AFORİZMALAR ve FELSEFİ NOTLAR 1 – Nejdet Evren

  1. Sonsuz büyüklükteki evrende kum tanesi kadar dahi olamayan insan el-ayak-dil diyalektiğini geliştirerek zeki bir canlı türü olmuş ve kültürel birikim edinmiştir. Bunu yaparken devasa yapıtlar yaparak yücelmeye/yükselmeye çalışmış ve evrende kum tanesi dahi olmayan Dünya gezegeninin efendisi olduğuna inanmıştır. Uygarlaşma dediği devasa yapılar/olgulara bakarak kendi ile guru duymuştur; tüm bunları gerçekleştirirken sevgi, dayanışma, bağlılık, paylaşım gibi duyguların/edimlerin hemen dip-köklerinde şiddet, ihanet, tüketim, kin, nefret, ihtiras, entrika, kurnazlık, iki-yüzlülük, sahtekarlık, dolandırıcılık, yalan, savaş, talan, soykırım gibi duygu ve edimleri geliştirmiştir. İnsanın bu ikinci yüzü birincisine daima galip gelmiş insan gölgesinde büyürken özünde küçülmüştür. Zira aynı dünyayı paylaşan diğer hiçbir canlıda ikinci yüzün gelişmediği rahatlıkla görülebilmektedir; bazı hayvan türlerinde intikam duygusunun olduğu dillendirilse de bunun kökeninde de yine insan yatmaktadır; İnsan ikinci yüzünü yenemez ise Dünyayı tüm canlılar için cehenneme çevirmeye aday tek canlı türü olarak övünmekte haklı olacaktır.
  1. Bir aidiyet var işin içinde bir de sürekli üstünlük iddiası…Tarihsel geçmiş yaşanmışlıklar değiştirilemez ve ancak tarih bugünden geriye doğru bir yazma sanatı ise çarpıtmak mümkündür. Kahramanlık edebiyatı ile toplumlar ilahlara tapınmayı bırakmadıkları sürece kısır döngü ve sonuçsuz tartışmalar da asla bitmez; 19 yy bilimsel felsefenin doğuşuna tanıklık yapmış ve 20 yy. da ise Dünya gezegeni eşitlik ve özgürlük adına bir çok devrimlere tanık olmuştur. Hiç bir kültür bir gecede yok edilemez ve insan yarattığı kültürünün bir parçası olmaktan da kurtulamaz. Bu nedenle tarihi, geçmişi doğru okumalı, ders çıkarmalı ve geleceği kurabilmeli insan…
    ../.

Adalet hesap gününden önce kesilmelidir, hesap gününün adaleti kayırmacılıktır…Zira adalet gün ve geçmişte değil gelecektedir…
../.

Hiç söylenmemiş olan bir söz söylenmiş olsa bunu kim anlayabilir?…Devrim söylenmemiş bir eylemdir; bu nedenle anlaşılmaz, sadece yaşanır…Devrimlere…
../.

Hesap soramayan hiç bir zihniyet ne devrimci, ne ilerici ne de samimi değildir;sosyal denilen demokrasi güncel değil…Öyle ise ya tam demokrasi ya da…
../.

Nereden çekildiğin değil, nereye çekildiğin önemlidir; zira, tüm tercihler ileriye yönelik yapılmalıdır…
../.

Ben sen değilim, sen de ben değilsin; sen beni sen olarak görürsen, ben de seni ben olarak görürüm, bu çıkmaz bir sokak…ben sen değilsem, sen de ben değilsin; örtüşmeye gerek yok…tek kıyafet giyinmek yerine çok renkli olmak elzemdir….
../.

Düşünmeden, tartışmadan bir yargıya varmak peşin bir yargıyı ifade eder ki bu da yargı değil, olsa ola bir infazdır…

  1. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir; ya daha fazla ya da daha azdır; onun yarattığı algı içsel nedenlerden dolayı farklı görünmesine neden olur; bu durum, ona ait bir özellik olsa da onu var-olduğu biçimden öteye taşımaz sadece algının yanıltmasına bağlı olarak kişide bir değerlendirme hatasına neden olur. Şeyin göründüğü gibi olmaması onu gizemli bir şey-e dönüştürmez; zira, temelde gizem denilen bir gerçeklik yoktur; bir görüngünün öyle ya da böyle gizlenmiş olması/saklı kalması/açığa çıkmaması onu gizemli yapmaz sadece görünür olmaktan çıkarır. Saklı olanın her zaman açıkta kalan bir yanı bulunur -zira, sonsuza değin gizlenenin bir anlamı olamaz – ve bu yanı dikkatle izlenir, gözlemlenir ve değerlendirilir ise karanlıkta kalan yanı açığa çıkar; bunun için düz mantık bile yeterlidir. Her gizlenen şey bir şekilde açığa çıkmak ister/bu istek içseldir ve fakat bir dış uyaranın olmasını yeğler; böylece, kendinden değil diğeri sayesinde açığa çıktığını göstermiş olacaktır. Aslında gizli olanın bu yönelimi içsel bir çelişki taşıdığından sürekli çatlak verecek ve sızacaktır. Bu sızmaya engel olamaz; zira, karanlık sadece kendine aittir.
  2. Benzer hatalar ile geçmişi yeniden onarmak mümkün olmadığından, geçmişi onarmak yerine benzer hatalardan vazgeçmek gerekir; değilse bataklıkta devinmek gibi dibe çökmek kaçınılmazdır….Önce içten olmak, inanılan her ne değer olursa olsun onun adına mücadele etmek gerekir…Somut, açık, net ve korkmadan….Bunun için bazı nimetlerden mahrum olmaksa eğer, bahşedene lanet okumalı…Bahşeden kendisi ise yerin dibine girmeli, günyüzü görmeksizin…Tüm lütuflar geri çevrilmeli ki özgür insan doğabilsin…İnsanı köle yapan insan er ya da geç bu zincirin bir halkası olarak köle olmaya mahkumdur, zira özgürlük son zincirin kırılması ile eşdeğerdir…Geçmiş yaralar , yıpranmışlıklar, parçalanmalar ve savaşlar, kavgalar barışa öncü değildir;barış bir seraptır, güzel bir serap lakin vahşi insanın erdemi olamaz, kirli bir geçmiş geleceğe beyaz çarşaf geremez, öyle ise, taşlar yeniden karılmalı; hem de geçmişe öykünmeden, cesaret ister , entelektüel olmalı…
  3. Sözlü ve yazılı tüm anlatılar, tüm öyküler, eserler dil üzerinden kurgulanır ve varlık kazanırlar. Dil bir kültürün temel taşıdır; dil olmadan hiçbir kültür varlık kazanamaz, yaşayamaz. Acılar, sevinçler, özlem ve beklentilere dair tüm duygular/hisler, tüm düşünceler büyük çoğunlukla dil üzerinden aktarılabilir; her ne kadar beden dili kullanılabilir olsa da onun tek başına kültürü yaratmada etkisi sözlü ve yazıldı dilin etkisinden çok küçük olabilir. İnsanın düşündüğü dilin kültürüne ait olduğu tespiti boşuna değildir. Bu nedenledir ki “kültür emperyalizmi” dil’i bir araç olarak kullanmayı yeğlemiştir.
  4. Hakikati aramak insanın metafizik eğiliminden başka bir şey değildir; zira, hakikat denilen bir şey yok -bu güne değin ne gören ne de bilen olmuş- sadece hakikat adı altında bir avuntu ve bir de yalan var; yanı sıra ne hakikat ne de yalan ideaları olmasaydı yaşamak belki daha anlamsız kalırdı; bir çok insanın hakikat peşinde bir çoğunun da yalan avuntusu ile koşuşturmalarına rağmen ipi göğüsleyen olmamıştır. Demek ki insan yaşamında hakikat diye bir şey yok ve birey kendimi gerçekleştirirken yalana sığınıyor; böylece yaşam da bir yalandan ibaret kalıyor; oysa devinim, hareket hakikat ve yalanı aşıyor; devinmeyen her yaşam saçma ve anlamsız kalıyor….
  5. İnsanları kandırmak için büyük çabalar harcamak gerekmez; zira her insanın – ki çoğunlukla – kandırılmak için kendince bir haklı nedeni her zaman vardır, bir de algı yaratıldı mı “yalan”ın toplumsal bir güce dönüşmesi ile insan sadece kanmakla kalmaz hakikat/gerçek olmayan “yalan” la gerçek olduğu düşüncesiyle yaşamaya başlar; insanın yalan çukurundan çıkması için ancak dogmatik kalıpları yıkması ile mümkündür, bunun için de her olguya sorgulayıcı yaklaşma yöntemini benimsemesi gerekir…Hangi türden olursa olsun tek bir soru yeter.
  6. İnsan neden yaşamak ister? Bunun makul bir sebebi var mıdır? Böyle bir sebep varsa bunu kişi kendisi mi belirler yoksa dayatılmış bir nedene mi dayanır? Yaşama isteğinin/yöneliminin varoluşsal bir nedenle sınırlandırılması mantıklı ve yeterli bir olgu olmasa gerek; zira, insan geldiği aşama itibariyle güdülerinin esiri olmaktan çıkmayı başarmıştır; güdüler asla denetlenemez değildirler. Öyle olunca, yaşama dair arzunu/istencin nedensiz olması da mümkün görülmektedir. İnsanın yaşama dair eğiliminin hem kendince bir nedeni olabileceği gibi nedensiz de olabileceği açıktır. Lakin, her iki durumda da bir neden/sizlik var demektir. Utanmadan, sıkılmadan, yalana sığınmadan, kendine karşı dürüstçe yaşama arzusunun ölüm korkusundan kaynaklandığı söylenebilir. İnsan, bir amaca yönelttiği ölüm biçimini de tercih edebilir, bir amaca vakfedilmiş yaşamlar gibi…Ruhunu bedeninden üstün tutup onu/ruhunu atomlardan ayrıştırarak ölümsüzleştirirken yaşama dair dayanılmaz tutkusunun ölümle yok olacak varlığının inkarı temelinde kabul eder ve kendini değil ruhunu serbest bırakır; oysa ki, o ruh denilen şey bedenin ta kendisidir, nakşedilmeyen etaminin kasnakta gergin hali ne ise, nakşedilmeyen kişilikten yoksun ruhun da ondan farkı yoktur. İnsan bir kimliktir ve o kimlik yok olduğunda yaşam son bulmuş demektir; hem de diri, diri…Lakin o kimlik tüm yaratılarıyla, eylemlilikleri ile yeni kimliklerin ilgisine mazhar olabilir; bunun için yapılan yürüyüşün cesurca olması gerekir!
  7. İnsan ayakları üzerinde durmaya başladığı günden buyana varlığını sorgulamıştır; kim olduğunu, ne olduğunu ve de ne olması gerektiğini…Ereksel/amaçsal bir takım sebepler bulmuş ve bunların gölgesinde yaşamaya katlanmıştır; hem kanmış hem de kandırmıştır….İnsan sonludur ve yeni bir yaşam formu olmayacak, buna rağmen gün gün değildir ve günü gün etmek değildir, yaşamın özünde yekdiğeri için varolmak olduğuna dair bilinç onun ancak yekdiğeri ile varolabileceğine dair bir kavrayıştır; o ve öteki olmadan ben hiçbirşeydir…
  8. Hiçbir yasa ihlal edilemez değildir; yasalar normatif düzenlemelerdir ve lakin kütle çekim yasası gibi fizik yasaları dile o şekilde geldiğinden yasa olarak adlandırılmışlardır; aslında onlar bir yasa değildir.

../.
Ütopyalar gökten zembille düşmiyorlar, ne tümden ütopyalara evet ne de tümden ret demek doğru olmaz; tüm ütopyalar maddi gerçeklikten demlenirler ve fakat bir çoğu gerçekleşemez. Zizek’in “imkansızı istemek” olarak kastettiği şey birazda buna dairdir. Ütopyaların etkisi yerine göre realite kadar güçlü olabilir.

../.
Temellerini Fransız İhtilali’nden alan üçlemelerden biri olan “kardeşlik” şeklindeki ütopya, Nazım’ın şiir sanatında kullandığı ormanda resmedilmiş ve fakat hala realitede karşılık bulmamıştır; buna rağmen söylemdeki etki hala canlılığını ilk gün gibi korumtadır; zaten sanatın hedefi de bu değil midir?

  1. Kıyas realiteden uzak bir yöntemdir, zira hiç bir şey yek diğerine ne benzer ne de örtüşür….
    …/.
    Görmek için klavuz gerekmez; herşey orta yerde..
    ../..
    Nazım demişti ki #yaşamak tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşcesine# …ne özgürlüğü ne de kardeşliği bilemeyecek bir topluma seslenmiş olması, onun dehasını gösterir…
    ../.
    Arif’in dediği gibi #hasretinden prangalar …# eskittiğimiz şey nerede?
    …/.
    Tüm haksızlıkları unutan, güncel yaşam kavgasına sığınan, öteki deyip kaçan, ne sen ne ben ne de o, vicdandan söz edecek olursak herşeyden sorumluyuz demektir….
    ./.
    Yolayrımı….
  2. Emekle kazıp harmanladığın toprak bir tohumda filizlendiğinde yüreğin göğsünden fırlayacak gibi olur; peşi sıra yeri-göğü kucaklaştıran sicim gibi yağan yağmur dökülür üstüne; sonrasında gün açar yüzünü, sıcak ve aydınlıktır, yeşeren filiz döner yüzüne güne; gül-gülistan büyümektedir lakin çıyan pusuda bekler, soğuk ve kimliksizdir, sabrına diyecek yok ve gün gelir akıtır tüm zehrini toprağa; gün artık geceye dönmüştür, zemheri bastırır, aç çakalların ulumaları sarsar geceyi, kara-deliğin çeperinden usulca sızar zaman ve çıkılmaz içinden; zaman ve mekan yok olmuştur.
  3. Aşk fırtınalar ortasındaki korunaksız bir limandır; gel-gitler ile sürekli sallanır durur, er ya da geç fırtınalara dayanamayıp yıkılır; ki, bu nedenle tüm aşklar geriye fırtına denizi bırakır; yaşamaya değer mi, hiç kuşkusuz lakin samandan alevdir, oysa ki gerçek aşk ulaşılamayan, ütopik olandır ve her daim ayakta kalır ancak yaşanmaz; öyle ise, bir gerçek var ya hüsran ya da düş sokağı…Seçebilirsen!…
  4. -görünen ile bilmek ayrışır; bilmek, görünenden aşkındır.
    ../.
    -bilinç, insan türünün ayırt edici bir özelliğidir; vicdan ve utancı ondan ayırmak, insanı yok etmektir.

Nejdet Evren

Değişik zamanlar/Akarca

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir