Türkiye Solunun Hapishane Tarihi (2. Kitap) – Şaban Öztürk

Şaban Öztürk Türkiye Solunun Hapishane Tarihi adlı çalışmasının ikinci kitabında, hapishaneler ve hapishanelerde yaşananlarla sınırlı kalmayıp 1946’dan başlayarak 1974’de kadar genel Türkiye tarihini, özellikle 21 Mayıs 1963 darbe girişimi, 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1972 müdahalesi gibi önemli olaylarıyla ve bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

Her tarihsel anın analizi, üretim tarzı, toplumsal hayatın değişimleri ve toplumsal çatışmalar esas alınarak yapılır. Bu çatışmaların sonucu olan hapishane ve mahpusluk olgusu da nasılı, nedeni ve tarihsel bağlantılarıyla ancak bu temel üzerinde açıklanabilir.

Çeşitli yazılı kaynaklardan alınan bilgilere dayanılarak hazırlanan bu kitabın, özellikle yakın tarihimize ilgi duyan okurlara yararlı olacağına inanıyoruz.

Bu çalışmanın üçüncü kitabının konusu ise, Türkiye siyasi tarihinin 1974-1984 arasındaki dönemini kapsayacaktır. (Tanıtım Bülteninden)

Türkiye Solunun Hapishane Tarihi?ne Dair – Çağlar Mirik
İki yüzyılı aşan tarihiyle hapishaneler, kuruldukları günden bu yana dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de önemli gündem maddelerinden biri oldu. Bu iki yüzyıllık süreçte gün geçtikçe yeni hapishane modelleri ve uygulama yöntemleri de ortaya çıktı. Buna bağlı olarak hapishanelerdeki uygulamalar protesto edildi. Hapishanelerde ve dışarıda ölümlerle sonuçlanan direnişler yaşandı. Tutukluların ve yakınlarının bu direnişleri çoğu kez ses getirip dikkatleri üzerinde toplamış ve sorunun çözümünde belirleyici olmuştur. Hapishanelerde yaşanan sorunlar bugün de güncelliğini sürdürüyor. İşte bu güncellik, Şaban Öztürk?ün Türkiye Solunun Hapishane Tarihi adlı kitap çalışmasını yapmasına etken olmuştur. Ülkemizin bugün içinden geçtiği günlere bakılırsa (gazetecilerin, yazarların, yayıncıların, öğrencilerin ve daha pek çok kesimin hapishanelere konulduğu bir dönemde) böylesi bir çalışmanın önemi daha net anlaşılacaktır. Yazar bu konuda şunları söylüyor: ?Son yıllarda hapishanelerin, siyasi mahpuslar ekseninde gündemde olması ve onların buralarda yaşadıkları, bizi geçmişte ülkemiz hapishanelerinde neler yaşandı sorusuna cevap aramaya itti. Bu arayış esnasında genel olarak siyasi mahpusların hapishane hayatlarına değinirken esas merkeze solu koyduk. Bunun da nedeni, yakın tarihimizde şu yada bu ekolün hayatında hapishane belirli dönemlerde yer alırken, solun hayatında her dönem yer almış olmasıdır.?
?Hapishane kurumu, insanlığa kapitalizmin armağanıdır. Burjuva devriminden sonra, ?bedene eza? yerine, ?kapatılma? yani ?hapsetme? bir ceza biçimi olarak girmiştir insan yaşamına. Özünde ?ıslah etme? düşüncesi vardır. Ancak bu ıslah fikrinin ne anlama geldiği ortada.? Şaban Öztürk, Türkiye Solunun Hapishane Tarihi adlı kitabının birincisine bu cümlelerle başlamıştı. Hapishanelerin, genel toplumsal sorunların bir parçası olduğunu belirten yazar, bunu bütünden koparıp insanlığın diğer sorunlarından ayrı düşünemeyeceğimizin altını çiziyor. Birinci kitap, modern anlamda hapishanenin doğuşunu, Batı hukukunun Türkiye?ye girişinden kısmen Cumhuriyet öncesi dönemi de kapsayıp 1960?a kadar Türkiye?de yaşananları ele almıştı. Anlatılanlar ittihatçıların, sosyalistlerin, sağcıların hapishanelerde hangi koşullarda yaşadıklarının hikayesiydi. En çok da sosyalistlerin; çünkü onlar hapishanelerin her dönem devamlı konuğu olmuşlardır.
Yazar, ikinci kitapta ise 1960?dan başlayıp 12 Mart 1971 darbesini ve 1974?e kadar olan dönemi detaylarıyla anlatıyor. İkinci kitap da birinci kitaptaki perspektif ile yazılmış. Yani ?meseleyi parçalamadan, genel tarih ve sosyalist hareketin tarihi içinde bütünlüklü bir anlayışla? ele alıyor. Şaban Öztürk, Türkiye Solunun Hapishane Tarihi?nin ikinci kitabının önsözünde şöyle diyor: ?Her tarihsel anın analizi, üretim tarzının ve toplumsal hayatın değişimleri göz önünde bulundurularak yapılır. Toplumsal çatışmalar da tüm bu saydıklarımızın temelinde yükselir. Hapishane ve mahpusluk da bu çatışmaların sonucundan başka bir şey değildir. Sonuçta, ele aldığımız konunun hangi evrelerden geçerek nasıl bir gelişme gösterdiğini, yukarıda açıklamaya çalıştığımız metoda uygun olarak anlatmaya özen gösterdik.? Kitabı okuyanlar görecektir ki, yazar, söylediklerinin hakkını vermiş.
İkinci kitap için, bir yanıyla darbeler dönemini ele alıyor, denilebilir. 27 Mayıs 1960, 21 Mayıs 1963 ve 12 Mart 1971 darbeleri. Diyalektik bir bakış açısıyla yukarıdaki metoda sadık kalınarak yazılan kitap, aslında Türkiye?nin siyasi geçmişine de ışık tutuyor. Okuru, yaşanan bu süreçler hakkında layıkıyla bilgilendiriyor. 27 Mayıs 1960 darbesini anlatırken 1946?ya gidiyor ve süreci daha anlaşılır kılmak için Demokrat Parti?nin (DP) kuruluşunu, muhalefet ve iktidar yıllarını, iktisadi değişimleri, ABD ile yapılan anlaşmaları, sonrasında DP?nin yaşadığı zor yılları birçok kaynaktan faydalanarak aktarıyor. (Bu geriye dönüşlerin hiçbirinde birinci kitapta anlatılanların tekrarına düşülmemiş. Aynı konulara değinen yerlerde, yazar parantez açarak o konunun birinci kitapta detaylı olarak işlendiğini belirtmiş.)

Türkiye Solunun Hapishane Tarihi?nin bu ikinci kitabına daha yakından bakalım. Kitapta, ABD ile yapılan ikili anlaşmaların Türkiye için etkilerine dair şunlar belirtiliyor: ?Türkiye?nin içine sokulduğu yeni dönemin önemli bir özelliği de ABD ile yapılan ikili anlaşmalardır. Bu anlaşmalar Türkiye?nin yeniden yapılandırılmasının rotasını çizmiştir. İktisadi anlaşmalarla tarımdan ticarete, sanayi yatırımlarına kadar neler yapılacağı belirlenmiştir. Diğer anlaşmalarla kültürel şekillenme ve eğitim belirlenmiştir. Böylece günlük hayata da müdahale edilmiş olunuyordu. Siyasi ve askeri anlaşmalarla Türkiye, emperyalizme yeni sömürgecilik ilişkileriyle tamamen bağlanmış oluyordu. Bu bağımlılık ilişkileri, Demokrat Parti iktidarı ile başlamış değildi. CHP döneminde ilk ikili anlaşmalar yapılmıştı.? (Sayfa 32) Yapılan bu anlaşmalar halktan gizli tutulurken, emperyalizme bağlılık için hiçbir şeyden geri durulmaz. Yukarıda sözü edilen değişimi gerçekleştirecek kadroların yetiştirilmesi için ?Eğitim Komisyonları? kurulur ve pek çok kişi eğitilmek üzere Amerika?ya gönderilir. Bu gruplar döndükten sonra Türkiye?de Amerikalıların işbirlikçileri de daha çok örgütlenir. ?13 Şubat 1952?de Türkiye?nin NATO?ya kabul edilmesi ve 23 Haziran 1954 tarihinde ABD ile imzalanan ?Askeri Kolaylıklar Anlaşması?ndan sonra, Türkiye?de pek çok askeri üs kurulur. Bu üslerin bulunduğu Türkiye topraklarının kontrolü yabancı askerlerdedir.? (Sayfa 35)
Türkiye, Demokrat Parti iktidarı eliyle adım adım emperyalizmin hizmetine ve güdümüne girerken henüz toplumsal tepkiler ortaya çıkmıyordu. Çünkü DP?nin seçim öncesi propagandasında şu iki temel öğe vardır: 1) Tek parti baskıcı yönetimine karşı daha demokratik yönetim. 2) Devletin ağırlıkta olduğu bir ekonomik model yerine ?serbest rekabetçi liberal ekonomi?. Bu güçlü propagandayla iktidara gelen DP, kendisine muhalif olan güçleri hapishaneye atmaya başlıyordu. 1954 ? 1958 yılları arasında basın suçundan 238 gazeteci tutuklanmıştı. Memlekete yeni ve çok sayıda hapishane de yapan DP iktidarı, birgün kendilerinin de oralara düşecekleri henüz akıllarının ucundan geçmiyordu. Yapılan ikili anlaşmaların sonuçları hissedilmeye başlandıkça iktidara yönelik tepkiler de artıyordu. Cılız da olsa işçiler arasında bir kıpırdanma olmuş ve bunlar bildiğimiz kadim yöntemlerle bastırılmıştır. Öğrenci gençlik de protesto eylemlerine başlamıştı. Bunların en büyüğü 28 Nisan 1960 günü İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampusunda yapılmıştır. Bu eylemde polis kurşunuyla vurulan Turan Emeksiz ölmüştür.
Tırmanan bu gerilim ve artan olaylar karşısında sert tedbirler alan DP iktidarı olup bitenler karşısında sağlıklı bir çözüm üretemez. Adım adım 27 Mayıs darbesine doğru gidilir. Artık hapishaneleri yaptıranlar için hapishanede yatma dönemi gelip çatmıştı. Ve onlar iyi şartlarda tutuklu kalıyor olmalarına rağmen hapishane yaşamının zorluklarına alışamamışlardır. Orada gördükleri yoksul tutuklular, ülkeyi yönetmiş olan bu DP?lileri şaşırtır. Ailelerinin yanı sıra Hacı Ömer Sabancı, Süleyman Demirel, Ferit Eczacıbaşı da DP’lileri hapishanelerde ziyarete gidenlerdendi. Hacı Ömer Sabancı para yardımında bulunuyordu.
Daha sonraları ordu içinde yeni bir hareketlenmeyle 21 Mayıs 1963 darbesi gündeme geliyordu. Şaban Öztürk bu hareket için şu tespitlerde bulunuyor: ?Yurtsever, halkçı, bağımsızlık düşüncesine bağlı küçük burjuva radikalizminin özelliklerine büyük ölçüde sahip bir hareket. O yüzden emekçi sınıflara dayanmayan ve onları fiili olarak harekete katmayı düşünmeyen bir tavra da sahip. Merkezi yapısı sağlam, dikey bir örgütlenmeleri de yoktu. İktidarı ele geçirme niyetlerine rağmen iktidara muktedir iradeden yoksundular. Sistem karşısında netleşmiş bir programa da sahip değillerdi. Reaksiyon hareketinin kendiliğindenciliği göze çarpan bir başka özellikleridir. Bu nitelikte bir hareketin başarı şansı olmadığı gibi o an yenilse bile gelecekte sürdürülebilir bir iz bırakma şansı da yoktur. Ancak hareketin içinde ödün vermez tavrıyla iz bırakan kişiler olabilirdi, olmuştur da. Tıpkı Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan gibi.?
