Cennet Bilek’in kitabı: Babil’de Sürgün – Mehmet Söğüt

Bu son yıllarda okuduğum en iyi romanlardan biri Babil’de Sürgün adlı kitap. İnsanı alıp geçmişe götürüyor; dayak yiyişlerimize, hakaretlere… Çocukluğumuzda yaşadığımız ayrımcılıklar bir bir gözlerimizin önünde geçiyor. Kitabı okurken hüzünleniyoruz. Düşünüyoruz. Kadim halkın evladını kendisine konu aldığı için, sevinçli hiçbir anına rastlamıyoruz. Ve insanı bir kimlik arayışına götürüyor. Romantizim, sosyoloji, felsefi ve psikolojik öğelerle romanını daha da zenginleştirmiş. Ekseninde ise insanlık var. Yerel aidetlarimizi önemserken, yer küremizin bir parçası olduğumuzu da hatırlatıyor bize. İkinci baskısını yapmış olan Babil’de Sürgün adlı roman, bizi doğunun sihirli topraklarında dolaştırıyor.

Tuanna, Babil tabletlerine göre cennete düşen ilk yağmur tanesinin adıydı. ”Süreyya yıldızından bir ışık, ışığın içinden yayılan sesler değerdi Tuanna’nın kalbine. Bedenini nehrin soğuk sularına bırakır, dalga dalga, köpük köpük kucaklaşırdı Ara’yla.”

Tuanna doğuya düşmüştü. Fırat ile Dicle’nin dualar dökülen ovalarına. Yaşam belirmişti Mezopotamya’da. Bereket dolmuştu kutsal topraklarına. Boşlukta değil, dünyada var olan her şeyde görmüşlerdi Tanrı’nın suretini. Paylaşımcıydı sihirli topraklar. Henüz doyumsuz değildi insanlar. İktidar hırsından uzaktılar. Fırat gibi akıp geçti zaman ve Mezopotamya diğer doğu ülkeleri gibi kendini yenileyemedi. Ulusçuluk teorisi bu coğrafyada binlerce insanın ölmesine neden oldu. Dinlerine sımsıkı sarıldılar. Kurtuluşu gökten aradılar. Tren kaçmıştı. Ve her yandan kan akıyordu. Tıpkı Cennet Bilek’in Babil’de Sürgün adlı romanında anlattığı gibi.

Egemenler tarafında belirlenmiştir yazgımız. O yazgıyı değiştirmek mücadele gerektirir. Bu yazgıyı değiştirmeye çalışırken binbir güçlükle karşılaşılır. Katmerleşir zulüm ve bir mengene gibi gittikçe daraltır yaşam alanlarımızı. Kendi ülkemizde bir mülteciden daha beter durumlara düşeriz. Bir çıkış yolu ararız çoğu zaman. Bu genelde batıya savrulmak biçiminde olur. Gördüğümüz Avrupa rüyasının koca bir yalandan ibaret olduğunu ve dünyada hiçbir yerimizin olmadığına tanıklık ederiz. Bir hüzündür Kürt coğrafyasında dünyaya gelmek. Hiçbir yerde yer bulamamaktır. Kürt ve Ermeni olmak Türkiye siyasi coğrafyasında başa beladır.

Cennet Bilek, Sınırsız Yayınları’ndan çıkan Babil’de Sürgün adlı romanıyla Ermeni Artin’le başlıyor mistik anlatımına. Değişik mistik öykülerle kitap zenginleştirilmiş. Akıcı bir dil kullanmış. Yama gibi durmamış bu mistik ve öğretici öyküler. Romanı daha da katmanlaştırmış. Devrişane yaşayan Ermeni ihtiyarların söylemlerini can kulağıyla dinliyoruz. 1915 yaşanılanların insanların üzerinde yarattığı tahribatlara tanıklık ediyoruz. Uzak Doğu felsefesi de aktarılır aktarılır romanda. Çünkü Artin iyi bir entellektüeldir. Batının ve doğunu felsefik bilgilerine sahiptir.

Çocukluğunda yaşadığı trajedileri okurken üzülüyoruz. Aşağılanan, öldürülen Kürtlerin de kardeşlerini ”fille” deyip saldırmalarına kızıyoruz. Dönem hala karanlığın etkisindedir. Kürt coğrafyasına vahşetini pompalayan sistem, kendi insanını da yaratmıştır kısmen. Hem Artin de Kürt aydınlanmasına katılmıştır. Yakalanmış ve birçok şeyini kaybetmiştir bu uğurda. Ölümün eşiğine gelmiştir. Sol cepheden bile, ”Ama Ermenidir…” sözleri bir mıh gibi çakılır beyinlerimize. Hep doğuda yükselirdi güneş. Yine öyle oluyor ve Kürt ülkesinde güneş doğuyor ve aydınlanıyorlar. Bu aydınlanmanın çabasını Artin kendince vermiştir.

Karakolda bir yüzbaşının, ”Bizim asıl düşmanlarımız buradaki Kürtler ya da dağdakiler değil asıl düşmanlarımız sizsiniz pis sünnetsizler,” demesiyle Artin canı kadar sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kalır.

Almanya’nın haimlerinde Kürt Abdullah ve Türkmen Kemal’le karşılaşır. Dertlerini tasalarını anlatırlar birbirlerine. Soğuk coğrafyada kimi zaman kendisini doğanın kollarına atar. Nehirlerle yıkar ruhunu. Temizlenir. Asıl mabetlerin kalbinde ve beyninde mevcut olduğunu idrak eder. Zor bir yaşamın içine sürüklenir. Kendisine biçilen yazgıya itiraz etse de, onu yenmeyi başaramaz.

Ülkesiyle Almanya’yı karşılaştırır. Soğukluğunu ve erimişliğini görür Almanya’nın. Sevgiyi arar. Bilir sevginin Tanrısal olduğunu. İstemediği bir yaşamın içinde de olsa, bir gün o büyük sevgiyi yakalayacağından emindir. Ataları yok edilmek istenen Kemal’in ölümü çok trajik olur. Kızına ve karısına kavuşacağına ramak kalmışken kazayla ölür. Abdullah’ın ailesi de tam Almanya’ya geleceklerken yok edilirler. Artin ise acılarıyla yaşamaya devam eder.

Bu romanı aykırı olan ya da olmayan herkes okumalıdır bence. Çünkü içi derslerle dolu…

Kitabın Künyesi
Babil’de Sürgün
(Kimse Yazgısından Kaçamaz)
Cennet Bilek
Sınırsız Kitap / Roman Dizisi
İstanbul, 2013, 2. Basım
240 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir