Yakın tarihte yaşadıklarımızın yazılı metinlere yansıyışı hem dilimizde bir süredir yer eden “resmi tarih” tanımına yol açtı, hem de yazılı tarihlerin doğruluğuna güvenimizi sarstı. Oysa incelendiğinde fark edilir ki Osmanlı döneminde yazılan tarihlerin çoğu, günümüz liselerinde okutulanlardan çok daha yansız hatta gerçekçidir.

Osmanlı Devleti’nde döneminin olaylarını saptayarak yazmakla görevli olanlar Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşturulmuş “vakanüvis” [olay+yazıcı] adıyla anılırdı. İlk resmi vakanüvis Mustafa Naîmâ Efendi (1655, Halep-1716, Patras) ilk vakanüvis tarihi de 18. yüzyılda yazılan Nâimâ Târihi’dir. [Son vakanüvis tarihi Ahmet Lütfi Efendi’nin (1814-1907) yazdığı Lütfi Târihi’dir (1825-1848). Son vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey’in (1853-1925) tarihi ise basılmamıştır.

Nâima iyi bir araştırmacı ve usta bir yazıcıdır. Yanında çalıştığı Amcazade Hüseyin Paşa, onu kütüphanesindeki Şârihu’l-Menârzade Ahmet Efendi’nin yazdığı, 1591-1659 yılları arasındaki olayları aktaran tarih kitabı müsveddesinin derlenip toplanması, yeniden kaleme alınmasıyla görevlendirdi. Nâimâ, uzun araştırmalar ve çeşitli kaynaklara dayanarak metni yeniden yazdığında ortaya özgün bir tarih çıktı.

Edebiyatın çalışma odası kahveler, edebiyatçılar müdavimi oldukları kahvelerden ayrılmazdı. Orada oturur, yazar, arkadaşlarıyla görüşür, hayranlarıyla buluşurlardı. Sait Faik, Behçet Necatigil, Naim Tirali ve Kenan Harun Elit Kahvesi’nde (soldan sağa).

Naîmâ’nın farkı
Naîmâ, genellikle sarayda gelişen olayları aktarmaktan korkan meslektaşlarından farklı davranır. Yazdıklarında olaylar bir roman canlılığı kazanır. Mesela III. Ahmet’in tahta geçtiğinde on dokuz erkek kardeşini nasıl idam ettirdiği, idam edilen en büyük şehzade Mustafa’nın kara yazısına ilenişi, III. Mehmet’in Haçova’da savaştan korkarak ayrılmak isteyişi…

İyi bir şair ve edebiyat tarihçisi olan Behçet Necatigil, döneminin en yaygın iletişim aracı olan radyoyu bir sanat yaygınlaştırıcı olarak görmüş, radyo oyunları ve radyo tiyatrosu programları yazmıştı. Bence bu radyo oyunları arasında Yıldızlara Bakmak, Kadın ve Kedi şiirsel yanlarıyla büyüleyici, Ertuğrul Faciası, Naîmâ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Necatigil’in araştırmacı ve yaratıcı kişiliğiyle akıcılık kazanmış eğitici program örneklerindendir.

Naîmâ, özenli bir biçimde yeniden basıldı. Necatigil’in öğrencilerinden Selim İleri, onun yirmi altı bölümlük bu radyo tiyatrosu uygulamasına yazdığı önsözde, Necatigil’in radyo oyunları için Doğan Hızlan’a söylediklerini aktarıyor:

“Radyo oyunları bence şiirin uzantısı, yani şiir ne de olsa boyutları kısıtlı bir edebiyat türü. Radyo oyununda biraz daha açılmak mümkün .(…)Radyo oyununu ben şiire en uygun bir tür olarak alıyorum. Ama radyo oyunu derken, skeçleri uzakta tutuyorum bu tanımdan. Radyo oyunu şiir gibi sesten, imajdan ve mesajdan kuvvet alan, bu ögeleri yoğunlaştırdığı oranda şiire yaklaşan bir tür.”

Selim İleri’nin Behçet Necatigil’in Naîmâ uyarlaması için değerlendirmesi şöyle: “Usta Necatigil, Naîmâ Tarihi’nden daha çok savaş, kuşatma, yükseliş-düşüş sahnelerini uyarlamış radyoya; bu tarihte yer alan kişisel portrelere uzak durmuş. Tarihçinin kendine özgü, yaşanmışçasına kaleme getirilmiş üslubunu, hele o yüzyılın Türkçesini titizlikle korumuş. Öyleyken hem Naîmâ’nın, hem o çağın duyuş-düşünüş dünyasını bizden esirgemememiş.

Yirmi altı bölümlük Naîmâ bugün, geçmiş zaman birikimlerimizin , değerlerimizin günümüze nasıl kazandırılacağına yetkin bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.”

“Sade fakat nükteli ve imalı ifade”
Naîmâ Tarihi’nin ününü günümüze kadar getiren Prof. Cavit Baysun’a göre renkli anlatımı, hikaye edişi, olayların iç yüzünü anlatan ayrıntılara dikkati yanında dönemine göre “sade, fakat nükteli ve imalı ifadesi”dir. Necatigil’in Naîmâ uyarlaması III. Murat döneminde bir sipahi (atlı asker) ayaklanmasıyla başlıyor. Ferhat Paşa ile Siyavuş Paşa arasında sadaret değişimlerine yol açan bu ayaklanma traji komik bir biçimde dağıtılır. Paşaları, kendi ağalarını hatta padişahın yazılı emrini dinlemeyip sürekli defterdarın idamını isteyen asker kalabalığı sonunda çevreyi öylesine kızdırır ki, divan çalışanları ellerine odunlar alır, mutfak çalışanları kepçe, maşa, bahçe parmaklıkları vb. benzeri araçlarla bu yığının üstüne “Bre vurun, bırakmayın” diye yürür ve üçyüzü aşkın askeri öldürür:

NAÎMÂ: (anlatır) Dîvândakiler ve saray mutbağı hizmetkârları ellerine birer odun alıp, kimi mutbak âletlerin ve kimi bahçe parmaklıkların koparıp, sipâhîler üzerine koyuldular. Zarurî, (zorunlu olarak) yüzleri dönüp anlar dahî ardlarından erişip bir hoş giriştiler. Ol zaman, kargaşalıkta meğer saray mutbağına odun getirmiş arabalar orta kapıda bulunup yolu kapamağla, kaçanlar taşraya (dışarıya) yol bulamayıp, birbirin çiğneyip basarak, taşra can atıp, ol kargaşalıkta kapı arasında 357 âdem ayak altında ölüp gidip, bâkîleri (kalanları) güç ile canların kurtardılar. Belâ, bu yoldan def’ olundu, lâşeleri (leşleri) toplanıp deryâya döküldü. Yeniçeri Ağası gelip taşrada olan seyirci cem’iyyetini (topluluğunu) dağıtıp yol açılmağla dîvân eshâbı (üyeleri) çıkıp gittiler. Ol korkak taifenin (grubun) böyle sindirilmesine Sultan-ı cihan hazretleri ziyâde memnun olup Siyâvuş Paşaya güzel bir kaftan ihsân ettiler ve sipâh ulûfeleri için hazır duran iaşeleri evvelki gibi dağıttılar.

Ayaklanmalar, hileler, kelleler
Behçet Necatigil’in bu çalışması, sonundaki sözlüğün de rahatlığıyla ilgiyle okunacak bölümlerden oluşuyor. Hasan Paşa, Koca Sinan Paşa’ya Belgrad’da karşısındaki kuvvetlerinn zincirle birbirine bağlı asker ve atlardan oluştuğunu, bu yüzden yenildiklerini anlatıyor. II. Osman’ın Yedikule’de yeniçerilerce öldürülüşü, Kuyucu Murat Paşa’nın cellatların öldürmediği çocuğu eliyle boğuşu da anlatılan olaylar arasında. Ancak kitabı bitirdiğinizde aklınızda isyanlar, başarı sarhoşluğuyla uyuşmaya yanaşmayışlar, dinlenmeyen emirler ve kurulan tuzaklar kalıyor. İsyancılarla başa çıkılamayınca verilen rütbeler, çekilen ziyafetler, sofra başında bir işaretle öldürülenler hatırlanılıyor.

Kellesi kesilen birinin ölüsünün at sırtında surları aşışı kalıyor aklınızda. Bir mızrak üstünde kesik bir baş sırıtıyor. Bir devletli yakın adamlarınca tabutla bir başka semte kaçırılıyor. Rüşvetçi bir paşa için inşa ettirdiği sarayın parasını alamayan bir faizci, binaya eklettiği bir dehlizle inşaatın aslında padişah sarayını basmak için yapıldığını ihbar ediyor. Selim İleri’nin sözlerini yineliyorsunuz: “Naîmâ, bugün, geçmiş zaman birikimlerimizin günümüze nasıl kazandırılacağına yetkin bir örnek.”

SENNUR SEZER
sennursezer@gmail.com

13.02.2015 http://kitap.radikal.com.tr/

NAÎMÂ
Behçet Necatigil
Everest Yayınları
2015, 335 sayfa

Previous Story

Charles Dickens’ın, gençken aşık olduğu kadına şiirler yazarak edebiyata ilk adımı attığı ortaya çıktı.

Next Story

Tarihin en önemli haritaları bir kitapta toplandı. İşte bazıları…

Latest from Behçet Necatigil

Behçet Necatigil – Haldun Taner

“Düz beyaz kâğıtlarda birkaç satır siyah Bir zaman yaşadığımızı hatırlatır siyah” diyordu bir şiirinde. Çok satırlar bıraktı yaşadığını hatırlatacak. Bir ömür boyu şiirle övür oluşun, şiir nefes

Varlıkla yokluk arasında – Sadık Güvenç

Sadık Hidayet’in 1937’de yayımladığı romanı Kör Baykuş, Behçet Necatigil tarafından çağdaş İran edebiyatından Türkçeye çevrilen ilk romandır (1977 Varlık Y.) Roman kahramanı bir düş
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