13. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar ilgili dinsel bayraklar altında girişilmiş savaşların burjuvazinin, kentli alt tabakalarının ve onlarla birlikte isyan etmiş olan köylülerin, dünyanın eski teolojik kavranışını değişmiş ekonomik koşullara ve yeni sınıfın yaşamına uyarlama yönündeki sürekli girişimlerinden başka bir şey olmadığı kuramsal açıdan gereğince açıklanmıştı.?[8]
Kitabın son bölümlerine yaklaşırken ırksal farklılığın marksist tarih kuramı tarafından reddedildiği ?gerçeğine? ulaşan Bart, bu farklılıkların insanlığın gelişimi için oldukça belirleyici bir öneme sahip olduğunu açıklar. Barth bir kez daha yanılmıştır. Çünkü insanlık, üretim araçlarını kullanmaya başladığı ilk günden itibaren doğadan bağımsızlaşma yolunda büyük adımlar atmış ve birçok ırksal farklılıklar bu adımların yol açtığı yeni üretim ilişkileri içinde erimeye başlamıştır. Bu süreçlerle birlikte:
? (?) doğal ırklar tamamen toplumsal sınıflara dönüşürler. Kapitalist üretim biçimi genişlediği ölçüde, ırklar arasındaki farklılıklar ortadan kalkmakta ya da her gün giderek daha fazla sınıf karşıtlıkları içinde erimektedir. İnsan topluluğu içinde ırk, doğal değil tarihsel bir kavramdır.?[9]
Barth?ın ırklar ve iklim üzerindeki tespitini şu önermeyle yerle yeksan eden Mehring, bu önermeyi gerçekleyen kahramanlarını Sibirya?nın doğusunda ren geyiği evcilleştiren ve göçebe yaşayan Koryaklarda bulur. ?Benzer üretim biçiminin iklim, ırk ve başka doğal koşullar ne kadar farklı olursa olsun toplumsal yaşam sürecini benzer şekilde; farklı üretim biçimlerinin ise iklim, ırk ve diğer doğal koşullar tümüyle aynı da olsa toplumsal yaşam sürecini farklı biçimde belirlediği anlamına gelir.? Kamçatka yarımadasının kuzeyinde yaşayan bu toplumu, tarım arazisinin yokluğu ren geyiği evcilleştirmeye zorlamıştır. Dolayısıyla göçebe bir yaşam sürdürmek durumunda kalmışlardır. Koryaklar göçebe toplumlarda en çok görünen Şamanist din inancına sahiptirler. Hıristiyan misyonerleri, Hıristiyanlaştıramadıkları bu toplumu ancak yerleşik yaşama geçtiği takdirde Hıristiyanlığı kabul edeceklerini ifade ederken dönemin idealistlerin daha maddeci bir yaklaşımda bulunmuşlardır.
Bunun yanı sıra Ren geyiklerini salgın hastalıklar nedeniyle kaybetmiş Penzhinsk körfezin yerleşik yaşama geçmiş Koryakları Rus tücrarlar ve ABD?li balıkçılarla girdiği toplumsal ilişkiler nedeniyle yerleşik yaşamın göcebe yaşamdan oldukça farklılaşmış yaşam pratiklerini ürettiklerini belirtelim. Aynı ırktan Koryakların farklı üretim biçimleri içindeki yaşamlarının birbirlerinden oldukça farklılıklar göstermesi yukarıda bahsi geçen önermeyi bir bütün olarak ıspatlıyor.
Barth? ın tarihsel maddeciliğin ırklardan sonra doğa olaylarını, esas olarak iklimleri reddettiği yönündeki eleştirisi karşısında Mehring ?Tarihsel maddecilik, tarımın Kuzey Kutbu?ndaki buzdağlarında uygulanabileceğini ya da Sahra Çölü?nün kum tepelerinde yelkenli gemiler yüzdürmenin mümkün olduğunu nerede iddia etti? Tersine, Marx, doğal güçlerin insanın üretim faaliyetine ilişkin önemini büyük bir özenle göz önünde bulundurdu?. Onun yazdıklarından bir alıntı daha yapalım:
Kapitalist üretime bir kez ulaşıldığında, bütün diğer koşullar ve verili işgününün uzunluğu aynı kaldığında, artı emeğin miktarı, çalışmanın fiziksel koşullarıyla, özellikle toprağın verimliliğiyle birlikte değişir: Ancak bundan, hiç bir biçimde, en verimli toprağın kapitalist üretim biçiminin gelişmesi için en uygun yer olduğu sonucu çıkarılamaz. Bu üretim biçimi insanın doğa üzerindeki egemenliği üzerine kuruludur. Doğa fazlasıyla eli açık olduğu yerde ?insanı yürümeye yeni başlamış çocuk gibi elinden tutar.? Ona kendisini geliştirmesi yönünde herhangi bir zorunluluk dayatmaz. Sermayenin anavatanı sebze meyve açısından bereketli tropik alanlar değil ama ılımlı bölgedir. Emeğin toplumsal olarak bölünmesinin maddi temelini oluşturan ve doğal çevresindeki değişimler aracılığıyla insanı ihtiyaçlarını, yeteneklerini, iş araçlarını ve işin biçimini çeşitlendirmeye iten şey toprağın verimliliği değil ama farklılaşması, onun doğal ürünlerinin çeşitlenmesi, mevsimlerin değişmesidir. Sanayileşme tarihinde ilk belirleyici rolü oynayan şey, doğal gücü büyük ölçüde toplumun ve ekonominin denetimi altına alma, onu büyük ölçüde insan elinin çalışması sayesinde kendine mal etme ya da ona egemen olma gereğiydi. [10]
Ve son olarak yazımıza Mehring?in su açıklamasıyla son veriyoruz:
?İnsanlık tarihinin sayısız dallarına ışık tutana kadar, tarihsel maddecilik adına yapılacak hala sınırsız şey bulunuyor. Hem onun en büyük gücü, hiçbir zaman burjuva toplumunun sınırları içinde açığa çıkmayacaktır. Bunun nedeni, onun artmakta olan gücünün öncelikle bu toplumu yıkacak olma-sıdır. Burjuvazinin dürüst tarihçilerinin bir ölçüde tarihsel maddeciliğin etkisi altında olduğu -söz konusu etki, bu kısa açıklamada sıkça değindiğimiz gibi, her zaman belirli sınırlar içinde kalsa da- kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır.
Bir burjuva sınıf, varolduğu sürece kendi ideolojisinden vazgeçemez. ?Ekonomik tarih? adı verilen eğilimin en ünlü temsilcisi Lamprecht bile, Almanya Tarihi?ne Alman ekonomisiyle değil; ?Alman ulusal bilinci? temel şemasıyla başlar. Nasıl ki tarihsel maddecilik işçi sınıfının tarihsel bakış açısıysa, tarihsel idealizm de en farklı teolojik, rasyonalist ve hatta natüralist görünümleri içinde, burjuva sınıfın tarihe ilişkin kavrayışıdır. Tarihsel maddecilik, yalnızca proletaryanın özgürleşmesiyle birlikte tam gücüne ulaşacak ve o zaman tarih, kelimenin en tam anlamıyla -her zaman olması gerektiği halde bugüne kadar hiç bir zaman olmadığı- bir bilim; insanlığın bir öğretmeni ve önderi haline gelecektir.?[11]
1-F. Engels aktaran Mehrin s.24
2-Karl Marx aktaran Mehring s.21
3-Mehring s.33-34
4- Mehring s.48
5- Mehring s.49
6- Mehring s.67-68
7- Mehring s.75-76
8- Mehring s.81
9- Mehring s.86
10- Mehring s.88
11- Mehring s.95
Alıntı: Hakan Aktaş, 07.06.2008
http://www.sss-sosyalizm.org/sosyalizmden/mehring_kucuk_degerlendirme.asp
Kitabın Künyesi
Tarihsel Maddecilik Üzerine
Yazar: Franz Mehring
Çeviri: Halil Çelik
Yayıncı: Prinkipo
Yıl, Yer: İstanbul, Haziran 2008
Sayfa: 111
Bugün olan biteni “daha iyi anlamamız” için tarihe ihtiyacımız mı var?
O halde Wall Street ya da Tahrir Meydanı’ndakiler evlerinden hiç çıkmamalıydı. Çünkü tarih, insanların evde oturmalarının tarihidir, tabii sonradan “önemli” ilân edilen birkaç “an” dışında.
Bu “anlar” ise ancak bugünden bakıldığında anlamlı kılınabilirler. Benzer şekilde dünün “anlamlı anları” da bugün “komik ve çarpıtılmış” bulunarak tekrar anlamlandırılır: Lenin ya da Saddam Hüseyin heykelleri yıkılır, kağıt paraların üzerindekilerin değeri düşer, ülke bayrakları renk atar….
Tarih, geçmişe bugünden bakışımızın değişkenliğinden ibaretse tarihin bugünü anlamamıza faydası ne?
Sıradan insanlar için “yumurtanın kullanım alanları” bilgisinden önemli değil kuşkusuz.
Geçmişten bir tarih ve tarihten de bugün için ders çıkarmak ancak ve ancak ideologların görevidir.
Mesela kapitalist üretim tarzının ve sınıfların tek doğal biçim olduğunu ve bu sınıfların ekonomik biçimlerinin doğanın ölümsüz yasaları olduğunu ilân edilirken tarihe bakılır; önce soyluların, sonra işçilerin yenilgileri hatırlatılır.
Franz Mehring de, bu kitabında, bu türden “ölümsüzlük” ilânlarının bir asırdan daha fazla bir zaman önce de aynen tekrarlandığının örneklerini veriyor.
Bütün ideologlara inat tarihe yeni bir bakışı değil tarihe bakanların ve onların yöntemlerinin eleştirisi olan tarihsel maddeciliği savunuyor. Tarihi sokaktakilerin hizmetine sokacak, tarihten bugün için ders çıkaracak, “zafere giden yolun” haritasını çizecek reçeteler sunmuyor. Aksine, geçmişi tarih haline getirerek ideolojilerin hizmetine koşanlarla baş edecek ve tarihin, bugünü değiştirmek isteyenlere doğrultulan bir silah olmaktan çıkaracak yöntemin kullanımından örnekler veriyor.
Bunu yaparken bir ilkeler bütünlüğü; tarihsel maddeciliğin abecesini, kural ve formüllerini; bir tılsımın ya da büyünün sırlarını paylaşmaya çalışmıyor; icat çıkarmıyor.
Çünkü tarihsel maddecilik “doğru tarih” değildir. (Tanıtım Bülteninden)
Önsöz – Halil Çelik
İçinde yaşadığımız türden alt-üst oluş dönemlerinde toplumun gelişim seyrini kavramak çok büyük önem kazanmaktadır. Her biri ekonomik bir kriz üzerinde yükselen ve kaçınılmaz biçimde toplumsal çalkantılarla damgalanan bu tür süreçlerinin tipik özelliği, insanların gerek bireysel gerekse toplumsal olarak bir ?arayış? içine girmesidir. Çünkü, insanlığın binlerce yıl içinde geliştirmiş olduğu maddi üretici güçler ile var olan üretim ilişkileri arasındaki çelişki, artık elde olan her şeyi tehdit edecek; mülkiyetten toplumsal örgütlenme ve düşünme biçimlerine kadar alışık olunan bütün üstyapısal oluşumları sarsacak biçimde yoğunlaşmıştır. Yönetenler artık eskisi gibi yönetemezken, yönetilenler de artık eskisi gibi yönetilmek istememektedir.
Yunanistanlı ve İspanyalı gençler neden ayağa kalkmıştı? Tunus?ta başlayan ?Arap BaharTm Mısır?a, Yemen?e ve diğer ülkelere yayan güç neydi? Suriye?deki BAAS diktatörlüğü neden kitlesel gösterilerle tehdit ediliyor? ABD?de başlayan ?Wall Street?i İşgal Et!? ya da ?Biz yüzde 99?uz!? hareketinin ardında hangi güçler var? Bu ve benzeri sorulara, ?yıkıcı/bölücü güçler?, ?emperyalistler? ya da ?dış düşmanlar? gibi alışıldık yanıtlar vermek, kuşkusuz, mümkün. Ama bu tür yanıtlar, mevcut sistemin efendilerinden başka hiç kimseyi tatmin etmediği gibi, olup biteni anlamamıza da yardımcı olmamaktadır. Oysa bizim, sorunları çözebilmemiz için öncelikle onları anlamamız; hem zamansal hem de mekânsal bir bütünlüğün içine yerleştirmemiz gerekiyor. Bunu yaptığımızda, her türlü öznellikten ve anlamsız ön yargıdan arınmanın önünü açabilir; yaşadıklarımızı kavrayabilecek ufku aralayabiliriz.
İnsanlık, çözümü için gerekli koşullan oluşmamış ya da oluşum sürecinde olmayan sorunları gündemine almaz; bir başka deyişle, hiç bir sorun kendi çözümü için gerekli koşulların yokluğunda ortaya çıkmaz. Marx?in insan toplumunun gelişme yasalarını geliştirirken temel aldığı yaklaşımlardan birini oluşturan bu tespiti, her sorunun yalnızca çözümüyle birlikte ortaya çıktığını ifade ettiği için, kuşkusuz, bir iyimserlik ifadesi olarak görülebilir. Ama hepsi bu değil.
Bu tespiti, insanlık tarihinin, son tahlilde kapitalist toplumun iki temel sınıfı olan burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki mücadelede cisimleşen, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki eliyle belirlendiği olgusuyla tamamlamalıyız. Böylece, önceki kuşakların yaşadıklarını kolektif deneyim haline getirebilir; tarihi, bireylerin başrolde olduğu rastlantısal olaylar yığını olmaktan çıkartıp, insanlığın bugününü açıklamada ve yarınım öngörmede yararlanabileceğimiz bir birikim haline getirebiliriz.
Tarih, felsefe, estetik ve edebiyat alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan ünlü Alman Marksist Franz Mehring?in Tarihsel Maddccilik Üzerine adlı çalışması, bize, bu günü anlamamız ve gdcccgi öngörmemiz için gereksinim duyduğumuz yaklaşımı son derece yalın biçimde sunmaktadır.
Karşı karşıya olduğumuz gerçek şudur: Üretici güçlerin verili gelişmişlik düzeyi, üretimin dünya çapında planlanıp gerçekleştirilmesini mümkün kılmış olmasına karşın, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve onun en üst düzeydeki hukuki ifadesi olan ulus devletler varlıklarını sürdürmektedir. Kapitalist üretimin tarihte hiç olmadığı kadar -dünya ölçeğinde- toplumsallaşmış olmasıyla mülkiyetin özel karakteri arasındaki temel çelişki, insan soyunu yüz yıl içinde, üçüncü kez bir tercihle karşı karşıya bırakmaktadır. Birinci tercih, üretici güçlerin (bilim, teknoloji, altyapı ve bütün kültürel birikimleriyle insanlar) 20. Yüzyıl?daki iki dünya savaşında olduğu gibi büyük ölçüde imha edilmesidir. Bu, kuşkusuz, kötü niyetli binlerinin üzerinde düşünerek yapacağı bir ?tercih? olmayacak; aşağıda ifade edeceğimiz ikinci tercihin yapılmaması durumunda, özel mülkiyet kâr üzerine kurulu kapitalist üretim biçiminin yasalan gereği, kendiliğinden gerçekleşecektir. İkinci -ve gerçek- tercih, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki bütün özel mülkiyet ve ulusal sınır engellerinin ortadan kaldırılması; üretimin kâr için değil ama insanların gereksinimlerini karşılayacak şekilde, küresel ölçekte planlanarak gerçekleştirilmesidir.
Marksistlerin 150 yıldır savunduğu bu tercihin insan soyunun yüzde birini oluşturan kapitalist egemenler tarafından lanetlendiğini ve onlann emrindeki çokbilmiş aydınlar tarafından alaya alındığını bilinmiyor değil. Peki, işçi sınıfına yönelik aşağılayıcı bir kibirle donanmış olan bu aydınlar, küresel ölçekte yaşamakta olduğumuz krizden çıkış için, I. ve II. Dünya Savaşlan öncesinde yaşamış ve bu felaketleri önleyememiş olan ağabeylerinden farklı ne öneriyorlar? Hiçbir şey!
Üniversite kürsülerinde ve şirketlerin danışman koltuklarında ahkâm kesen bu aydınlar, üretimi insanların tüm maddi ve kültürel ihtiyaçlannı karşılayabilmek üzere dünya çapında örgütlemenin mümkün olduğunu savunan Marksistleri ?hayalperest? olarak damgalarken, bu işin birkaç yüz küresel şirket tarafından zaten (ama kâr için) yapılmakta olduğu gerçeğini göz ardı ediyorlar. Onlar, banş uğruna en dokunaklı sözleri ederken, bütün savaşlara son verecek olan bu en gerçekçi çözüme gözlerini kapatıyorlar.
Onların bütünüyle ideolojik ve bilimsel temellerden yoksun olan bu yaklaşımının altında, kuşkusuz, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve kâr üzerine kurulu bu sistemin devamındaki çıkarları yatıyor. Bu çıkarlar öylesine güçlü ki, onlan, milyonlarca insanla birlikte kendi çocuklarının ve belki de kendilerinin karşı karşıya kalacakları felaketleri görmekten alı koyabiliyor.
Buna karşılık, ekonomiden hukuka ve kültüre kadar insan toplumunun bütün alanlarına tarihsel maddeci yöntemle yaklaşan Marksistler, her türlü dar ideolojik kalıptan arınmış biçimde, sermayenin ve devletin çok yönlü saldırılarına ve burjuva aydınlarının alaycı tavırlarına karşın, insanlığın yeni ve öncekilerden çok daha ağır bir yıkımdan kurtulmasının mümkün olduğunu yinelemeyi sürdürüyorlar.
Onların 150 yılı aşkın süredir korudukları kararlı duruşları ne komünizme ve işçi sınıfına olan ?güçlü inanç?tan ne de herhangi bir öndere olan ?derin güven?den kaynaklanıyor. Onların bu ?ısrarının? altında yatan şey, yalnızca insanlık tarihi ni değil; bir bütün olarak insanlığın gelişme seyrini anlamamızı sağlayan tarihsel maddeci yöntemle donanmış olmalarıdır. Onlann kullandığı devrim, işçi sınıfı, komünizm, enternasyonalizm ve benzeri kavramların basit birer erdem ya da inanç i ladesi değil, eleştirel pratik faaliyet içinde edinilen birer zorunluluk haline gelmesinin nedeni budur.
Mehring?in bu çalışmasının, okurun insan soyunun tabi olduğu yasalan kavramasını kolaylaştıracağı, Marksizm?e ilişkin burjuva ve küçük burjuva önyargıların kırılmasına yardımcı olacağı çok açık.
###
Son olarak, elinizdeki kitaba ilişkin kimi teknik noktalara değinmekte yarar var. Franz Mehring?in Die Lessing Leğende (I rNsIng Söylencesi) adlı 1893 tarihli eserine ek olarak koyduğu Tarihsel Maddecilik Üzerine başlıklı bu çalışmada, birçok alınlının kaynağı belirtilmemiş. Bunları, yer yer Türkçe kaynaklardan ve Ekim 1975 tarihli İngilizce basımdan yararlanarak [-çev.] ya da [-yay.] olarak (kimi açıklayıcı notlandı» aynı kilde) belirttik. Kitabın Prinkipo Yayıncılık tarafındım Haziran 2008?de yapılan ilk baskısının içeriğini, aksine niyetlerimi?.? rağmen, koruduk. Okurun Franz Mehring hakkında bir fikir sahibi olması için, onun kısa yaşam öyküsünü, Engeis’ln 14 Temmuz 1893 tarihli mektubunu ve Troçki?nin 3 Mart 1916 tarihli bir makalesini koyduk.
Halil Çelik
Aralık 2011
Kitabın Künyesi
Tarihsel Maddecilik Üzerine
Franz Mehring
h2o Kitap / Tarih ve Siyaset Kuramı Dizisi
Yayına Hazırlayan : Özcan Özen
Kapak : Gökmen Aldoğan
Çeviri : Halil Çelik
İstanbul, 2012, 1. Basım
96 s.
Franz Mehring ‘in hayatı
Franz Mehring (27 Şubat 1846 Schlawe, Pommern; ? 29 Ocak 1919 Berlin) Wilhelm dönemi Almanyası?nın önde gelen Marksist politikacısı, tarihçisi ve edebiyat eleştirmeniydi. Eserleriyle, tarihsel maddeciliği sosyal demokrat edebiyat ve tarih eleştirisinin yöntemi haline getirdi. Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg?un yakın çalışma arkadaşı olan Mehring?in siyasi çalışmalarına, neredeyse tümüyle, II. Enternasyonal?de ve Alman Sosyal Demokrat Partisi?nde ortaya çıkan oportünizme karşı mücadelede Marksizmin savunusu damgasını vurdu.
Mehring, 27 Şubat 1846 tarihinde, tutucu bir hükümet memurunun oğlu olarak Pommern?in Schlawe kasabasında doğdu. Klasik felsefe ve tarih eğitimini tamamladıktan sonra gazeteciliğe merak saldı ve Alman prensliklerinin birleşmesinin hemen öncesinde, 1867?de Berlin?e yerleşerek, radikal burjuvazinin burada yayınlanan günlük gazetesi Die Zukunft?ta (Gelecek) çalışmaya başladı. 1860?lardan başlayarak işçi hareketiyle ilgilenen; 1867?de August Bebel ve Wilhelm Liebknecht?le 1869?da ise Ferdinand Lassalles?la tanışmış olan Mehring, uzunca süre, sosyalizm karşıtı radikal burjuva bir aydın olarak kalacaktı.
Alman İmparatorluğu?nun kurulmasından sonra, 1871 – 1874 yılları arasında, Alman Parlamentosu ile Prusya Meclisi?nde raportör olarak çalışan Mehring, ayrıca, yine burjuva demokratlarının yayınları olan Frankfurter Zeitung?da ve Die Waage?de yazılar yazdı. 1884 yılında liberal burjuvazinin Berlin?deki gazetesi Volks-Zeitung?un (Halk Gazetesi) yazı işleri müdürü olan Mehring, burada Bismarck?ın Sosyalizm Karşıtı Yasa? sına karşı mücadeleye başladı. Alman burjuvazisinin Prusya militarizmi karşısındaki teslimiyetiyle birlikte siyasi pozisyonlarını gözden geçirmeye başlayan Mehring, 1880 – 1884 yılları arasında Marx?ın ve Engels?in yapıtlarını inceledi. 1886?da sosyal demokrat basınla birlikte çalışmaya başlayan Mehring?in, Alman Sosyal Demokrat Partisi?nin teorik yayını Die Neue Zeit?daki ilk yazısı 1888?deyayınlandı.
1891 Yılında Alman Sosyal Demokrat Partisi?ne (SPD) katılan Mehring, kendisiyle birlikte, Marksist harekete büyük katkı sağlayacak olan zengin bir kültürel birikim de getirmişti. Bu yıllarda işçi sınıfı içinde işçi bürokrasisi ve aristokrasisi gelişiyor, bunun siyasi yansıması olarak, İkinci Enternasyonal ve SPD içinde revizyonizm ve oportünizm giderek güçleniyordu. Mehring, Marksizmin bu akıma karşı savunusuna soyundu. 1902 – 1907 yılları arasında sosyal demokrat gazete Leipziger Volkszeitung?un (Leipzig Halk Gazetesi) yazı işleri müdürlüğünü yapan Mehring, Die Neue Zeit?ta başyazılar yazarken, aynı zamanda 1906 – 1911 yılları arasında SPD?nin parti okulunda dersler veriyordu. Mehring?in gerek yazılarında gerekse derslerinde Marksist pozisyonları savunması, SPD önderliğinin ona karşı açık tavır almasına yol açtı. Mehring?e yönelik bu saldırı, onun Die Neue Zeit?taki önder konumundan uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Mehring, SPD önderliğinin I. Dünya Savaşı öncesinde sergilediği açık ihanete karşı Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve Jogiches ile birlikte, Marksist enternasyonalist kanatta yeraldı. 1917 Yılındaki Prusya Meclisi seçimlerinde milletvekili seçilen Mehring, yetmişi aşan yaşına karşın, Alman işçi sınıfının Marksist devrimci önderliği olarak Spartacus Birliği?nin kuruluşunu destekledi ve 1919?da Alman Komünist Partisi?nin kurucu üyeleri arasında yerini aldı. Mehring, partisi?nin kuruluş kongresinden dört, yoldaşları Karl Liebcknecht ile Rosa Luxemburg?un katledilmesinden iki hafta sonra, 29 Ocak günü, Berlin?de, akciğer iltihaplanmasından tedavi gördüğü hastanede öldü.
Lenin ve Troçki’nin de yazılarında sık sık atıfta bulundukları önde gelen Marksistlerden birisi olan Mehring’in Türkçedeki ilk kitabı Tarihsel Maddecilik Üzerine, Prinkipo Yayıncılık’tan çıktı.
kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi