“Kabuğundan soyunur. Sertliğinden kurtulur. Yumuşarken iyileşir et, kabarır.”
Bir yara insana ne söyler? Bedeni insana ne söyler? Bugüne kadar öğrenegeldiği her şeye, özne kurulumunun beraberinde getirdiği tüm ‘bireysellik’ ve ‘tekrar’ dayatmalarına rağmen bedeniyle söyleşme, ona bakma, onu anlama, onun duyumsamalarını ciddiye alma, bilmediği, hiç öğrenemediği bir dilin izini sürme mücadelesine girişmiş bir varoluşun tuttuğu kayıt Anadipsi. Söylem alanının, plastik benlik sunumlarının, klişeleşmiş yargıların periferinde dolaşma cüretini gösterdiğimizde beden ile benlik arasındaki sözde ilişkiden geriye ne kalıyor? Ya da hem fallus hem de logos merkezci cinsel ekonomilerin çoğunlukla söylem aracılığıyla içselleştirdiği beden ve haz politikalarını aşındırmak, kendi ötekiliğini el yordamıyla da olsa deneyimlemeye çalışmak ne ölçüde imkân dahilinde? Ben diyegeldiğimiz yabancı ile tanışmak olası mı? Bir aklın deliliğinden söz ettiğimizde bu iki kelime ile hangi yaşamsal deneyimi aktarmaya çalışıyoruz? Ya da delilik kelimesi, bu kelimeye ‘güya/sözde” karşılık gelen hangi deneyimin, hangi duyumsamanın ikâmesi? Anadipsi, bedeniyle, bu bedenin dünyadaki her türlü deneyim ve duyumsama hali ile yazı arasındaki zorlu yüzleşmeyi göze almış bir varoluşun anlatısı. Bugün deneysel metinler ile pek sık karşılaşmıyoruz; ancak aynı zamanda da tam da bu tür metinlere gereksindiğimiz bir zamandan geçiyoruz. Beden ve benlik ile kurduğumuz ilişkide yara, acı, hafıza, anne-çocuk ilişkisinin az çok gizemli dinamikleri gibi alanlarda geziniyor Anadipsi. Günlük yaşamın türlü trajedisinin ‘ben’in kendisi ile kurduğu ilişkideki yerini sorguluyor. Şiirsel olmaktan uzak; ancak şiiri olan cesur bir metin.
Nil Sakman
OKUMA PARÇASI
Anne,
Kaçıyordum. Arkama bakmadan. Baksam düşerdim. Düşsem yerde kalırdım. Yer beni yutardı. Yutmasa, peşimdekiler kuyruğumdan tutardı. Oysa kuyruğum yok. Bir kalp mesafesinden vurulurdum. Göğe yükselemeden yere çakılırdım, kemiklerimle.
Kemik dediğin kaç kilo çeker? Ya et? Et acır, biliyorsun. Bu yüzden kaçmalıydım. Ayağımın takılacağı her engel düşmandı. O karanlıkta… kalbim daha hızlı, daha da hızlı atmaya başlayınca…
Kan, damarlarımda yırtarcasına yol almaya başlayınca… O kan benim miydi sahi? Bunu sordum kendime ilkin. Öyle, bir şimdiki zamanın içinden çıkmış, bölünmüş havalanmış milyonlarca sıfatsız zaman biriminden birinde sordum bu soruyu. Ancak çok sonra anımsadım yanıt vermek istemediğimi de. Bu kan benim mi? Kim bilir! Kimim kimsem olmayınca kaçmak, dünyanın etrafını yaşım kadar dönmek, döne döne kaçmak oluyor. Sen yoksun. Olmaz olsun bu yokluk. Kapı duvar olsun. Durayım bir yerde. Kök salayım bir yerde. Bir yer olsun. Ama olmuyor işte, damarlarım şişince…
Bir film başlıyor zihnimde. İçindeyim ama değilim. İzliyorum ama oynuyorum. Başlıyor ve bitiyor. Şimdiki zamanın milyon parçaya bölünmüş, sıfatsız o her saçma anında… Baştan, en baştan… Topraktan ve ekmekten… Erden ve kemden… Kaçıyordum. Yoksa yutardım kendimi, o ak canavara dönüşüp, dönüşüp dönüşüp yerdim, etimden kemiğe benliğimi. Dur, demedin. Çağırmadın. Oysa…
Nerde?
Her yerde.
Çocuğu kime bıraktın?
Yere, olduğu yere.
Sen neredeydin?
Zaman uçtu, aklım çıktı.
Anımsamalısın.
İncir ağacı meyve verdi.
Anlatmalısın.
Her şey toprağa düşer.
Sonra?
Ateş.
Sonra?
İyileşmek tuhaftır.
KİTABIN KÜNYESİ
Akıl Deliği: Anadipsi
Aslı Solakoğlu
NotaBene Yayınları
62 sayfa
Eylül 2017
Aslı Solakoğlu:
Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi’nde iki yıl geçirdikten sonra DTCF’de Sinoloji okudu. Turizm Bakanlığı’nda, sonra da bankada çalıştı. Ankara’dan hiç ayrılamadı. Adnan Özyalçıner ile birlikte İç, kendi kendine Hayata Yetişmek, kendini ararken Dış Balkon İç Ses kitapları yayımlandı. Anadipsi: Akıl Deliği’ni yazarken de yaklaştığını sandığı kendindeki kıymıkları temizlemekle meşguldü. Hala arıyor. Hala temizleniyor. Hala oluşuyor. Umuyor.