Nihat Behram, ‘Toprakta kökü olmayan fidan gibi, hayatta kökü olmayan sanat da sahi değildir!’ diyor. Ressam Bayram Gümüş’ün hayatından hareketle İstanbul tamirhanelerinden Toroslar’a dek, yalın yürek bir tabloda renklerin hayattaki öz köklerini arıyor. Konusunda milat olacak bu belgesel-anlatısıyla Behram yine çok önemli bir derdi ucundan kanatıyor. Gerçeklikten can alan tutkusuyla, yurtseverlik duygusunun ateşiyle yine çarpıcı, yine sarsıcı, yine şiirsel ve okuyanda doyumsuzluk bırakan bir yapıt. Başlarsa önemli olacak yeteneklerin önünü açan, bir başucu kitabı.
Nihat Behram’ın ‘Yalın Yürek Bayram Gümüş’ü, resim sanatçısı Bayram Gümüş’ü ve sanat çalışmalarını merkeze alan bir belgesel anlatı. Behram, Gümüş’ün resimlerini, “Toprakta kökü olmayan fidan gibi, hayatta kökü olmayan sanat da sahi değildir” şeklinde tanımlıyor. Bu resimler, yalınlıkları ve izleyene sundukları zengin renk cümbüşüyle, naif sanatın iyi örneklerini oluşturur. Behram’ın anlatısı, Gümüş’ün biyografisinden hareketle, bu ismin özgün yaratı evrenine uzanıyor. Buradaki şiirsel dilin, Gümüş’ün resimleriyle buluşarak, yoğunlaştığı ve samimileştiği gözlenebiliyor. Kitap için, edebiyat üretimine atıflar yapan, bunu yoğun şiirsel üslubuyla harmanlayan Behram’ın kalemi ile, “Açıkçası ben de tanrı olsam göğü her gün başka renge boyardım” diyen ve doğayla dil bulan Gümüş’ün resim anlayışının buluşması, bu buluşmanın da devasa bir zenginliğe dönüşmesidir denebilir.
Hale Seval ‘in 15/02/2008 Tarihinde Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan “Toroslar’ın çocukları…” Adlı Yazısı
Yazı ve resim sanatta her zaman birbirini tamamlayan iki unsur olarak karşımıza çıkmıştır. Nihat Behram’ın Hayatın Renkleriyle Ruhumuzu Emziren: Yalın Yürek Bayram Gümüş adlı kitabında da renklerin ve sözcüklerin birbiriyile doğada yarışması gibi durmaktadır. Kitaba ilk baktığınızda Bayram Gümüş’ün biyografisiyle karşılaşacağınızı sanırsınız, oysa üç arkadaşın İstanbul’dan Anadolu’ya Toroslar’a yaptığı yolculuk ele alınmaktadır. Yolculuk mayıs ayında değil Behram’ın tanımıyla “Beşinci mevsimin ilk günü” başlar. Nihat Behram, Bayram Gümüş’ün minyatürsel renklerinde/resimlerinde kendi içsel yolculuğuna da çıkmıştır. Toroslar’a, Nâzım Hikmet’in o güzel sözünü hatırlamadan yola çıkılmaz. “Toroslar’dan aşağı inemedim” diyerek yurdunun bir bölümünde ayak izlerinin olamadığını anımsatır, yurdundan uzak düşen şair.
Toroslar’a, Toroslar’dan aşağı inen her yolcunun Nâzım Hikmet’in bu sözlerini hatırlayarak yola çıktığını düşünürüm. Behram için de Toroslar sancılı bir tutku olmuş, bu tutkusunu “aynı anda, aynı anadan doğmuş gibi severim” dediği Zekâi’yi, kardeş arkadaşını da yanına almıştır. Yıllardır birlikte olduğu yol arkadaşını “Duruluğun, arılığın, karşılıksız iyiliğin tanımı. Suyun, toprak ve havanın kulu” olarak tanımlar. Behram, Zekâi’yi anlatması bu kadarla kalmaz devam eder ve sonunda ekler “benden daha fazla fedakar.” Renkler düzyazıya dökülürken üç erkeğin hayatı, ruhsal yapıları da ortaya dökülmüştür. Dinlenilen, çay molası verilen yerlerde yapılan konuşmalar, betimlemeler Nihat Behram’ı kendi iç dünyasına göndermiş, onun coğrafi yolculuğu bir anlamda duygusal, bir o kadar da hüzün ve coşkunun kardeşliğine dönüştürmüştür.
Üç erkeğin gizlice yüreklerinde duyduğu bu kaçış/yolculuk duygusu yozlaşan, kirlenen metropol hayatından birbirlerine güven duyarak çıktıkları bu serüven bir anlamda güven duygusunun yok olduğu karmaşık büyük şehir hayatının zıt bir vurgusu olarak durmaktadır. Bayram Gümüş, renklerin coşkusuna kapılarak doğduğu yerlerin izlerini çizgileri/renkleri ile çevresine anlatmaya çalışmıştır. Aslında üç erkeğin de üç ortak yanı renkler, sadelik ve doğa/doğaya neşe katan böcek, çiçek, ağaç, ot, bitkidir. Behram renkleri sözcüklerle dize ve cümlelerinde işlerken, Zekâi renkleri ve güzelliği motiflerinde saklamış, Bayram Gümüş ise renkleri fırçasıyla canlandırmıştır. Evet, belki de tek bir ifadede birleşen tek ortak yan ‘sanat’ olmuştur. Yolculuklarında Toroslar’a varmadan duracakları ilk yer bir başka dağ, Homeros’un İlyada’da “Kaynağı bol İda” diye andığı Kazdağları, antikçağın kutsal mekânı olmuştur. Behram, Kazdağları’na Fatih’in Toroslar’dan getirttiği insanları bölgeye yerleştirdiğini, kadırgalarının yapımında bu dağın köknarlarından yararlanıldığını söyler. Yolculuğun tarihsel boyutu üç arkadaşa katılmaya başlamıştır. Yalın Yürek Bayram Gümüş kitabı tarihsel bilgileri de kendi dünyalarına yoldaşlık etmeye çağırır. Geçmiş onlara yol gösterici, iz sürücü manevi bir dost olmuştur.
Çocukluğun saf ruhu
Behram, Gümüş’ün resimlerini tanımlarken minyatürden söz eder. Bayram’ın sezgisel olarak ruh ikizi kardeşliğinde bu sefer de Kanuni dönemi sanatçısı Matrakçı Nasuh’a uzatır kalemini. III. Murat’ın oğlu şehzade Mehmet’in 1582’deki dillere destan sünnet şenliğini resmeden bir diğer minyatür ustası Nakkaş Osman’ın, Surname-i Hümayun’undaki, ellerinde ve kafeslerde kuşlarla, kuşbazları At Meydanı’nda gösteren resimlerinden söz eder. Bayram Gümüş’ün renk ve çizgi ustalığının köklerini geçmiş zaman ustalarına bağlar. Sanat, eserleri görmek ya da kişiyi tanımaktan değil, sanatın o biçim ve formunu yüreğinde duyarak işlemekten geçtiğini anlatır. Ve kuş evleri, kumru, serçe, güvercin türü kanatlı hayvanları beslemek için o güzel yapıların, camilerin yüzlerine ayrı bir hüner, ayrı bir özenle yapılan kuş evleri.. Nihat Behram, kendisinin de özellikle sevdiği ve zamanında beslediği kuşları anlama yolunun kuşdilini bilmekten, onlarla kendi dillerinde anlaşabilmekten geçtiğini, bunun da katıksız bir yalınlık olduğunu söyler. Hemen hemen hepimizin çocukken bilmek istediği kuşların dili, yalınlığın, saflığın, duruluğun simgesidir. Behram, kuş evleri, kuşdilinden söz açarken çocukluğun o saf ruhunu vurgulamaktadır.
Nihat Behram’ın Yalın Yürek Bayram Gümüş kitabında dikkat çeken bir başka özellikse, dili kullanma şekli. Halk ağzının izleri, halk edebiyatı dili kitabın sesi olmuştu. Yol arkadaşlarıyla yaptığı yolculukta şunları yazar; “Sözün burasında bir-iki nefeslik susup, düşündüğü kanıtı bulmuş olmanın çınıltılı heyecanıyla” diyerek yazdığı cümle ve “Dikiz aynasından Zekâi’yi süzüyor Bayram. Süzüşünde, alıcı kuş tetikliği var!” veya “Bayram, gidecek miyiz, duracak mıyız tedirginliğiyle, bir eli direksiyonda, bir eli kontak anahtarında bekliyordu. Bayram’a dönüp, ‘Uçalım hadi, atmaca avına inmeden önce’ dedim” gibi örneklerin sarmalında devam eden kitabın bir başka özelliği de neredeyse artık unuttuğumuz, hiç kullanmadığımız pekiştirme sıfatlarına da rastlamak oldu. “Güneş, dağları aşıp doğabileceğini kanıtladı. Renkler içinde oynaşmaktan vazgeçti! Gökyüzünü uzunca bir süre masmavi bırakmaya karar verdi.”
Nihat Behram, Anadolu’ya Toroslar’a yaptığı yolculukta sadece sözcüklerle kalmamış, renkler ve doğa ona görsel yol arkadaşlığı yapmıştır. Kilimin renklerinden söz ederken konunun detayına inerek renklerin hazırlanışını, dokunuşunu uzun uzun anlatır. Ve ekler Bayram Gümüş’ün kilim, kilimci anıları, kilimci öykülerini. Bir ara kalemini renk ve çizginin üstadı Picasso’ya uzatır. Ressamın kendi köyüne yaklaştıklarındaki duygularını anlatır:
“Renklerin öyküsünde renkten renge uçuşuyordu. Çocukluk günlerinde, içine düştü düşecek biçimde, çevresinde koşturduğu kaynar boya kazanlarını anlatıyordu… Toroslar’a yaklaşıyorduk… Toroslar’a doğru, Yörüklerin kıl çadırlarına, sumak otundan sinmiş morumsu kahverengilere, pelit ve selvi kozalaklarının kaynatılmasıyla ancak bulunabilen parlak siyahlara ve bin bir tonuyla yeşilin, pussuz gök maviliğie varılır. Bayram’ın öykülere işli renklerinin kökleri de buralardaydı… Toroslar’a yaklaştıkça telaşı artıyordu Bayram’ın…” Telaşı artan sadece Bayram mıydı? Yoksa yazarın kendi yüreğinde duyduğu çocuksu çırpınışlar mı fazlalaşmıştı? Gerçekten varmak istedikleri İlmen köyü müydü? Oysa bu üç adamın yolculuğu sadece belirli bir coğrafi mekânla sınırlı değildi.
Behram’ın yazmış olduğu şiirlerini de hatırlayacak olursak, doğa onun ürünlerinde vazgeçilmez bir nokta olmuş, şiirin yazılmasının ana merkezini doğa, doğa sevgisi oluştururken tema onun etrafında büyümüş, gelişmiştir. Doğayı dizelerinde işleyen Behram, bu sefer de düzyazıya konuk ederek, ikili yaşam şeklini benimsediği Basel İstanbul ikileminin sınırlarını genişleterek, İstanbul sınırlarını Türkiye sınırları olarak kabul etmiş. Çocukluğunun geçtiği Anadolu’nun çeşitli şehirleri, doğduğu ve bir dönem yaşadıkları Kars onda vazgeçemediği tadlar bırakmıştır. Ve Karacaoğlan onda gönül yoldaşı olmuştur. Behram, ‘belgesel anlatı’ türünü seçerek yazmış olduğu bu kitabında o tadlara yeniden dönmekte, yapmış oldukları bu yolculuğu bir tablonun iç tasarımı/çizimi gibi okumamızı sağlarken, okuyucuyu da bu tadları yeniden keşfetmesine yolunu açmaktadır.
Bayram Gümüş’ün doğduğu yerler, topraklar ve orada onlara konuk olanlar, yolculuklarında karşılaştıkları Behram için büyülü bir güzellik olmuştur. Bayram’ın minyatürsel resimlerinde kendini bulmuş, bu buluşmadaki hüzün, mutluluk onun geçmiş/tarih ile anlık buluşmalar yaparak gölge oyunu oynamıştır. Nihat Behram okuyucuya İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan yerlerde konuşulan dil oyunları ile renklenmiş bir kitap yolculuğu sunmuş. Kitabın sonuna eklenen Bayram Gümüş tabloları ve fotoğraflardan oluşan albüm esere ayrı bir renk katıyor.
Kitabın Künyesi
Yalın Yürek Bayram Gümüş
Nihat Behram,
Everest Yayınları,
anlatı,
Kasım 2007
210 sayfa