Son yazılarıma öfke, acı, keder ve umutsuzluk hakim. Okurken yüreğimin daraldığını hissettim. Hiç mi iyi bir şey olmuyor ya da yaşanmıyor diye soruyorum kendime: Elbette var. Bugün Dünya Barış Günü.
Dünyanın her yerinde güzel insanlar- henüz atlarına binip gitmemiş olanlar- daha güzel, yaşanası, barışçıl, savaşsız bir dünyaya olan özlemlerini haykıracaklar. Bunun neresi yanlış! Tabii ki harika bir olay. Peki kim rahatsız olacak bu durumdan: Silah tüccarları, uyuşturucu baronları, gözü doymamışlar, sürekli kargaşalık isteyenler, cennet dünyamızı cehenneme çevirenler, doğaya, yeşile, denize, maviye düşman olan herkes…
Bu haykırışı kıyıda, kenarda seyredenler var: benim gibiler mesela; bir yazıyla, bir şiirle, bir resim yahut şarkıyla dünyanın düzeleceğini sananlar. Sanatçı duyarlılığıyla yapılan hiçbir etkinliği asla küçümsemiyorum. Yanlış anlaşılmasın sakın! Kendimi sanatçı falan görmediğim için bu tanımlamayı yaptım.
Öte yandan dünya durdukça atına binip gitmeyecek insanlar da var. Mücadeleyi yaşam tarzı haline getirmiş, yılmadan, yorulmadan, nerede bir haksızlık var, orada yer alan, her türlü bedeli bütün ağırlığıyla ödeyen ama eşit, adil- kendi adı gibi- savaşsız bir dünyayı hep özleyen ve bunun için didinen, taşın altına elini tereddütsüz koyanlar… Onlardan biri Adil Okay.
Bugünün anısına anlatılması – gerçi onu bilen biliyor- gereken bir isim. Kendisinden çok babasıyla tanışıklığım vardı. Toprağı bol olsun harika bir insandı Süleyman Okay. Şairdi, muhalifti, adamdı. Babasının oğlu tabiri de onlar için söylenmiş sanki.
Memleketin herhangi bir yerinde bir eylem/ etkinlik varsa onu görmeniz mümkün. En önde. Haykırıyor kızgınlığını, öfkesini belki de kırgınlığını. Çünkü çoğu zaman bir avuç kadarlar. Ama inancı sağlam olunca insanın tek başına da olsa yılmıyor işte. Tıpkı “ Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal gibi.
Hayatını buraya yazmaya kalkışsam sayfalar yetmez. Pek çok kitabı var: Bazılarını okuma fırsatım oldu. Hatta son kitaplarından birini “Şair Kapılar”ını imzalatamadım daha.
Yakınlarda bir çalışması daha çıktı. “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi” diğer adıyla “Hapishane Kapılarında Büyüyen Çocuklar. Çoğumuzun görmezden geldiği ama binlerce insanı ve ailesini derinden etkileyen bir dram cezaevi gerçeği. Orada yatanlar: nedenleri, amaçları, dertleri, kederleri ayrı bir tartışma konusu.
Onlara da dertdaş, yoldaş, arkadaş olmaya, seslerine ses olmaya çalışıyor. Bir ekiple beraber “Görülmüştür.org” diye de bir internet sitesi oluşturmuş. İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bir tür mektup arkadaşlığı kurmaya çalışıyor. Uzun sözün kısası, bir sorunsal, öneri, iyiye, doğruya çağırma var gerek kitaplarında gerekse yazılarında.
Şu sıralar herkesin malumu: mülteci sorunu artık bir dünya meselesi olmuş durumda. Kapitalist ülkeler yıllar önce sömürdükleri insanların bir gün gelip kendilerine bela olacaklarını hesaplayamadılar, sorunun altında kaldılar. Kendisi de uzun yıllar mülteci olan Adil Bey bu sorunu da çok akılcı bir şekilde masaya yatırıyor. Yaşanan insanlık dramlarına yıllardır, ama özellikle son zamanlarda sıklıkla değiniyor.
Adil Okay gibi insanlar bir dünya vatandaşı aslında. Memleketin her karış toprağına, insanına duyduğu saygı ve bağlılığı bütün dünya vatandaşlarına da aynı hassasiyette duyuyor.
O bir barışsever: Hiçbir beklentisi olmadan, insanlar daha mutlu, huzurlu yaşasın diye yazıyor, çiziyor, söyleyeceklerini sakınmadan ifade ediyor.
Yaşadığımız düzenin kaypak zemininde savrulmaya hazır onlarca, yüzlerce sözde aydın-yazar insanı gördükçe onun gibi insanların çalışmaları daha çok takdir edilmeli, kitapları alınıp okunmalı, destek olunmalı diye düşünüyorum.
01.09. 2015