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasası ülkede görece bir rahatlama sağlar. Bu dönemde ülkemiz siyasi yaşamında hızlı gelişmeler yaşanmıştır. Adalet Partisi gitmiş ancak yerine, onun yolundan giden Demokrat Parti tarih sahnesine çıkmıştır. Yine aynı dönemlerde Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştur. Gençlik örgütlenmeleri de hız kazanmış ve yeni dalgalanmalar yaşanmıştır. Örneğin ABD ilk kez bu dönemde Kıbrıs konusundaki tutumundan dolayı gençlik tarafından protesto edilmiştir (27-28 Ağustos 1964).
1965 sonrasında ise daha derin çalkantılar yaşanmaya başlanmıştır. Süleyman Demirel başkanlığındaki Demokrat Parti seçimleri kazanmış ve hükümet kurmuştur. Bu dönemde işçi sınıfı arasında da kıpırdanmalar çoğalmıştır. 1965 yılı itibariyle işçi direnişlerinde ve greve çıkan işçi sayısında artış yaşanmıştır. Yeni nesil sosyalistler yetişmiş ve hapishaneler onlarla doldurulmuştur. DİSK kurulmuştur. Öğrenci gençlik daha çok hareketlenmiş ve örgütsel arayışlar artmıştır. Böylelikle TİP?te kendini ifade eden gençlik yine bu dönemde TİP?ten ayrışmaların da sinyalini vermiştir. Toplumsal muhalefet şiddetle bastırılmıştır. Kitapta bu süreç hem dönemin sosyalistlerinin anılarından hem de hükümet yetkililerinin ve askerlerin anılarından karşılaştırmalı olarak aktarılıyor. Brezilya ve Endonezya?da yaşanan darbeler benzer süreçleri ve sonuçları barındırıyordu. Türkiye için de benzer bir kapsam ve içeriği olan bu darbelerin özelliklerini kitaptan aktaralım: ?Emperyalizmin denetimindeki darbelerden sonra yapılan işleri üç ana başlıkta toplayabiliriz:
1) Yönetime el koyup devlet içindeki (en başta ordu içindeki) bağımsızlık düşüncesine bağlı, halkçı, vatansever unsurları tasfiye etmek.
2) Ekonomiye el koyup planlı ulusal ekonomi çizgisini değiştirmek, ulusal kaynakları emperyalist tekellerin eline vermek, buna uygun üstyapı oluşturmak.
3) Halk için demokrasiye izin vermemek ve kurtuluş hareketlerini ezmek.? (Sayfa 181)

Dünyada yaşananların etkisinde Türkiye?nin de kendine özgü gelişmeleri ile yeni bir dalgalanma yaşanıyordu. 1968 yılına gelinmişti. 1968 öğrenci eylemleri, Kanlı Pazar, Batı?da 1968, Türkiye?de gençlik hareketindeki değişimler ve yeni yönelimler, ?Vietnam Kasabı? olarak bilinen Robert Commer?i protesto eylemleri ve makam aracının yakılması, 1960?ların sonunda işçi eylemleri, solun hapishane durumu gibi bu dönemde yaşananlar kitapta ayrıntısıyla işleniyor. Ayrıca 1968 yılı birçok gençlik liderinin hapishane ile tanıştığı yıl olmuştur.
12 Mart Muhtırası öncesi dönemde yaşanan bu gelişmelerin en belirgin özelliği kitapta şöyle aktarılıyor: ?Dünya emperyalist sisteminin bir halkası durumuna gelen Türkiye?de artık insanların günlük hayatları da eskisi gibi değildi. Ulusal ve insani değerler yoz kozmopolit emperyalist değerlerle yer değiştiriyordu. Türkiye 1970?li yıllar boyunca değersizleştirme batağına doğru itilmiş, tüm karşı koymalara karşın ?değersizleştirilme? önlenememiştir. Elbette sadece Türkiye?de değil dünyanın her yerinde, insanlara aynı durum yaşatılmıştır.? (Sayfa 228)
Dönemin en önemli gelişmelerinden biri de 15 -16 Haziran 1970 İşçi Eylemleri?dir. 1970 yılı boyunca yapılan 121 greve toplam 25.963 işçi katılmıştı. Bu grevlerin çoğunda DİSK etkin bir rol oynamıştı. Emperyalist-kapitalist düzenin Türkiye?deki işleyişini tehdit eden bu gelişmeler karşısında DİSK?in kapatılması, ?çanına ot tıkanması? bir çözüm olarak düşünülmüştür. Bu gelişmeler karşısında yasal yolları kullanan DİSK de kendi tedbirini almaya çalışır. Anayasal direniş komiteleri oluşturulur. 15 Haziran sabahı işçiler bu komiteler öncülüğünde işbaşı yapmayıp İstanbul?da birçok merkezi noktaya yürümeye başlarlar. Bu yürüyüşlere yol boyunca kurulu olan fabrikalardan TÜRK-İŞ üyesi işçiler de katılmaktadır. Bu işçi yürüyüşlerini ?ihtilal provası? olarak değerlendiren hükümet derhal tedbir alınmasını ister. 16 Haziran sabahı ise İstanbul?da şiddetle bastırılır yürüyüş. Kadıköy?de polis müdahalesi sonucu pek çok insan yaralanırken, 3 işçi, bir esnaf, bir de polis ölmüştür. Kitap, bu süreci dönemin tanıklarına ve Dev-Genç?lilerin tuttuğu günlüklere dayanarak aktarıyor. (Ayrıntılar için bakınız, sayfa 230 ? 240.)
Artık yeni bir döneme girilmiş ve bir dönem sol içinde hemen herkesi kapsayarak örgütlenen TİP yeni dönemi karşılayamaz olmuştur. Hızlı gelişen bu döneme uygun yeni örgütlenmeler gündeme gelmiştir. TİP?te yaşanan ayrışmalar sonucu oluşan Milli Demokratik Devrim (MDD), Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Proleter Devrimci Aydınlık (PDA), Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF) bu dönemin gençlik örgütlenmelerinden bazılarıdır ve birbiriyle bağlantılı olarak doğmuştur. Gerek önemi ve gerekse kapsayıcılığı bakımından belki de TDGF?ye yakından bakmak gerekir. Kısaltılmış adıyla yaygın olarak bilinen bu örgüt DEV-GENÇ?ti. Bu örgüt için kitaptan kısa bir alıntı: ?Dev-Genç, yaşanan sürecin tarihsel koşullarına bağlı olarak mücadele içinde oluşmuştu. Herhangi bir tasarım sonucu yaratılıp kimseye empoze edilmiş değildi. Toplumsal mücadelede öne çıkmış ve aynı zamanda sosyalist hareketin o güne kadarki sürecinde birikmiş tortuları, çürümüşlükleri aşan, esas amaçları berraklaştıran bir harekete dönüşmüştü.? (Sayfa 264)
Yine aynı dönemde yeni gençlik liderleri de tanınmaya başlanmıştı. Mahir Çayan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş önde gelen isimlerdendi. Yaşanan yeni gelişmeler karşısında yeni bir gençlik kuşağı mücadeleyi göğüslemekteydi. TİP?in etkisini kıran MDD, gençlik içinde etkili olmaya başlamıştı ancak orada da çatlamalar yaşanmış ve yeni örgütlenmelere gidilmişti. Dev-Genç bunlardan biriydi. Sonrasında ise yukarıda adı geçen gençlik liderlerinin öncülüğünde Türkiye solunda yeni tipte örgütlenmeler yaşanmıştı. Yeni kurulan bu örgütler THKO ve THKP-C idi. Kitap, bu örgütlerin faaliyetlerine ve örgütlenmelerine gereken hassasiyet ve önemle, kuruluş sürecine ve eylemlerine ayrıntıları ile yer veriyor.
Dev-Genç?in muhtıra sonrasında yayınladığı bildiri, 1. Nihat Erim Hükümeti, solda yeni çıkışlar, sola yönelik yoğunlaşan operasyonlar, Mamak askeri hapishanesi, İstanbul hapishaneleri, Maltepe askeri hapishanesi, Yıldırım Bölge hapishanesi, Mahir Çayan?ın Maltepe askeri hapishanesine nakli ve firar çalışmaları, idamların onaylanması, idamlar sonrası hapishanelerde yaşananlar, kitapta 12 Mart sonrası dönemin anlatıldığı ara başlıklardan bazıları.
12 Mart 1971 darbesiyle beraber hapishanelerde yaşananlar detaylarıyla anlatılıyor. Hapishanelerden firarlar, direnişler, yaşam koşulları, dışarıdan gelen ziyaretçiler, sağlık problemleri, içeride işlerin birlikte yürütülmesi, temizlik, yemek gibi temel konularda dönemin tanıklarının anlatımıyla yaşananları aktarıyor. Bu dönemde hapishanelerde de yeni uygulamalar söz konusuydu. Kontrgerilla devredeydi ve işkence merkezleri kurulmuştu. Kitapta ?yeni bir örgüt, yeni bir lider? başlığıyla İbrahim Kaypakkaya ve örgütü anlatılıyor.
Kitap, 1974 sonrası başlayan yeni dönemi ayrı bir çalışmanın konusu olarak belirledikten sonra bitiyor. Yazar, Türkiye Solunun Hapishane Tarihi adlı bu kitabında (hem birinci hem ikinci kitap) oldukça zengin kaynaklardan faydalanıyor. Bu kaynakları da daha iyi bir denetim için okura eksiksiz olarak özellikle sunuyor. Ülkemizde hapishaneler üzerine böylesi bir çalışma daha önce yayınlanmamıştı. Şaban Öztürk, bu boşluğu dolduran çalışmasıyla okurlara geniş perspektifli ve Türkiye?de konu ile ilgili bir başucu kitabı yazmış diyebiliriz. Yazımızı Şaban Öztürk?ün şu sözleri ile sonlandıralım: ?Suç ve suçlu üreten sosyal hayatın çözümsüzlükleri karşısında infaz sistemleri nasıl ki çaresiz kalmışsa, bu çaresizliğin büyük sorunlara yol açtığı yer hapishaneler olmuştur. O yüzden hapishaneler insanlığın gündeminden düşmeyen yerler olmuşlardır. ? Bir insanı sisteme uygun söylendiği gibi ıslah da etseniz, yok da etseniz, dışarıdaki sosyal yaşantı biçimi, eksilttiğiniz ?suçlu? insanın yerine daha çoğunu üretip gönderdikçe bu sorun bitmeyecektir. Uygulamadaki ve mimarideki değişim çalışmaları da bitmez tükenmez çalışmalar olarak sürecektir. Üstelik ıslah amaçlarından uzaklaşmış sermaye için bu da bir sektör halini almışsa, sorun daha da vahim hale gelmiştir.? (Türkiye Solunun Hapishane Tarihi ?ikinci kitap? Sayfa 10)

Çağlar Mirik
(Not: Bu yazı Mesele Dergisi’nin Nisan 2012 sayısında yayımlandı.)

Kitabın Künyesi
Türkiye Solunun Hapishane Tarihi 2. Kitap
Şaban Öztürk
Yar Yayınları / İnceleme – Araştırma Dizisi
Kapak Tasarımı : Mahir Ulaş Yeşil
İstanbul, 2010, 1. Basım
462 s.

Türkiye Solunun Hapishane Tarihi 1. Kitap
Şaban Öztürk
Yar Yayınları / İnceleme – Araştırma Dizisi
İstanbul 2004
324 sayfa