Beethoven: Çocuklarınıza dürüst olmayı öğretin; mutluluğu yaratan para değil, dürüstlüktür.

beethovenKlasik müziğin ustalarından Alman besteci Beethoven, sanatının doruklarında bilindiği gibi sağlık problemleri yaşamıştı. 1794′te işitme duyusunu yitirdi. Bu durumun ağır hasarlarını taşıyan Beethoven, sorununu kimseye yansıtmamaya çalıştı. Çünkü sanatının doruklarında bir bestecinin işitme kaybı yaşaması, sanatına duyulan güveni de sarsacaktır. Elinden geldiği kadarıyla kaybını örtmeye çalışır, bir süre sonra geçeceğine kendini de inandırır. Beklenenin tersine, otuz yaşında işitme duyusunu tamamıyla kaybeder. Kaybını etrafındakilere sezdirmemeye çalışır ama sesleri duymadığı için tepki vermez, sürekli endişeli ve somurtkan bir ifadeyle dolanır. Kendi kendine konuştuğunu duyanlar Beethoven için üzücü yargılarda bulunur. Bu yargılar Beethoven’ı gitgide kendi kabuğuna çekilmeye itecektir.

1802 yılının ekim ayında, kaldığı Heiligenstadt kasabasında hastalığı yalnızlığını tetikleyecek ölçüye ulaşır. Bir süre müziğe ara vermek zorunda kalan Beethoven’ın zihnini artık intihar düşüncesi meşgul eder. O dönemde kaleme aldığı ve Heilingenstadt Vasiyetnamesi olarak tarihe geçen mektup, aslında sadece erkek kardeşlerine içinde bulunduğu durumu anlatan bir mektup değil. İnsanlara, yeni kuşaklara kucak açan, öğüt veren mektup, aynı zamanda Tanrı’ya da yakarış niteliğinde. İntihar düşüncesine yine müziğe olan tutkusu ve azmiyle kafa tutar. Aynı yıl içinde artık sağırlığını etrafındaki insanlara söylemeye karar verir. Beethoven, yazgısına da sanatına da meydan okur. O sıralar bir arkadaşına ” Yazgıya meydan okumak istiyorum” diye yazmıştır. Bu dönemde yaptığı müziklerde iç karartıcı ve hüzünlü bir hava vardır.

Erkek kardeşlerine yazdığı, her dönemin insanlarına vasiyet niteliğindeki Heiligenstadt Vasiyetnamesi şudur:

Sevgili kardeşlerim Carl ve Johann Beethoven’a,

Ey sizler ki beni içi zehir dolu, hınç dolu bir adam sanıyorsunuz, insandan kaçar bir yaratık sanıyorsunuz, bilseniz bana ne büyük haksızlık ediyorsunuz! Bana bu can sıkıcı, kötü görünüşü veren gizli nedenleri bilmiyorsunuz. Çocukluğumun en tatlı yıllarından beri kalbim, ruhum beni iyi duygulara doğru yöneltmiştir; ben daima büyük, yüce işler görmek isteğiyle yanıp tutuşmuşumdur. Düşünün ki, altı yıldan beri, çaresiz bir hastalığa tutulmuş bulunuyorum. Hastalığım hekimlerin bilgisizliği yüzünden büsbütün ağırlaştı. Yıllar geçtikçe, umutlarımın birer birer suya düştüğünü gördüm. Hastalığımı gidermek, hatta hafifletmek şöyle dursun, her gün biraz daha arttığını, umutsuz bir sakatlık haline geldiğini görüyorum. İyi edilebilecek olsa bile, bu iş en aşağı yıllar alacak.

Ateşli bir ruhla, duygulu bir yaradılışla dünyaya gelmişim; toplumla sıkı ilişkiler kurmak üzere yaratılmışım. Öyleyken, ne yazık ki genç yaşta bir köşeye çekilmek, hayatımı yalnızlık, sessizlik içinde geçirmek zorunda kalmış bulunuyorum.

Bir ara, içinde bulunduğum durumun yarattığı zorluklara karşı savaşmak istedim. Ne çare ki bu güç işte gene sakatlığımdan ileri gelen engellerle karşılaştım. Öyleyken, gene de kimseye, ”Daha yüksek sesle konuşun, ben sağırım”diyemedim. Herkesten çok bende kusursuz olması gereken bir duyudan yoksun olduğumu nasıl açıkça söyleyebilirdim… Ben ki vaktiyle pek az sanatkâra nasip olan ince, derin, üstün bir işitme duyum olmasıyla övünürdüm! Hayır, hayır; yapamazdım bunu! Onun için bir köşeye çekildimse bağışlayın beni. Ben de isterdim aranıza katılıp zevkle yaşamayı. İki bakımdan acı çekiyorum: Biri yalnızlık içinde yaşamaktan; biri de bu davranışımın kötüye yorumlandığını görmekten. Bu zavallı artık insanlar arasına karışamaz, onların konuşmalarına, eğlencelerine katılamaz. Tek başına yaşayacaktır, hep tek başına! Bir ihtiyacın baskısı olmadıkça, çekildiğim kuytu köşeden dışarı çıkmıyorum, hayatımı bir mahkum gibi yalnızlık içinde geçiriyorum. Tesadüfen kalabalık arasına düşecek olursam, sağırlığımın sırlarını açığa vuracağım korkusuyla ölüm terleri döküyorum.

