Varoluşun Ağırlığı ve Zamanın Tuzakları
Şule Gürbüz’ün Kambur adlı eserindeki anlatıcı, zamanı bir yük olarak sırtında taşıyan, bedensel ve zihinsel deformasyonun sembolü olan bir figürdür. Kahraman, zamanın akışına direnirken, aynı zamanda onunla uzlaşamamanın sancısını çeker. Varoluş, burada bir sorgulama alanıdır; kahraman, “neden varım?” sorusunu değil, “varlığım zamanla nasıl bir anlam taşır?” sorusunu sorar. Zamanın Farkında’da ise kahramanlar, zamanı anlamaya çalışırken onun kayganlığına yenik düşer. Gürbüz’ün kahramanları, zamanı bir dışsal güç olarak değil, içsel bir kaos olarak deneyimler. Bu kaos, bireyin kendi benliğiyle yüzleşmesini zorlar; zaman, ne geçmişin nostaljisiyle ne de geleceğin vaatleriyle tanımlanabilir, yalnızca anın ağırlığıyla var olur. Gürbüz’ün dili, bu sorgulamayı keskin, ironik ve yer yer mizahi bir tonda işler: “Hayatı anlayamamak kadınları anlayamadığını söyleyen adamın sözü kadar perişan bir ifade gelir bana. Be nabekâr, kadını anlayıp da ne yapacaksın, yapacağın değişecek mi?” Bu ifade, kahramanın zaman ve varoluş karşısındaki çaresizliğini, anlam arayışının beyhudeliğini yansıtır. Anlam arayışı, Gürbüz’ün eserlerinde bir çıkış yolu sunmaz; aksine, kahramanları bu arayışın içinde kaybolmaya mahkûm eder.
Absürdün Komedisi ve Hayri İrdal’ın Saati
Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Hayri İrdal, zamanı kontrol etme iddiasındaki bir kurumun absürt dünyasında kaybolur. Hayri, zamanı düzenlemeye çalışırken, aslında kendi varoluşsal boşluğunu derinleştirir. Enstitü, modernitenin zamanı standartlaştırma çabasını temsil ederken, Hayri’nin bu çabadaki rolü ironiktir; o, ne zamanın efendisi ne de kölesidir, yalnızca onunla absürt bir dansa sürüklenmiştir. Hayri’nin varoluşsal sorgulaması, Gürbüz’ün kahramanlarından farklı olarak, toplumsal bir çerçeveye oturtulmuştur. Onun dünyası, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin kaotik mirasıyla şekillenir; zaman, sadece bireysel bir yük değil, aynı zamanda kolektif bir yanılsamadır. Hayri, zamanı ayarlamaya çalışırken kendi benliğini kaybeder; bu kayıp, absürdün komik ama trajik bir yansımasıdır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, zamanın insan üzerindeki tahakkümünü alaycı bir dille eleştirirken, Hayri’nin naifliği ve çaresizliği, bu tahakkümün kaçınılmazlığını vurgular.
Zamanın Anlamı ve Anlamsızlığı Üzerine Bir Diyalog
Gürbüz’ün kahramanları ile Hayri İrdal arasındaki diyalog, zamanın anlamı ve anlamsızlığı üzerine kuruludur. Gürbüz’ün kahramanları, zamanı içsel bir çatışma alanı olarak deneyimlerken, Hayri dışsal bir düzenin parçası olmaya zorlanır. Ancak her iki taraf da zamanın akışına karşı koyamaz. Gürbüz’ün Zamanın Farkında’daki kahramanları, zamanı anlamaya çalışırken kendi benliklerini sorgular: “Zavallı Reich gibi dolaplar yapıp içine mi girseydim, o pos bıyıklı filozof gibi coşkunluk seline mi kapılsaydım?” Bu soru, kahramanın zaman ve varoluş karşısındaki çaresizliğini, anlam arayışındaki tükenmişliğini yansıtır. Hayri İrdal ise bu sorgulamayı daha az içsel, daha çok toplumsal bir bağlamda yaşar; onun için zaman, Enstitü’nün sahte otoritesiyle somutlaşır. Her iki kahraman da absürt bir dünyanın içinde sıkışmıştır: Gürbüz’ün kahramanları kendi zihinlerinin labirentinde, Hayri ise toplumun dayattığı bir düzenin içinde. Bu diyalog, zamanın birey üzerindeki etkisini farklı açılardan gösterir; Gürbüz’ün kahramanları içe dönük bir sorgulamayla, Hayri ise dışa dönük bir alayla zamanı anlamlandırmaya çalışır.
Özgürlüğün İmkânsızlığı ve İronik Teslimiyet
Gürbüz’ün kahramanları, zaman karşısında özgür olmanın imkânsızlığını kabul ederken, bu kabulü ironik bir teslimiyetle ifade eder. Kambur’daki anlatıcı, bedensel ve zihinsel sınırlarının zamanla daha da belirginleştiğini fark eder; bu farkındalık, onu ne özgürleştirir ne de zincirler, sadece varoluşun ağırlığını daha derinden hissettirir. Zamanın Farkında’da ise kahramanlar, zamanın akışına karşı koymaya çalışırken, aslında bu çabanın beyhudeliğini sezerler. Hayri İrdal ise özgürlüğü, Enstitü’nün sahte vaatlerinde arar; ancak bu arayış, onu daha büyük bir absürtlüğe sürükler. Hayri’nin özgürlük arayışı, toplumsal düzenin bir parodisidir; o, ne zamanın efendisi olabilir ne de ondan kaçabilir. Gürbüz’ün kahramanları ile Hayri arasındaki bu karşılaşma, özgürlüğün zaman karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Her iki taraf da farklı yollarla aynı sonuca varır: Zaman, insan iradesini aşan bir güçtür ve bu güç karşısında birey, ironik bir teslimiyetle varlığını sürdürmeye çalışır.
İnsanın Kendiyle Yüzleşmesi
Gürbüz’ün kahramanları ve Hayri İrdal, zaman ve varoluş arasındaki ilişkiyi sorgularken, aslında kendi benlikleriyle yüzleşirler. Gürbüz’ün eserlerinde bu yüzleşme, bireyin iç dünyasında, keskin bir iç muhasebeyle gerçekleşir. Kahramanlar, zamanın akışında kendilerini bir özne olarak konumlandıramaz; bu, onların varoluşsal krizini derinleştirir. Hayri İrdal ise bu yüzleşmeyi, toplumsal roller ve absürt bir kurumun gölgesinde yaşar. Onun krizi, bireysel olmaktan çok kolektiftir; ancak bu kolektif kriz, bireysel bir yalnızlığa dönüşür. Her iki yazarın kahramanları da zamanın karşısında çaresizdir, ancak bu çaresizlik farklı biçimlerde tezahür eder: Gürbüz’ün kahramanları, zamanı bir içsel kaos olarak deneyimlerken, Hayri, zamanı dışsal bir düzenin parçası olarak anlamaya çalışır. Bu yüzleşme, her iki taraf için de bir çıkış yolu sunmaz; aksine, varoluşun absürtlüğünü daha da görünür kılar.
Sonuç: Zamanın Ötesinde Bir Buluşma
Şule Gürbüz’ün Kambur ve Zamanın Farkında’daki kahramanları ile Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Hayri İrdal, zaman ve varoluş arasındaki ilişkiyi farklı ama birbiriyle konuşan yollarla sorgular. Gürbüz’ün kahramanları, zamanı içsel bir kaos ve varoluşsal bir yük olarak deneyimlerken, Hayri, zamanı toplumsal bir absürtlük olarak yaşar. Her iki taraf da zamanın tahakkümünden kaçamaz; ancak bu kaçışsızlık, onların insanlık hallerini daha derinden anlamamızı sağlar. Gürbüz’ün keskin, ironik dili ile Tanpınar’ın alaycı, melankolik anlatımı, zamanın insan üzerindeki etkisini farklı tonlarda işler. Bu diyalog, insanın zaman karşısındaki çaresizliğini, absürt dünyadaki yerini ve varoluşun kırılganlığını gözler önüne serer.