Yazar: simurg

Kürasyonun Tiyatrosunda Différance’ın Yönetsel Sorusu

Kürasyon pratikleri, bireyin kimliğini bir tiyatro sahnesi gibi düzenleyip sunarken, différance bu düzenlemenin ardındaki yönetsel iradeyi sorgular. Kimlik, kürasyon yoluyla bir anlatıya dönüşür; birey, seçilmiş imgeler, söylemler ve jestlerle kendini bir performans olarak inşa eder. Ancak Jacques Derrida’nın différance kavramı, bu performansın yönetmeninin kim olduğunu, anlamın nasıl ertelendiğini ve farklılıkların

OKUMAK İÇİN TIKLA

Zeus’un Otoritesi ve Platon’un İdeaları: Mutlak Güç ile Felsefi İdealin Buluşması

Zeus’un gökyüzü ve adalet tanrısı olarak mitolojik konumu ile Platon’un İdealar Dünyası ve filozof kral kavramı, insanlığın otorite, düzen ve idealize edilmiş gerçeklik arayışının kesişim noktalarını sunar. Bu metin, Zeus’un mitolojik otoritesini ve Platon’un felsefi sistemini, derinlemesine bir karşılaştırma üzerinden ele alıyor. Her iki figür de mutlak bir idealin temsilcisi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dostoyevski’nin Roman Kahramanlarının Çok Yönlü Çözümlemesi

Fyodor Dostoyevski’nin roman kahramanları, insan ruhunun en karmaşık, çelişkili ve derin katmanlarını yansıtan eşsiz portrelerdir. Onun eserleri, bireyin iç dünyasını, toplumsal yapılarla çatışmasını ve varoluşsal arayışlarını ele alırken, Jung ve Freud’un psikanalitik yaklaşımlarıyla zengin bir yorum alanına kavuşur. Bu metin, Dostoyevski’nin kahramanlarını Jung’un arketipler ve kolektif bilinçdışı, Freud’un id, ego,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yok Etme ve Yok Olma Arasında Amok Koşucusu: İnsanlığın Trajik Serüveni

Kendi Sonuna Doğru Koşanlar İnsan, varoluşunun özünde bir çelişki taşır: yaratma dürtüsüyle yok etme arzusu, birbiriyle iç içe geçmiş iki ip gibi ruhunu sarar. Amok koşucusu, Malezya’nın eski kabilelerinde, kontrolsüz bir öfkeyle çevresine zarar veren ve sonunda kendi sonunu getiren bir figür olarak anlatılır. Bu figür, modern insanın trajedisini de

OKUMAK İÇİN TIKLA

Homo Sapiens Sapiens Kabus mu Düş mü Görüyor?

Homo sapiens sapiens’in medeniyeti, bir düş mü, yoksa kabus mu? Bu soru, insanlığın varoluşsal sahnesinde yankılanan bir çığlık gibidir. Slavoj Žižek ve Jorge Luis Borges’in perspektiflerinden bakıldığında, medeniyet bir illüzyon olarak belirebilir; ancak bu illüzyon, ne salt bir serap ne de yalnızca bir gerçekliktir. Žižek’in ideoloji eleştirisi ve Borges’in labirentvari

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsanlığın Hayalleri: Botticelli’nin Primavera’sı ile Orwell’in 1984’ünün Görsel ve Anlatısal Karşıtlığı

Botticelli’nin Primavera’sı ile Orwell’in 1984’ü, insanlığın en derin özlemlerini ve korkularını yansıtan iki zıt evren sunar. Bir yanda, Rönesans’ın bereketli bahar tasviri, doğanın uyumu ve insanlığın idealize edilmiş bir birliği; diğer yanda, totaliter bir rejimin soğuk, denetleyici dünyası, bireyin ezildiği bir karanlık. Bu eserler, insanın özgürlük, düzen, güzellik ve baskı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Altkültürü Yutan Sistem

Tüketimin Pençesinde Alt Kültür Kapitalist kültür endüstrisi, Charles Bukowski’nin “altkültür” olarak tanımladığı yeraltı dünyasını, özgünlüğünü ve isyankâr ruhunu emerek metalaştırır. Bukowski’nin eserlerinde, toplumun kıyısında yaşayan bireylerin çiğ, filtresiz deneyimleri, kapitalizmin seri üretim makinesi tarafından paketlenip vitrinlere sunulur. Bu süreçte, altkültüre özgü kaba gerçeklik, otantikliğini yitirerek bir tüketim nesnesine dönüşür. Örneğin,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Raskolnikov ve Akhilleus’un Yalnızlıkları Üzerine Bir İnceleme

Bireyin İç Çatışması ve Toplumsal Beklentiler Raskolnikov’un yalnızlığı, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında bireysel bir sorgulamanın derinliklerinde kök salar. Yoksulluk, ahlaki çöküş ve kendi varoluşsal sınırlarını zorlama arzusu, Raskolnikov’u bir tür içsel sürgüne mahkûm eder. Onun yalnızlığı, bireyin kendi vicdanıyla hesaplaşmasından doğar; cinayet işleme kararı, Nietzsche’nin “üstinsan” kavramına benzer bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sanatın İsimlendirme Dili Üzerine Bir İnceleme

İsimlendirmenin Anlam Arayışı Kandinsky’nin soyut eserlerinin başlıkları, müziğin akışkan ve duygusal doğasından ilham alarak bir tür içsel titreşimi yansıtır. “Kompozisyon VII” ya da “İmprovisasyon 28” gibi isimler, eserin biçimsel yapısını değil, bir duygu durumunu ya da ritmik bir deneyimi çağrıştırır. Bu, izleyiciyi eserin ötesinde bir anlam arayışına iter; adeta bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nehirlerin Beşiğinde Doğanlar: Sargon ile Musa’nın Hikâyelerindeki Tuhaf Benzerlikler

Suların Kucağında Başlayan Hayat Kral Sargon ve Musa’nın hikâyeleri, insanlık tarihinin en eski anlatılarından bazılarıdır ve her ikisi de nehirlerin sakin ama güçlü akışında başlar. Sargon, Akkad’ın efsanevi kralı, milattan önce 3. binyılda Mezopotamya’da bir sepet içinde Fırat Nehri’ne bırakılır. Annesi, bir tapınak rahibesi, çocuğunu gizlice doğurmuş ve onu nehrin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Emma ve Gılgamış: Kayıp ve Yokoluşun Kökleri

Emma’nın Sonu: İçsel Çöküşün İzleri Emma Bovary, Gustave Flaubert’in kaleminden çıkan bir figür olarak, kendi varoluşsal boşluğunda kaybolur. Freud’un “ölüm dürtüsü” (thanatos), insanın bilinçdışında kendi sonunu hazırlayan bir eğilim olarak, Emma’nın trajedisini açıklamak için güçlü bir lens sunar. Emma’nın hayatı, romantik hayallerle gerçeklik arasındaki uçurumda bir sallantıdır; bu, onun sürekli

OKUMAK İÇİN TIKLA

Cengiz Han’ın Genetik İzleri: İnsanlığın Köklerinde Bir Fırtına

Cengiz Han’ın genetik izleri, yalnızca biyolojik bir kalıtım değil, aynı zamanda insanlık tarihinin derinliklerinde yankılanan bir anlatıdır. Bu izler, bireylerin DNA’sında taşınan bir kod olmanın ötesinde, toplulukların kimliklerini, güç dinamiklerini ve kolektif hafızalarını şekillendiren birer işaret taşına dönüşmüştür. Moğol steplerinden dünya sahnesine uzanan bu miras, hem yaratıcı hem de yıkıcı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Postkolonyal Eleştirinin Foucault’cu Tarih Okumasına Müdahalesi ve Spivak ile West’in Katkıları

Postkolonyal eleştiri, Batı merkezli düşünce sistemlerinin evrenselcilik iddiasını sorgularken, Michel Foucault’nun tarih, bilgi ve iktidar üzerine geliştirdiği kavramları yeniden çerçeveleyerek Avrupa-merkezci anlatıları dönüştürür. Foucault’nun dispositif, söylem ve biyopolitika gibi araçları, sömürgecilik sonrası bağlamda, Batı’nın tarih yazımındaki hegemonyasını ve ötekileştirme pratiklerini açığa çıkarmak için yeniden yorumlanır. Bu dönüşüm, yalnızca tarihsel bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsanlığın İzleri: Paleolitik Mağara Resimleri ve Basquiat’nın Grafiti Sanatı Üzerine Bir İnceleme

İlk İzlerin Çağrısı Paleolitik çağın mağara resimleri, insanlığın en eski görsel anlatıları olarak, taş duvarlar üzerinde hayat bulur. Lascaux, Altamira ya da Chauvet mağaralarındaki bu imgeler, yaklaşık 40.000 yıl öncesine uzanarak, insanın çevreyle, doğayla ve kendi varoluşuyla kurduğu bağı yansıtır. Av sahneleri, hayvan figürleri ve soyut işaretler, yalnızca bir estetik

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dorian ve Orpheus’un Öyküleri Üzerine Derin Bir İnceleme

Dorian’ın Portresinin Özü Oscar Wilde’ın The Picture of Dorian Gray adlı eserinde Dorian’ın portresine hapsolması, bireyin kendi imgesiyle kurduğu ilişkiyi sorgulayan bir anlatı sunar. Guy Debord’un “gösteri toplumu” kavramı, modern bireyin yüzeysel bir görünüşe tapınmasını eleştirir; Dorian’ın portresi, bu bağlamda, bireyin özünü yitirip imajına esir düştüğü bir sembol olarak okunabilir.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Frankenstein ve Prometheus: Bilginin Çağdaki Yansımaları

Bilginin Peşinde İki Figür Victor Frankenstein ve Prometheus, insanlık tarihinin bilgi arayışına dair güçlü anlatılar sunar. Mary Shelley’nin Frankenstein’ında Victor, doğanın sırlarını çözme hırsıyla hareket eder; modern bilimin sınırlarını zorlayarak bir canlı yaratır. Öte yandan, Aiskhylos’un Prometheus Bound’unda Prometheus, tanrıların tekelindeki ateşi insanlara sunarak onların karanlıktan kurtulmasını sağlar. Her iki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sıradanlığın ve Hızın Çatışması: Nuri Bilge Ceylan ve Hollywood Sineması

Nuri Bilge Ceylan’ın sineması, karakterlerin sıradanlığı, uzun diyalogları ve yavaş tempolu anlatımıyla, Hollywood’un parlak, hızlı ve aksiyon odaklı dünyasına zıt bir estetik ve anlam evreni sunar. Bu karşılaştırma, yalnızca iki farklı sinema dilinin değil, aynı zamanda insan deneyiminin, toplumsal dinamiklerin ve varoluşsal sorgulamaların farklı temsillerinin bir yansımasıdır. Ceylan’ın filmleri, bireyin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Osmanlı Padişah Annelerinin Kökenleri ve Hanedanın Kadınları Üzerine Bir İnceleme

Osmanlı Padişah Annelerinin Etnik Kökenleri Osmanlı Hanedanında Kadınların Rolü Hanedanlığın Oluşumunda Kadınların Etkisi Osmanlı hanedanının temelleri, yalnızca padişahların savaşları ve fetihleriyle değil, aynı zamanda sarayın iç dünyasında kadınların oynadığı kritik rollerle şekillenmiştir. Padişah anneleri ve eşleri, genellikle farklı milletlerden gelen kadınlar olarak, hanedanın genetik ve kültürel çeşitliliğini oluşturdu. Bu kadınlar,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Özgürlük ve Kaygı Arasındaki Gerilimi

Spinoza ve Heidegger’in felsefeleri, insan varoluşunun sınırlarını ve potansiyelini anlamaya yönelik iki farklı ama derinlemesine iç içe geçmiş perspektif sunar. Spinoza’nın “conatus” kavramı, her varlığın kendi özünü koruma ve geliştirme çabasını ifade ederken, Heidegger’in “Dasein”ı, varlığın dünya içindeki kırılgan ve kaygılı konumunu vurgular. Bu iki düşünce, insan özgürlüğünün ve sınırlarının

OKUMAK İÇİN TIKLA

Heathcliff ve Justine Üzerinden Arzu, Sınıf ve Kutsalın Sınırları

Arzunun Ötekine Yönelimi Heathcliff’in intikamı, Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler romanında, yalnızca kişisel bir öfke ya da hınç olarak değil, aynı zamanda Jacques Lacan’ın “öteki” kavramı üzerinden derin bir arzunun izdüşümü olarak okunabilir. Lacan’a göre, özne kendi eksikliğini ötekinde tamamlamaya çalışır; Heathcliff’in Catherine’e duyduğu tutku, bu eksikliğin en somut biçimidir. Catherine,

OKUMAK İÇİN TIKLA