Bilgin doktorumun tavsiyesi üzerine, altı aydır kırlık bir yerdeyim. Doktorum bana kulaklarımı yormamamı söylemişti. Onun bu emri benim içinde bulunduğum ruh haline çok iyi uyuyordu. Öyleyken, gene de içimde doğuştan bulunan duyguya, toplumdan zevk alma duygusuna uyarak, bu kararımdan ayrıldığım oldu. Her seferinde de nasıl pişman oldum! Mesela, başkalarının iyice işittikleri bir kaval sesini, çoban türküsünü ben duymuyordum. Bu ne öldürücü bir üzüntü, ne cesaret kırıcı bir umutsuzluktur benim için! Bu gibi olaylar beni derin bir karamsarlığa gömüyordu. Az daha, canıma kıyacaktım. Bu ölüm uçurumuna yuvarlanmaktan beni ancak sanat aşkım kurtardı. Üzerime verilmiş olan görevi yerine getirmeden bu dünyadan ayrılmak bana bir cinayet gibi göründü. Bu acıklı hayata işte ancak böyle tutunabiliyordum.

Evet, çok acıklı, çok acınacak bir hayat! Öyle duygulu bir yaradılışım var ki, şimdi sakin bir ruh hali içinde bulunurken, bir dakika sonra birden pek perişan bir hale düşüyorum.

Sabır… Bana kalan tek güç kaynağı işte ancak bu. Sabrediyorum, umarım ki o acımasız ölüm lütfedip de günlerimin ipini kesinceye dek sabredeceğim. Durumum belki düzelecek, belki de düzelmeyecek; ne önemi var! Bir kere kadere boyun eğmişim artık. Yalnız, yirmi sekiz yaşında bir adamın böyle feylesofça bir boş vermeye sığınması kolay iş değil, hele bir sanatkâr için. Ey Tanrı’m! Yükseklerden ta ruhumun derinliklerine dek görüyorsun; kalbimi biliyorsun. Bu kalbin de, ancak insan sevgisiyle, iyilik isteğiyle yaşayabileceğini biliyorsun, değil mi?

Ey sizler, bir gün bu satırları okuyacak olanlar, siz de beni haksız yere suçlamış olduğunuzu göreceksiniz. O gün bu yapraklar benim gibi bir başka zavallının eline geçecek olursa, Doğa’nın karşıma diktiği bütün engellere, acımasızlıklara rağmen, üstün ruhlar, seçme sanatkârlar sırasına yükselebilmek için benim harcadığım çabayı görür de belki avunur. İki kardeşim, size gelince; ben ölür ölmez, Dr. Schmidt’e rica edin –benden önce ölmediyse- hastalığımı anlatsın size. Bu yazdıklarımla birlikte, onun anlatacaklarını da yayınlayın.

Bunları okuyunca, belki dünya o anda mezarda olan suçsuzu bağışlar.

Öte yandan, burada açıkça bildiriyorum: Bıraktığım küçük servet sizin olacak, elimde bulunanlara servet denirse. Bu önemsiz şeyleri aranızda eşitçe paylaşın, aranızda anlaşmaya bakın, birbirinize yardım edin.

Bana gelince; bana verdiğiniz bütün sıkıntıları ben size çoktan bağışladım, bunu biliyorsunuz. Karl’ın son zamanlarda bana karşı gösterdiği sevgiyi unutmayacağım. Sizler için tek dileğim hayatınızın benimkinden daha mutlu olmasıdır. Çocuklarınıza dürüst olmayı öğretin; mutluluğu yaratan para değil, dürüstlüktür.Bunu kendimle denediğim için söylüyorum. Düştüğüm perişan hali, çektiğim acıları hep hafifletmişimdir. Canıma kıymayı düşündüğüm zamanlar beni bundan hep, sanat aşkıyla birlikte, bu dürüstlük aşkı alıkoymuştur. Mutlu olun, birbirinizi sevin, bütün dostlarıma şükranlarımı bildirin, özellikle Prens Lichnowski ile Prof. Schmidt’e. Prens’in bana hediye ettiği çalgıları ikinizden biri saklasın. Sakın bunlar aranızda kavga konusu olmasın. Sıkıntıya düşerseniz satın. Mezardan da size bir yardımım dokunursa çok sevinirim. Şimdi hazırım artık. Kaderin bana karşı böylesine sert davranmış olmasına rağmen, ölüm’e doğru seve seve uçabilirim. Yalnız, isterim ki ölüm bütün gücüyle sanat yeteneğim kendini tam gücüyle göstermeden gelmesin. Gene de, ne zaman gelirse gelsin, sevinçle karşılayacağım; çünkü beni umutsuz bir acıdan kurtaracak. Evet, ne zaman istersen gel, ey ölüm! Korkusuzca bekliyorum seni.

Allahaısmarladık! Beni unutmayın. Bu dünyadan çekilip gittikten sonra ara-sıra beni hatırlayın, düşünün; çünkü ben bütün ömrümce sizleri mutlu kılmanın yollarını aradım. Mutlu olun !

Heiligenstadt,

6 Ekim 1802,

Ludwig van Beethoven

Hazırlayan: Derya Önel

(Kaynak: Beethoven Mutlağın Gücü, Philippe A. Autexıer, Yapı Kredi Yayınları, 2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir