“Kendini yakmayan bir öykü, okuyucusunun düşüncelerini aydınlatamayacağı gibi yüreğini de ısıtamaz…”

Öyküleri kendini yakıp yok eden ve sonra özüne doğru bir arayış serüvenine giren genç bir kalem Orhan Veli Alıcı. Anadolu, öykülerinin kaynağını oluşturuyor ve “ötekilerin” hikayeleri toprakaltı edilmeden okura bir sır verirmiş gibi anlatıyor son kitabı “Zümrüt Kelebeği”nde. Yazarın bunun dışında yayımlanmış iki kitabının yanı sıra akademik çalışmaları da bulunuyor. Alıcı ile kitaplarını, yazın hayatını ve edebi amaçlarını konuştuk.

Doğduğunuz toprakların kadim anlatıcıları sana öykülerini verdi. Dört bir yandan toprak avuçlayıp cam fanusta toplar gibi… Bir başkasına, “öteki”lere değen öyküler seni nasıl buldu?
Eskiye nazaran oldukça farklı bir yaşamımız var. Ve bu durum gün geçtikçe hayatımıza yayılan bir virüs gibi her bir uzvumuzda belirirken kutuplaşma ve ötekileştirme gibi gayri insani davranışlardan arınıp bu zenginliği ve farklılığı damıtmanın daha insani olduğunu düşünmekteyim. Gerek üniversite hayatımda gerekse de daha sonraki ilişkilerimde bütüncül ve evrensel nitelikli bir bakış açısıyla insanlara ve olaylara yaklaşmam belki de zengin addedilebilecek öyküler yazmama neden oldu. Aslında “öteki” dediğimiz her şey bizim bir parçamız. Başka bir deyişle her “öteki” tarifsiz sonsuzluğun/bütünün anlamlı bir parçasıdır. O bizsiz, biz de onsuz bir anlam ifade etmeyiz. Belki de hayatın içinde aşikar olan bu gerçek sadece bilinince anlam ifade edebilir. Ve bunu özümsemek her bir rengi hissederek anlatabilmenin başat şartı gibi… Bu yüzden sadece doğduğum toprakların kadim anlatıcılarından ziyade doğamadığım toprakların kadim anlatıcılarına da kulak vermem gerekti.

Özellikle Zümrüt Kelebeği’ndeki öykülerin düşe ve gerçeğe yakınlığını merak eden okurlar için ne söylemek istersin?
Eğer düş; mana aleminde ve zihin der-yasında yer edinebiliyorsa muhakkak başka bir alemde de yaşanıyordur. Belki de bizim yaşamımız başka bir alemin düşü olabilir. Bizim düşümüz de başka bir alemin gerçeği… Bence düşe gelen değerlidir. Onu “hiç” edebileceğimiz gibi ütopik olmamak kaydıyla var edebilmek de mümkündür. Ama yaşanmışlıkları “hiç” edebilmek, yaşanmamış saymak mümkün değildir. İster düş olsun ister gerçek… Her bir öykü okuyucuya bir mesaj verebilmelidir. Ki Zümrüt Kelebeği daha ilk sayfasında şu cümle ile başlar: “Kendini yakmayan bir öykü, okuyucusunun düşüncelerini aydınlatamayacağı gibi yüreğini de ısıtamaz…” İşte bu cümle en azından Zümrüt Kelebeği’nde okuyucunun neler bulabileceğini anlatır gibi. Bu öykü kitabında; özelinde büyük kısmı yaşanmış olayları esas alan, çok azı da düşe dayanan öykülerin olduğunu söyleyebilirim. Kimi düş öykü kılıfına bürününce gerçek, kimi gerçek de öykü elbisesini giyince düş gibi görünebilir. Bunu hissedecek ve onunla bütünleşecek olan da esasında okuyucudur.

ANADOLU’YA DOKUNMAK VE ANADOLU’YU YAZMAK İSTİYORUM
“Dervişin Sırrı”, “Eşkıyaşk” gibi romanların dışında iktisadi makalelerin ve de akademik çalışmaların yer alıyor. Yeni çalışmaların ne türde olacak peki? Çıktığınız bu edebi yolculukta yegane amacınız nedir diye sorsam neler söylemek istersin?
Yaşamak için çalışmak, çalıştığın alanda da bir şeyler üretmek gerekiyor. Mesleki çalışmaları bir kenara bıraktığımda
halihazırda üzerinde çalıştığım iki eser hakkında bilgi vermek isterim. İlki yukarıdaki ifadelerimde de kullandığım zamanı ve mekanı aşan öyküleri kapsayan bir öykü kitabı. İçinde Anadolu’nun bütün renklerini barındıracak efsaneler ve yaşantılar ahenkli bir şekilde yer alıyor. Diğer çalışma ise ilk iki roman çalışmamdan sonra üzerinde yaklaşık üç yıldır çalıştığım bir dosya. Anadolu’dan Avrupa’ya yapılan illegal göçler ve o insanların mülteci hayatlarını konu alan bu eser Doğu Akdeniz kökenli bir düş yolcusunun mülteciliğini anlatıyor. Her iki eser de Anadolu’nun yaşanmışlıklarından beslenmekle beraber çoğu gerçek azı düş ile cem olup yıllanmaya devam ediyor şimdilik. Asıl sorunuza gelince Anadolu’ya dair yazmak isterim. Anadolu’ya dokunmak ve dile gelmemiş yaşanmışlıkları ve duyguları kaleme almak…

Kıymet CEVİZ
(www.evrensel.net, 06 Ocak 2015)

1 Comment

  1. oldukça başarılı olduğu ve derin cümleler kurduğu söyleşiden bile anlaşılabiliyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Başıboş Bir Yolculuktan Notlar – Fernando Pessoa

Next Story

Beyaz Gemi – Remziye Serap Ekim

Latest from Söyleşi

Arif Damar ‘ın şiir serüveni (kendi sözleriyle)

Henüz 15 yaşındayken, bir öğretmeninin çıkardığı “Yeni İnsanlık” dergisinde “Edirne’de Akşam” şiiri yayınlanıyor ve “yetenekli çocuk” olarak dikkatleri üzerine çekiyor. Şiir serüveninin sonrasını Arif
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