Bilinçdışının Merkezi Sorunu
Özet:
Paragraf, bilinçdışında egonun düzenine eşdeğer bir düzen bulma umudunun az olduğunu belirterek başlar . Bilinçdışında Pisagor’un “karşı-dünya”sı gibi bilinçsiz bir ego-kişiliği keşfetmek olası görünmemektedir .
Ancak yazar, bilincin bilinçdışından doğduğu gibi, ego merkezinin de bir şekilde potansiyel olarak içinde barındığı karanlık bir derinlikten billurlaştığı gerçeğini göz ardı edemeyeceğimizi vurgular . Tıpkı bir insan annenin, en derin doğası gizlenmiş olmasına rağmen, yalnızca insan bir çocuk doğurabilmesi gibi , bilinçdışının tamamen içgüdü ve imgelerden oluşan kaotik bir yığın olamayacağına inanmak zorunludur . Orayı bir arada tutan ve bütüne ifade veren bir şey olmalıdır .
Merkezi, kesinlikle ego olamaz, çünkü ego onun içinden bilince doğmuş ve bilinçdışına sırt çevirerek onu mümkün olduğunca dışarıda tutmaya çalışmıştır . Yazar bu noktada şu soruyu sorar: “Yoksa bilinçdışı, egonun doğumuyla birlikte merkezini mi kaybediyor?” . Eğer öyleyse, egonun bilinçdışından etki ve önem açısından çok daha üstün olmasını bekleriz ve bu, bilincin istediği şey olurdu .
Örneklere Dayalı Açıklamalar
Bu merkezi varlık arayışı ve egonun üstünlüğü/üstün olamaması fikri, kaynaklarda Jung’un temel kavramları ve ampirik gözlemleriyle desteklenir:
- Bilinçdışının Düzeni ve Bilinçle İlişkisi (Ego’nun Üstün Olmaması):
- Gerçekler genellikle tam tersini göstermektedir: Bilinç, bilinçdışı etkilerine çok kolay boyun eğer. Bu etkiler, çoğu zaman bilinçli düşüncemizden daha gerçek ve daha bilgedir.
- Bilinçdışı motivasyonlar, özellikle hayati önem taşıyan konularda, bilinçli kararlarımızı geçersiz kılmaktadır. Bu, egonun bilinçdışı karşısındaki beklenen üstünlüğünün aksidir.
- Bilinçdışının zekice ve amaçlı bir işbirliği sergilediği görülür. Hatta bilince karşı hareket ettiğinde bile, kaybedilen dengeyi yeniden kurmayı hedefleyen dengeleyici bir ifade sergiler.
- Ego, bilincin merkezi olsa da, bilinçdışı, bilincin annesidir ve bilince ait olmayan, tüm psişik olayları içeren bir bütünün parçasıdır.
- Bilinçdışını Bir Arada Tutan Merkez: Arketip ve Kolektif Bilinçdışı
- Bilinçdışının “kaotik bir birikim” olamayacağı varsayımı , kolektif bilinçdışı kavramına ve onun içeriği olan arketip fikrine götürür.
- Arkeologlar, arketiplerin (ilksel formlar) daima ve her yerde mevcut göründüğünü belirtir. Bunlar, kişisel deneyimden kaynaklanmaz, kalıtım yoluyla var olurlar. Arketipin kendisi, içeriği belirlenmemiş boş ve biçimsel olup, potansiyel olarak temsiliyet imkanı veren bir facultas praeformandi‘dir.
- Bilinçdışının bu yapısı, bireyin kaderini büyük ölçüde bilinçdışı faktörlere bağımlı kılan bir gerçektir. Bu durum, bilinçdışının tamamen kaotik değil, aksine “geleceği potansiyel olarak öngören” bir yapıya sahip olduğunu ima eder.
- Kişileşme (Parçalı Kişilikler):
- Bilinçdışının merkezinin ego gibi merkezi bir yönetim ilkesine sahip olup olmadığı bilinmemekle birlikte, önemli ayrışma türlerinin neredeyse tamamında, bilinçdışının tezahürleri çarpıcı bir şekilde kişisel bir form alır.
- Bu parçalı kişilikler, yani kompleksler, bütünün parçalanmış parçaları gibi görünürler ve bir bilinçdışı kişisel merkezin tam tersidirler.
- Bilinçdışının daha az parçalı ve daha bütünsel kişiliklere dair kanıtlar arasında, her erkekte gizli bir anima (dişil kişilik) ve her kadında animus (eril kişilik) bulunduğu tezi yer alır .
- Ayrıca “gölge” (shadow) figürü de vardır; bu, bireyin reddettiği her şeyi (aşağılık özellikler, uyumsuz eğilimler) kişileştirir . Bu figürler, bilinçdışının kendiliğinden kişileştirdiği içeriklerdir .
- Bu kişilikler, bilinçdışının derinliklerinde, yani kolektif bilinçdışının filogenetik substratında yaşar ve işlev görürler. Bu, atalarımızın zihni ve onların yaşamı deneyimleme biçimidir.


