Bağışlanmış Hüzün – Nevzat Çelik

Nevzat Çelik’in ?hayatımıza sevgili bir eleştiri? dediği bir aşk romanı olan Bağışlanmış Hüzün?de, her biten aşkta olduğu gibi geriye nefret ve öfke değil, kırılmayan ?bağışlayan bir hüzün? kalıyor: “al git/ şehla yürüyüşünü/ yaz deme/ kış deme /üşürüm deme/ aylardan baharsa/ ay doğarsa/ hiçbir şey deme/ bu senin/ kuşlardan önce kalkan yüzündür/ al git/ sevgili/ aşk bağışlanmış hüzündür?

Kimi eleştirmenlerin kübist roman olarak tanımladığı, Bağışlanmış Hüzün, sürükleyici bir beyin fırtınası halinde, görüneni değil, görünmeyen ama gerçek halimizi anlatıyor; şiir kadar güçlü, sekmeyen bir kurguyla. Bir yaşam mozaiği kurmuş Nevzat Çelik bu ilk ama yenilikçi romanında.

Elinizden bırakamadan soluk soluğa, okuyacağınız bu romanı bitirdiğinizde şaşkına dönecek, içiniz acıyacak, göz yaşlarınıza hâkim olamayacak, finali bir türlü kabullenmek istemeyeceksiniz. Yazarına kızacak, belki uzun süre başka bir roman okuyamayacaksınız. Bazı filmler vardır, bittiğinde koltuktan kalkamaz, çakılıp kalırsınız ya, tıpkı öyle. (Tanıtım Yazısı)

Kitaptan Bir Bölüm
Üniversite yıllarında değişik isimlerle gönderdiği şiirleri, adı sanı bilinmeyen birkaç küçük derginin dışında pek kabul görmeyen, aklının bir köşesinde haksızlığa uğradığına yönelik bir düşünce kalsa da, şiir defterini kendince kapatan Hakan, 19. Tüyap Kitap Fuarı?nın salı günkü şiir etkinliğini izlemek üzere salonun arka taraflarında, nispeten boş olan sıralardan birine girip oturdu.
Eskisi kadar olmasa da merakla takip ettiği Cem Beyoğlu?nun yeni şiirlerini duyma umuduyla gelmişti. Boş yer ararken ve hatta oturduğunda, birçok kadının gözleriyle kendisini takip ettiğini, tahmin etmesinin ötesinde, biliyordu.
Hiç şaşmayan bu duruma ilk gençliğinden beri alışıktı; artık yadırgamıyordu.
Gören hiçbir gözden kaçıramadığı düzgün, atletik bir bedene, insanın kendini bakmaktan alamadığı bir yüze sahipti. Daha olgun ve erkeksi görünmek için yirmi üç yaşında bıraktığı kirli sakalına, haftada bir makasla düzeltmenin dışında, jilet sürmemişti. Saç lastiğini bulamadığından, o gün saçlarını bağlamamıştı. Ritim duygusu bedenini bir hale gibi kaplıyor, yürürken adım atmıyor da gitarda akor basıyordu sanki. Uzun dalgalı saçlarının iki adım arasında havalanıp tekrar omuzlarına yayılması bu duyguyu daha da kuvvetlendiriyordu.
Hakan Kazak, duygulu, kırılgan, kendi halinde, ?hayır? demeyi kolay kolay beceremeyen bir adamdı. İzmir?in Karşıyaka ilçesinde, öğretmen anne ve makine mühendisi babanın güzel, akıllı-uslu ve tek çocuğu olarak büyümüştü, yaşıtlarına göre erken boy atmıştı; bebeksi yüzünü, yetişkin bir delikanlının gövdesi üzerinde taşımak zorunda kalması, kimilerine göre bir ödül, kimilerine göre de bir cezaydı! Hakan, şimdi bile yakışıklı bir adam olmanın ceza mı, ödül mü olduğunu bilemiyordu.
Küçük bir çocukken yanağından makas alıp öpen teyzelerin, ablaların, büyüdükçe makas alma, öpme yerlerini ve şekillerini değiştirmelerine pek anlam veremese de bu hoşuna gitmiş, gizliden gizliye sıkıştırmalarını sağlamaya yönelik planlar yapmaya başlamıştı. Annesinin, ?Odana gidip yatsana oğlum?? demelerine aldırmadan, kanepede uyuyup kalma numaraları bunlardan biriydi.
?Bırak uyusun çocuk ne olacak?? diyordu teyzelerden biri. Ya da ablalardan biri ne yapıp ediyor, mutlaka kanepeye, yanına oturuyordu.
Mahalle çeteleriyle sokaklarda koşturmak yerine, derslerinden arda kalan zamanının çoğunu evde geçiriyordu.
Annesi ve babası okumaya düşkün insanlardı.
Daha ortaokul birinci sınıftayken, yaşıtlarının aksine, uzun süre elinde tutmaktan parmaklarına kramplar sokan koca koca romanları okumaya başlamıştı. Yaşar Kemal?in ?İnce Memed?lerini çoktan devirmişti sözgelimi.

‘Cinsellik Aşka Dahil’ – Derviş Şentekin
(06/05/2005 tarihli Radikal Kitap Eki)

İlk gençliğin, ‘üniversite sınavı’ denilen belasına çalışıyorduk; kaç arkadaşsak. Ve tarih ve coğrafya ve Pisagor teoremi ve eğik atış ve elementler ve… Gençlik başımızda duman, değildi anlayacağınız. Şiş gözler, preste bir beyinle şiire yöneliyorduk, ‘geçmiş yıllarda çıkmış sınav soruları’ molasında; ‘hız’la Nâzım Hikmet, ‘aşk’la Ümit Yaşar, ‘hüzün’le Refik Durbaş, ‘hınzır’la Orhan Veli… ‘İçeri’deydi düzen düşmanı abilerimiz. Ve Yeni Türkü ve Çağdaş Türkü ve Ahmet Kaya dinliyorduk beynimiz sınav, kalbimiz abilerimizde. En çok da Ahmet Kaya. “Beni burada arama anne” diyordu gür sesiyle ve ‘kaset kabı’nda bu şarkının söz yazarının kitabını işaret ediyordu, bizim gibilerin gördüğü eliyle: Nevzat Çelik. Okuduk, sevdik; sevdik okuduk şiirlerini… Sonra başka başka kentlere uçtuk ve mektuplar yazdık birbirimize (ve sevgililerimize) Nevzat Çelik’in şiirleriyle başlayan. Çok mu uzattım kişisel tarihimi? Meramım: Ezbere bilirim ben o şiirleri; o dizeleri yaşadım…
Bu heyecanla okumaya başladım Bağışlanmış Hüzün’ü. Çelik’in şiirlerinden ödünç cümleler, cıvıl cıvıl bir Türkçe, ilk roman olmasına rağmen aksamayan bir kurgu… Bir ‘durum’ olarak ‘aşk’ı anlatıyordu Çelik.

Biz, sizi bir şair olarak tanımıştık ve yaklaşık yedi yıldan beri de bir şiir kitabınızı beklerken, bir roman, Bağışlanmış Hüzün geldi…

Şiirlerle birlikte, öyküler de yazıyordum; bu öyküleri yayımlamadım ama. Elbette roman denemeleri de yapıyordum. Şiir alıp başını gidince, roman ve öykü on beş yıl kadar ‘iki uyurlar’ olarak zihnimin bir köşesinde kıvrılıp kaldılar; ta ki geçen yıla kadar. Aslında ben beş yıldan beri kavramsalı ve aksiyon içeren (belki de ilk beklentiyi de karşıyacak) bir başka roman üzerinde çalışıyordum. Ama Bağışlanmış Hüzün gelip araya kafayı soktu.

Bağışlanmış Hüzün’de aşırı bir cinsellik göze çarpıyor…

Aşk, cinselliğin en yoğun ve kristalize olmuş hâli değil midir? ‘Gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan bir dünya’ umudunun bireysel anlamda en tepe noktası da budur bence. Bunu saklamanın bir anlamı yok. Gerçek hayatta olduğu gibi aşkın içerisindeki sertliği yazdım. Aşkı anlatıyorsanız, cinsellik kaçınılmazdır. Aşırı olduğunu düşünmüyorum; kurguda ne kadar gerekliyse o kadar cinsellik var kitabımda. Cinselliğin aşırısı ya da şiddeti, yaşanandan çok yaşanamayandan çıkar. Bilinçaltımızdakileri, aklımızdan geçenleri ya da yaşadıklarımızı açığa çıkarınca, bu, neden fazla görünsün ki. Cinselliği yatak odasına indirgeyen, mahremin arkasına gizleyen, dolayısıyla yok sayan anlayışla buluşmam düşünülemezdi. Gündemi olmayan, erkek erkeğe ve kadın kadına buluşmaların çoğunda konuşulmaz mı cinsellik?

Romanınızın çıktığını duyunca, konusunu çok merak ettim doğrusu; benim gibi okurlarınız, sizden, politik bir roman bekliyordu dersem…

Ben, herkesin kafasına göre tanımladığı ‘politik olan’ın çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Hatta bunu haksızlık olarak görüyorum. İnsana ve insanlık hâllerine ait olan ne varsa, şiirlerime olduğu gibi romanlarıma da girecektir.

Geçen yıl çıkan on kitaptan dokuzu aşkı anlatıyordu.
Bugün Türkiye’nin en yakıcı konusu aşk mı ki, siz de aşkı anlatmayı tercih ettiniz?

Şöyle düşünelim: İlk romanlar genelde otobiyografik romanlardır, bense otobiyografik bir roman yazmadım. Üstelik kendi yaşadıklarımdan da yola çıkarak, içerideliği, işkenceyi, cezaevini çok daha kolay anlatabilirdim. Belki de benden beklenen öyle bir romandı ve çok da ilgi çekecekti. Üstelik o dönemin çok iyi anlatılmadı. Bütün toplumu altüst eden ve etkileri hâlâ bütün şiddetiyle süren yüzlerce roman, şiir, öykü, film, tiyatro… yazılacak ve yapılacaktır. Bunları anlatan bir roman yazmayı görev olarak da düşünüyorum ama henüz kafamda olgunlaşmadığı için yazmadım. Bağışlanmış Hüzün’ün aşkın tüm iniş çıkışlarını anlatan gerçekçi bir roman olduğunu düşünüyorum; üstelik aşkı neden ben yazmayayım ki?

Romandaki karakterlerden biri, Cem Beyoğlu camiada kabul görmüş bir şair. Başka kadınlarla yatan, sırf bu nedenle karısından ayrılmayı göze alan üstelik yattığı kadınların sayısını bilgisayarında bir liste olarak tutan biri.
Bu, günümüz şairine bir gönderme mi?

Her şeyden önce ben bir şairim ve bir şairi olumsuzlama gibi bir niyetim de olamaz. Ama dikkat edilirse romanımdaki hiçbir karakter, çok iyi ya da çok kötü değil; hepimiz gibi. Herhangi biri, zaman zaman bizim ahlak anlayışımıza ya da bakış açımıza uymayabiliyor; öyle bir zorunluluğu da yok. Cem Beyoğlu öyle bir karakter ve ancak kendisinden referans alınarak açıklanabilir, anlaşılabilir. Sanatçı, ortalama algıdan, insandan daha farklı düşünüp eyleyebilendir çünkü. Onun düşünce ya de eyleyişlerini kabul etmemiz gerekmiyor. Yine de, çalının dibini taşladıklarını görmemezlikten gelemeyiz.

Yattığı kadınların listesini tutan bir şairden söz ediyoruz…

Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Kadının da erkeğin de birer listesi vardır, ama yazılı ama yazısız. En azından kafasında bir listesi vardır. Özellikle erkeklerin. İnsan doğaya yabancı olan tek canlıdır, bu onun temel açmazıdır. Cinsellik öteki canlı türlerinde bile kimi zaman tanımlanmışlıkların dışına çıkarken, insanı nasıl (ahlâki, dinsel, ırksal vb.) cendereler içine sıkıştırabiliriz. Ve bu sıkışmış bir şekilde yaşanıyor. O nedenle parçalanmalar, o nedenle şiddet, hatta ölümler çıkabiliyor. İki insanın karşılıklı yaşayacağı/paylaşacakları bir şey, toplumsal kurallar ve öğretilmişlikler nedeniyle sert bir şekilde yaşanıyor. Bunun böyle yaşandığında nelerle karşılaşabileceğimizi anlatmaya çalıştım. Tabii ki bir çözüm önermedim. Her ilişkiyi kesen ve doğrulayan bir çözüm önerisi olamaz çünkü. Bağışlamaktan başka bir şey gelmezdi elden; belki de bu yüzden romanın adı Bağışlanmış Hüzün. Ben şimdiye kadar barışık bir şekilde biten ilişki görmedim, duymadım okumadım da. Hep bağırış, çağırış, kavgalar, ağlamalar hatta yaralamalarla bitiyor ilişkiler. Bu durumu romantik bir biçimde de anlatabilirdim; anlatıyorlar da, Ama ben ilişkilerin üzerindeki tülü açıp tüm çıplaklığıyla anlattım. Belki de bu yüzden, ahlâkçı görünen kimi kadın ve erkeklerin damarına basmış olabilirim.

Kitabın Künyesi
Bağışlanmış Hüzün
Nevzat Çelik
İmge Yayınları
G. Yayın Yönetmeni: Şebnem Çiler Tabakçı
Editör: Can Gazalcı
Grafiker: Duysal Yaşar
Mizanpaj – Dizgi: Yalçın Ateş
Baskı Sayısı: 3
Son Baskı Tarihi: Kasım 2010
296 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir