Behiç Ak: Gülümseten Öykülerin Güzel Kalpli Yazarı

Bir çocuk ve iki yetişkinin resmedildiği bir çizim var karşımda. Adı “Geleceğe Borçlanmak”. Yetişkin birer kadın ve erkek, kafasını yukarıya kaldırmış ve yüzlerine adeta haykırırcasına bakan çocuğu dinlemekte. Çocuğun ağzından çıkan hiçbirimizin reddedemeyeceği bir gerçek: “Bana çok şey borçlusunuz!” Yaşantımızın her günü yüz yüze geldiğimiz bu gerçek Behiç Ak’ın Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan karikatür kitabındaki güzelim karikatürlerden birinde.

Çok şey borçluyuz çocuklara ve bu borç her saat artmakta, her gün değil. Oyuncakla, dondurmayla, şekerle, balonla ödenebilecek bir borç değil. Tebessüm lazım. Kahkaha lazım. En sesli, en sıcak olanlarından. Behiç Ak bu borcun yükünü omuzlarından atabilenlerden. Gülümseten Öyküler dizisi, sayısız gülümseme döküyor sayfalardan yaşamlarımıza. Yere, göğe, ağaca, toprağa, yaprağa, suya… Meğer ne kadar çok güzellik varmış fark etmemiz gereken. Güzellikler bu kadar yanı başımızda olduğu için midir fark etmememiz yoksa çoktan güzel bakan gözleri iki yuvarlak organa dönüştürdüğümüz için midir bilinmez ama Gülümseten Öyküler kitaplarını okurken hissettiğimizin kendimize kızgınlık olduğu kesin.

Hadi başlayalım güzelliklere bir göz atmaya. Satırdan satıra zıplayıp, sayfadan sayfaya koşmaya… Behiç Ak bir merdiven uzatmış bize Geçmişe Tırmanan Merdiven‘de. Uçurumun ortasına inşa edilmiş, yormayan bir merdiveni kullanarak öyküdeki gülümseyen yüzlere merhaba diyoruz. Hep bir yerlere ulaşmayı anlatır merdiven. Zamanlar arasında dolaşmayı. Geçmişe misafir olmayı, geleceğe çat kapı yapmayı. Küçük Doğaç elimizden tutuyor ve başlıyoruz gezmeye. Ağaçların dallarına tırmanıyoruz sıklıkla. Pısırık’ın yumuşak tüylerine yaslıyoruz kafamızı, ne de olsa merdiven çıkacağız. Doğaç ağaç tepelerinin misafiri, renkli hayatın sevimli gözlemcisi, gözlerimizin gördüğü yaramaz bir güzellik. Doğaç’ın gözlemleri içinde uzun süre kalamaz, dökülür sayfalara harf harf. Bir masal yaratır Doğaç. Önce aklında yazar masalın hikayesini, elimizdeki sayfalarda satırları farklı renklere boyar sonra. Masalın içinden de başka bir öykü çıkar. Doğaç’ı saklı bir geçmişe basamak basamak tırmandıran merdivenin ucunda yazılacak yeni kitaplar vardır. Babasının yokluğuyla değil, başarısıyla fark edilmek isteyen küçük Doğaç’ı kitap sonunda alkışlama mutluluğu hediye edilir bize. Doğaç insanlardan uzaktır belki ama ağaçların dallarını evi eylemiştir ki dünyaya daha güvenle bakabilsin. Ağacın dallarına sarılan Doğaç’a görünen dünya “pisipisi otlarından ok” yapılan, makasından güzel sözcükler dökülen terzisi olan bir yerdir. Ağaçların dalları öyle bir dünya sunar ki Doğaç’a, bakmak sadece bakmak olmaktan çıkar. Bakmak gülümsemenin ilk adımıdır artık.

Madem dünya bakıldıkça güzelleşen bir yer o zaman şu adını kimsenin doğru yazamadığı ünlü İngiliz oyun yazarına selam ederek diyelim ki “dünya bir oyun sahnesidir” ve başlayalım Akvaryumdaki Tiyatro‘yu izlemeye. Bir cennete benzetilen Balıklı Köyü’ne gidelim. Canlıların insan, hayvan, bitki gibi kategorilere ayrılmadığı bir yer burası. Her canlı biricik. Sokaklarında Martin’in kemanının sesinin duyulduğu kıpır kıpır bu köyde çocuk olup da Martin’i dinlemeyen, ondan şarkı öğrenmeyen yok. Bu kitapta da ağaçlar herkes için çok iyi arkadaş, pek iyi bir sığınak. Ağacın gölgesinde oturup izlediğiniz dünyada “mutluluk rüzgar olup esiyor”. Hediyeler getiriyor Martin’e. El emeği, göz nuru hediyeler. Muhtar Semih Bey’in Martin için sepet ördüğünde, görünmez bağlar da örüyor aslında. Martin, Balıklı Köy’den neden ayrılamadı sandınız? El emeği göz nuru bir hamam kesesinin sıcaklığı yayılır bu sevgi bağının birbirine bağladığı mis kokulu yüreklerden. Martin, arkadaşı Ted’e yazdığı bir mektupta küçük Zühtü’den bahseder. “Balığına kendi ismini verecek kadar seven bir çocuk daha neler yapmaz ki?” diye sorar. Biz, Balıklı Köy’ün güzelliklerini okurken daha da genelleştiririz bu soruyu: Sevgi dolu bir çocuk yüreği ne güzellikler bırakmaz ki bu dünyaya? Karla birlikte kötülükler de eriyip gitmez mi? Martin’in kemanının ezgilerinin, Zühtü’nün bakışlarının sıcaklığının dolaştığı bu köyde “susmak da bir anlatım biçimi” olabiliyorsa eğer, sessizlikte duyumsarız biz de dokunmanın yumuşaklığını ve görmek için bakmanın huzurunu. Unutmadan ekleyelim, Akvaryumdaki Tiyatro’da “Dünyanın en komik oyunu” oynanıyor. İzlemek isteyenler içinse ülkenin her yerinden köye otobüs ulaşımı sağlanıyor. Diğer güzel ayrıntılar kitapta.

Birbirine sımsıkı bağlarla bağlanan insanlar küser mi birbirine? Maalesef küser. Neyse ki Tamirci Kadir Bey var. Güneşi Bile Tamir Eden Adam kitabının bizi gülümseten iyi kalpli insanı. Alet tamir eden elleri, insanları barıştıran sıcacık bir yüreği var. “Damlatan musluklara” benzer kötüye giden ilişkiler. Gerekli olan şey biraz “pas sökücü” değil de nedir? Kitabın bir özelliğinin gülümseten öykülerden oluşması boşuna değildir elbette. Sıcak bir gülümseme yeter, sevgi dolu bir sözcük çözer tüm o pasları. Ancak biz rahat durmayız. Huyumuz böyle; illa ki bir pürüz bulacağız düzgün giden her şeyde. Herkesi bu kadar çok düşünen Kadir Bey, herkes tarafından sevilmez ne yazık ki. Ne de olsa bozulan her eşyayı tamir eden birisidir. Oysa insan hep yeni eşyalar ister. Kadir Bey mutlaka çok iyi birisidir ama insan yeni eşya satın almadan mutlu olur mu hiç? Kadir Bey’in yaşadığı adada bu soru herkes tarafından sorulur aslında. Cevabı bulmak için de Kadir Bey mecburen bir süreliğine öykümüzden uzaklaştırılır. O olmadan sayfalar birbirine karışır sanki. Bir curcuna, bir kıyamet. Para harcamak için kuyruklar oluşturan insanlar dolaşır satırlar arasında. İçimiz sıkılır. Kadir Bey’in görüneceği sayfaları bekleriz umut içinde. Biz bekleyeduralım Kadir Bey yine kalbinin güzelliğiyle gülümsetmektedir etrafındakileri. Nasıl diye sormayın.

Bence şöyle yapalım: Gövdesine sarılacak bir ağaç bulalım önce, dalına tırmanmasanız da olur. Altına oturup gökyüzünü izleyelim. Doya doya. Gülümseyerek. Sonra çantamızdan Gülümseten Öyküler kitaplarından birini çıkaralım. Artık hangisini isterseniz. Nasıl ki Martin Balıklı Köy’den gidememişti, biz de sadece bir kitap okuyarak kalkamayacağız o ağacın altından. Birken iki, ikiyken üç olacak Behiç Ak’ın kitapları çantamızda. Kitapların son sayfası da okunup kapandığında kocaman bir gülümsemeye dönüşecek arka kapak. O zaman satırları okurken kafamızda beliren soruya evet diyeceğiz gülümseyerek: Dünya, bir ağacın gövdesine sarılıp bir kediyi okşadığımızda cennete dönüşmez mi zaten?

Yasemin Yılmaz
(http://www.yalnizlarmektebi.com/, 16.10.2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir