Bir Doğu Masalına Gizlenmiş Ütopik Gerçekler – Muhsine Helimoğlu Yavuz

Bilindiği gibi, söz yazıdan önce gelir. Böyle olunca da yazılı edebiyat türlerinden önce, sözlü halk anlatıları yaratılmıştır. Bu halk anlatılarının başında da masallar, efsaneler, destanlar, halk hikâyeleri, türküler, ninniler, maniler, bilmeceler, gülmeceler gelir.
Bu anlatılar içinde masallar, dil ve anlatımlarının akıcılığı, rengi, kapsamlarının genişliği, coğrafyalarının sınır tanımazlığı, olaylarının olağanüstülüğü nedeniyle elde edilen aksiyon özgürlüğü, kahramanlarının aklar-karalar, iyiler-kötüler olarak yalın bir şekilde iki kutupta toplanmalarıyla öteki halk anlatılarından daha büyük bir evrensel coğrafya çizmişler ve dünya halkları içinde de haklı bir önem ve yaygınlık kazanmışlardır. Önemleri ve yaygınlıkları nedeniyle de, toplumlar üstünde, daha etkili olmuşlardır. Böylesine önemseniş ve etkileniş ise, masalların halka yönelik iletilerinden ve bu iletilerden oluşan eğitimsel işlevlerinden kaynaklanır.
Bu konuda William R. Bascom, ?Four Functions of Folklore? adlı makalesinde, M. J. Herskovitz?in şu görüşüne yer veriyor: ?Önemli sayıdaki halk anlatılarının, halkın kendini edebi olarak ifade etmesinden, daha fazla bir anlamı vardır. Aslında, gerçek anlamda halk anlatıları, sistematik olarak incelendiğinde, bir halkın kendi yaşam biçimiyle ilgili derinlemesine bilgi veren etnografyasıdır? (1).
Sonra da O. F. Raum?un şu görüşüyle devam ediyor: ?Halk anlatılarının öteki işlevi, özellikle okuma yazması olmayan toplumlarda, eğitim konusunda oynadığı roldür. Pedagojik araç olarak, halk anlatılarının birçok formlarının önemi, dünyanın birçok yerlerinde belgelenmiştir ama, belki de bu konuda en kapsamlı olanı Raum?un Doğu Afrika?da Chagalar?da, eğitim konusundaki incelemesidir. Burada küçük çocukları disipline etmek için, bizim gulyabani öykülerimiz gibi, canavar masalları kullanılır ve onları iyi huylu çocuklar yapmak için ninniler söylenir. Daha sonraları çalışkanlık, evlat sevgisi gibi genel tutum ve ilkeleri fikirlerine sokmak, tembelliği, isyankârlığı ve züppeliği aşağılamak için, ahlaki noktalar içeren fabllar ve halk masalları sunulur. (?) Jicarillo Apacheleri arasında ise, yanlış bir davranışı, azarlayarak uyarmak için, hareketi yapanı incitecek şekilde, sana masal anlatacak büyüklerin yok muydu demek, yeterli olabilir? (2).
İşte bu halk anlatılarının ve özellikle de masalların, bireyin gelişimine ve ?çocuk toplumlar?ın eğitimine katkıları, içerdikleri mesajlar-iletiler aracılığıyla gerçekleşir. Bu iletiler;
a) Etik,
b) Psikolojik,
c) Sosyolojik,
d) Ekonomik,
e) Öteki iletiler olarak, beş grupta toplanabilir.
Bu iletiler konusunda ilk çalışma olan, ?Masallar ve Eğitimsel İşlevleri? (Ürün Yay., Ankara 1997, 2. Baskı 1999, 3. Baskı Kültür Bakanlığı, 2002) adlı kitabımda, hazırlayarak 90 masala uyguladığım 517 maddelik ?Halk Anlatılarının Mesaj-İndeksi? incelendiğinde, ortaya o anlatıları-masalları yaratan toplumların, bir ölçüde de olsa etik, ekonomik, sosyolojik, psikolojik haritalarının çıktığı görülmektedir. İşte bu ileti haritaları da, o toplumun bireylerinin, gelişimini ve eğitimini belirleyen önemli verilerden birisini oluşturur.
Yalnız, halk anlatıları bu iletileri doğrudan değil, dolaylı olarak ?örtük transaksiyon? yoluyla verir. İşte bütün mesele, bu örtük transaksiyonun dilini bilip, o görünmezi görebilmek, o söylenenin ardındaki açıkça söylenemeyeni, yani satır aralarını okuyabilmektir.
İşte bu bildirimde, geliştirdiğim bu yöntemi kullanarak, ?Pıspısa Hanım ile Siçan Solub Bey? adlı Azeri masalının psikolojik çözümlemesini yapacağım. Önce, Anadolu?da birçok varyantı olan, benim de ?Pezoz Bacı ile Sıçan Bey? adıyla dinlediğim bu masalın tam metnini, Azerice olarak vereceğim.

PISPISA HANIM İLE SİÇAN SOLUB BEY
?Biri var idi biri yoh idi, bir Pıspısa Hanım dozangurdu düz hatun var idi. Bir gün Pıspısa, ere getmek fikrine düştü. Geyindi kecindi, bezendi düzendi, evinin gabağında olan bir tepeye çıhıp, berkden dedi:
– Ere gedirem, ere gedirem / Er olmasa gora gedirem.
Bir odunçu yol ile keçirdi, onun sesini eşidib dedi:
– Pıspısa Hanım, düz hatun, mene gelersen mi?
Pıspısa Hanım dedi:
– Meni döymek isteyende, neynen döyersen?
Odunçu dedi:
– Baltaynan.
Pıspısa Hanım dedi:
– Yeri yeri, men senin tayın deyilem.
Odunçu çıhıb getdi. Pıspısa yene ohumağa başladı:
– Ere gedirem, ere gedirem / Er olmasa gora gedirem.
Bir kürekçi, onun sesini eşidib dedi:
– Pıspısa Hanım, neste hanım, mene gelersen mi?
Pıspısa Hanım dedi:
– Meni döymek isteyende, neynen döyersen?
Kürekçi dedi:
– Küreknen.
Pıspısa Hanım dedi:
-Yeri yeri, men senin tayın deyilem.
Kürekçi getdi, Pıspısa Hanım yene başladı:
– Ere gedirem, ere gedirem / Er olmasa gora gedirem.
Siçan Solub Bey oradan keçirdi. Bahıb ne gördü? Pıspısa Hanım bezenib düzenib, geyinib keçinib, ele hey deyir:
– Ere gedirem, ere gedirem / Er olmasa gora gedirem.
Siçan Solub Bey ona dedi:
– Salameleyküm. Dozangurdu düz hatun, Pıspısa Hanım, neste hanım, sevgilim, canım, ruh-i revanım, can-i cananım, tab-i tuvanım, kefin halın? Hemişe belece, kefde gezmekde, seyr-sefada.
Dozangurdu düz hatun, Siçan Solub Beye, yahşı yahşı bahıb gördü. Siçan Solub Bey, ne Siçan Solub Bey… Geyinib bezenib, şir kimi guyruğun atıb küreyine, gulagların dik tutub. Rüstem-Zal kimi, bığlarını burub, ele bilirsen dünya bunundu. Döşü ağ, gözleri gara, bahan deyir, bir de bahım. Pıspısa Hanım dedi:
– Ay eleykümessalam. Dişleri mihek, gıçları direk, hamıdan göyçek, kefin kökdü mü, damağın çağdı mı, canın başın sağdı mı?
Siçan Solub Bey dedi:
– Sağol Pıspısa Hanım, eziz canım, de görüm, mene gelersen mi?
Pıspısa Hanım dedi:
– Meni döymek isteyende, neynen döyersen?
Siçan Solub Bey dedi:
– Eziz canım, seni döymerem, döysem de guyruğumu batırıram hanımların sürmedanına, gözlerine sürme çekerem.
Pıspısa Hanım dedi:
– Sene gederem, canımı gurban ederem.
Her ikisi razı oldu. Toya sazende kepeneyi, hanende cırcıramanı çağırdılar. Yeddi gün, yeddi gece toy oldu, dırıng-ha-dırıng… Pıspısa Hanım?ı, Siçan Solub Bey?in evine getirdiler. Çoh mehebbetli oldular. Yeyib, içib kef elediler.
Günlerin bir günü, Siçan Solub Bey, Pıspısa Hanım?a dedi:
– Menim ruh-i revanım Pıspısa Hanım. Sen otur evde, men gedim şah evine, sene noğul, nabat, şirin, her cüre huşkeber getirim. Goy yanına, könlün istedikçe at ağzına hımırtdat.
Pıspısa Hanım dedi:
– Get amma tez gel. Senin ayrılığına döze bilmerem.
Siçan Solub Bey dedi:
-Tez gelerem ezizim.
Siçan Solub Bey, Pıspısa Hanım?la öpüşdü, görüşdü, yola düşüb şah evine getdi. Pıspısa Hanım evde oturub, onun yolunu gözlemeye başladı. Gözledi, gözledi, ahırda lap darıhdı, öz özüne dedi:
– Siçan Solub Bey gelince, durum onun paltarını aparım, deve izi derin gölde yuyum, serim, gurudum, gelende geysin eynine, üstü-başı tertemiz olsun.
Siçan Solub Bey?in paltarlarını götürdü, apardı yumağa. Yuyanda, ayağı sürüşüb düşdü, deve izi derin göle. Çoh çabaladı, ne geder elleşdi, sudan çıha bilmedi. Deve izi derin gölde, az galdı boğulsun. Bir de gördü, yol ile bir neçe atlı gedir. Görek, atlılara ne dedi:
– Tappır tuppur atlılar / Golları bazbendliler, / Şah evine gedersiz, / Siçan Bey?e deyersiz: / Pıspısa püste hanım, / Dabanı neste hanım, / Düşüb deve gölüne, / Boğulur heste hanım…
Atlılar o yana bahdılar, bu yana bahdılar, heç kesi görmediler. İstediler getsinler. Pıspısa Hanım yene başladı, hemin sözleri ohumağa. Atlılar ora-bura bahıb gördüler ki, onlarla sifariş gönderen Pıspısa Hanım?dı. Düşüb deve izi derin göle, boğulur. Bunları görende, Pıspısa Hanım bir de dedi:
– Saçı uzun saray hanım, / Donu uzun daray hanım / Dozangurdu düz hatun, paltar yuduğu yerde, sürüşüb düşüb deve izi derin göle, boğulub ölür, durmasın özünü tez yetirsin…
Atlılar, düz şah evine getdiler. Pıspısa Hanım?ın dediklerini orada danışdılar. Siçan Solub Bey, şirni goyulan gabın içinde idi. Pıspısa Hanım üçün, honça bağlayırdı. Atlılardan bu heberi eşiden kimi, sandıgdan çıhdı. Yola düşüb, özünü Pıspısa Hanım?a çatdırdı. Gördü Pıspısa Hanım, deve izi derin gölde batır-çıhır. Az galır ki boğulsun.
Sıçan Solub Bey, elini uzadıb dedi:
-Elini mene çekerecek.
Pıspısa Hanım dedi:
-Yeri yeri, menciyez senden küserecek…
Siçan Solub Bey yene dedi:
-Elini mene çekerecek.
Pıspısa Hanım dedi:
-Yeri yeri, menciyez senden küserecek…
Siçan Solub Bey yene dedi:
-Elini mene çekerecek.
Pıspısa Hanım yene dedi:
-Yeri yeri, menciyez senden küserecek…
Siçan Solub Bey?in acığı dutdu, bir ovuç palçıg götürüb çırpdı dozangurdunun başına, dedi:
-Küsereceksen küserecek, / Üstüne palçıg eşerecek.
Dozangurdu düz hatunun, oradaca canı çıhtı. Siçan Solub Bey de çıhıb, evine getdi? (3).

MASALIN PSİKOLOJİK ÇÖZÜMLEMESİ
Anlatıya düz mantıkla bakılıp, yüzeysel bir değerlendirme yapıldığında, bu masalın iletisi ?Fazla naz, âşık usandırır? iletisiyle saptanabilir, ama bu aynı zamanda yalnızca gösterileni görmek ve işin kolayına kaçmak olur elbette… Oysa, bilimsel yöntemle bir çözümlemeyle, görünürde söylenenin satır araları dikkatle okunduğunda, şu saptamaları yapabiliriz:

Kadına geleneksel kabuktan çıkış yolu önerisi
1) Daha anlatının girişinde, çok dikkati çeken bir olgu olarak, evlenmek isteyen kadının bunu açıkça, hem de evinin önündeki bir tepeye çıkıp, yüksek sesle herkese duyurmasını görüyoruz. Oysa, geleneksel Türk toplumlarında, bir kızın veya kadının evlenmek istediğini söylemesi, en azından ayıp sayılır ve toplumun değer yargılarına, son derece ters düşen ayrıksı bir davranış biçimidir. Çünkü bu öneri daima erkekten gelmelidir. Gelenek ve göreneklere ters düşer gibi görünen bu ayrıksı tutum, aslında çok önemli bir ileti içermektedir. Şöyle ki; birisiyle evlenmek, mutlu olmak isteyen bir kadın pasif kalmamalıdır. Önerinin karşıdan gelmesini beklerse, bu öneri hiç gelmeyebilir ve bu nedenle de elini uzatsa yakalayabileceği mutluluk, yanından geçer gider. Görüldüğü gibi, toplumun erkeğe biçtiği bu rol ve ondan beklenen bu davranış biçimi, bu masalda altüst edilmiş ve çok daha gerçekçi bir işlevsellik kazandırılmıştır. Bu masal da gösteriyor ki, halkın sağduyusu, geçerliliğini yitirmiş, günün koşullarına ters düşen gelenekleri elemine edecek; her gerçekçi, güzel, yararlı yeniliğe, uygulamaya açıktır. Böyle ayrıksı halk masallarının olması, değiştirilmesi gereken ve istenen bazı değer yargılarının olduğunu müjdelemesi bakımından, oldukça ilgiye değer, önemli bir olgudur. İşte masallar bu ?transformasyonu?, bu değişimi, geleneksel toplumun da fazla gözüne sokmadan, bir şekilde dolaylı olarak yaparlar. İşte tüm bu nedenlerledir ki, bu masalda da evlenme isteğini yüksek sesle açıklayan bu dişi, bir insan değil Pıspısa Hanım adında bir böcektir. Bu aykırı davranış, masallarda çok görülen bir ?antropomorfizm? gerçekleştirilerek, böceğe yüklenmiştir. Öyleyse, Pıspısa Hanım burada yalnızca iletiyi yüklenen bir ?araç? yani bir ?transformatör? konumundadır. İşte tam bu noktada anlatı, belirgin bir paradoksu içinde barındırarak, bir yandan gelenek-göreneği, görünüşte de olsa yine korur gibi yaparken, bir yandan da bu geleneğe bağlı olarak, toplumun kadın üstündeki baskısına karşı, kadın bireye bir çıkış yolu sunmaktadır. Öyleyse, bu anlatıyı yaratan toplumların temel sorunlarından biri olarak gördüğü, kadın bireyin de evlenme isteğini dillendirme özgürlüğüne sahip olabilmesidir.

Eşini seçebilme özgürlüğü
2) Bunu sağladıktan sonra anlatıda, yine yukarıda belirttiğim antropomorfizm yoluyla, Pıspısa Hanım?a ikinci bir radikal adım daha attırılır. Şöyle ki; kadın birey yalnızca evlenme isteğini belirtmekle kalmayacak, eşini de kendisi seçme özgürlüğüne sahip olacaktır. Bunun için de eş adaylarını bir sınavdan geçirecektir. Eş adaylarının genellikle aile büyükleri veya bir aracı tarafından belirlendiği toplumlarda, çoğu kez bu uygulamalardan doğan sağlıksız, kimi zamanlarda da trajik sonuçlar düşünüldüğünde, bu adımın- iletinin önemi ve gerekliliği çok daha iyi anlaşılacaktır.
Birçok geleneksel toplumda sorun olan bu uygulamayı, ünlü Rus yazarı Tolstoy, dünya klasiklerinin başında gelen Anna Karenina adlı romanında evlenme çağına gelmiş genç ve güzel Kitty?nin annesi Prenses Cherbatzky?nin şahsında şöyle dile getirir. ?… Artık eskisi gibi evlenilmiyor diyorlardı. Peki şimdi nasıl evleniliyordu? Prenses kime sorsa, bunun yanıtını alamıyordu. Çocuklarının yaşamını belirleme hakkını anne-babaya veren, Fransız gelenekleri kabul edilememişti. Genç kızlara kayıtsız şartsız serbestlik veren İngiliz gelenekleri ise kabul edilemezdi. Bir çöpçatanın aracılığı ile evlenmeyi gerektiren Rus geleneklerine ise barbarlığın bir kalıntısı olarak bakılıyordu. Bununla herkes alay ediyordu. Prenses de katılıyordu bu alaylara. Öyleyse ne yapmak gerekliydi? Kendisiyle konuşan insanlar, bu eski düşünceleri bırakmalı. Genç kızlar, evlenecekleri insanları kendileri seçmeliler. Bu, ana-babanın işi değildir diyorlardı. Kızları olmayanlar için, bu düşünceleri ileri sürmek kolaydı. Prenses, Kitty?yi arkadaşları ile serbest bırakmakla, onun, kendilerinin hoşuna gitmeyecek bir adama âşık olabilmesi tehlikesini göze aldıklarını biliyordu. Böyle bir adamın, iyi bir insan olmaması, yahut onunla evlenmek istememesi de mümkündü. Bu yüzden Prenses, evlilik sorunlarında, genç kızların kendi başlarına karar vermelerinin çok tehlikeli olacağına inanıyordu?(4).
Ne ilginçtir ki, Tolstoy kitabında olayları, Prensesin bu kaygılarını doğrular şekilde geliştirmiştir. Şöyle ki; romanın gelişiminde, ayakları yere sağlam basan, yapmacık sosyete hayatından nefret eden, köy yaşamını seçen gösterişsiz ama dürüst ve kendisine içtenlikle âşık bir soylu olan Levin?i, biraz da annesinin yönlendirmesiyle köylü ve kaba bulan Kitty; seçimini kentli soylu, sosyetik, yakışıklı, gösterişli Kont Wronsky?den yana yapar ama, sonunda Wronsky?nin kendisiyle yalnızca gönül eğlendirdiğini ve gidip Anna Karenina?ya âşık olduğunu görünce çok büyük bir hayal kırıklığı yaşar (Toplumsal bir değişimi ve dönüşümü yansıtan bu yenilikçi adımın ve sonuçlarının içerdiği paradoks, çözümlemenin sonunda ayrıca ele alınacaktır).
Çözümlediğim bu masaldaki Pıspısa Hanım?ın davranışları da halk anlatılarının, toplumsal yaşamdaki olması gereken bu değişim ve dönüşüme, halkın duyduğu gereksinimi yansıtması bakımından dikkate değer.

?Bana güzel şeyler söyle, isterse yalan olsun??
3) Yukarda, Pıspısa Hanım?ın eş adaylarını bir sınavdan geçirdiğini belirtmiştim. İşte tam bu noktada, eş adaylarına uygulanan sınavdaki ilk ve tek soru yani aynı zamanda da baraj sorusu, ?Dövmek istediğinde, eş adayının kendisini neyle döveceğidir??. Şimdi, bu soruya biraz daha derinlemesine yaklaşalım:
Bu sorudaki ?Beni dövmek isteyende, yani dövmek istediğin zaman? söylemi, sanırım anlatının en iç burkan, üstünde en çok düşünülmesi gereken noktalarından birisini oluşturur. Çünkü burada, ?Beni döver misin?? diye sorulmuyor. ?Eğer, dövmek istersen? diye de sorulmuyor. Yani soru cümlesi, böyle de başlamıyor. Doğrudan doğruya tam bir kabullenilmişlik ve öğretilmiş bir çaresizlikle, ?Dövmek isteyende yani dövmek istediğinde, neyle döversin?? diye soruluyor. Yani erkek kadını nasıl olsa mutlaka dövecektir, dövebilir; bu zaten toplumca yadsınmayan kabul görmüş, doğal bir geleneksel davranış kalıbı. Ama, hiç değilse ne ile döveceğini öğrenmek istiyor. Yani buradaki soru ?eylemin kendisine? değil, gerçekleştirilirken kullanılacak ?aracın türüne? yöneltilmiştir.
Her iki adaydan da aldığı, doğrudan ve yalın yanıtlar olan ?baltayla ve kürekle? dövüleceği bildiriminin karşısında, o adayları hiç ikircime düşmeden hemen eliyor. Çünkü, dövme eylemi için kullanılacak araçlar, gerçekten de çok acımasızca seçilmiş, ayrıca daha ilk balta ve kürek darbesinde, Pıspısa Hanım gibi minnacık, nahif bir hanımın yaşamının sonu olabilir. İşte, bu can derdiyle olmalı ki, adaylar daha ilk adımda ve başka özelliklerine bakılmadan kesinlikle eleniyor. Belki bu adaylar, niyetlerini böyle açıkça ve doğrudan söylemeseler, dövme aracı için daha insaflı, daha az yıkıcı nesneler kullanacaklarını veya yalan da olsa hiç dövmeyeceklerini söyleselerdi; yani ağızları Sıçan Solub Bey gibi yalandan da olsa biraz laf yapabilseydi, Pıspısa Hanım, onları reddetmeden önce biraz düşünebilirdi. Belki kabul bile ederek, çok bilinen bir şarkının tam bu durumu yansıtan dizelerinde olduğu gibi ?Bana güzel şeyler söyle, kalbim sevinçle dolsun / Beni sevdiğini söyle, isterse yalan olsun? tuzağına, Siçan Solub Bey?den çok daha önce düşebilirdi. Neyse ki adaylar, böylesine inceltilmiş bir kentli söylemine sahip değillerdi ve iyi ki de değillerdi. (Çünkü onlar Tolstoy?un Wronsky?sini değil, Levin?ini temsil ediyorlar. Bu anlatıdaki asıl Wronsky, Sıçan Solub Bey?dir).

?Görüntü?nün kandırma gücü?
4) Çünkü, anlatının ilerleyen bölümünde gördüğümüz gibi, Pıspısa Hanım için asıl tehlike, bu yapmacıklı, gösterişli, ikiyüzlü söyleme ve görünüşe sahip adaydan geldi. Bu, görünüş olarak son derece görkemli, öyleyse hali vakti de yerinde, ?Dişleri mihek, gıçları direk, hamıdan göyçek? yani herkesten yakışıklı adayın, ayrıca oldukça da inceltilmiş bir söylem biçimi vardı. Bir başka deyişle ağzı laf yapıyor ve asıl niyetini son derece ustaca saklayabiliyordu, yani bir bakıma ?takiyye? yapıyordu. Belli ki, kadınlar konusunda da deneyimli bir çapkındı. İşte bu ustalık sonucudur ki, sınav sorusuna verdiği ilk yanıt hemen ?Seni döymerem? oldu. Bu kadının, tam istediği, özlediği, yüreğinin derinlerinde istese bile düşleyemeyeceği kadar güzel bir yanıttı. Üstelik, daha sonra gelen yanıtın devamı, bir başka garantiyi de veriyor ve sözü çok daha inandırıcı kılıyordu. Şöyle ki: ?Döysem de, guyrugumu batıraram hanımların sürmedanına, gözlerine sürme çekerem.? Böylesi geleneksel bir toplumda ?dövmem? sözünün biraz boşlukta kalışının, yukardan atılmışlığının, inandırıcı olmayacağının o da farkını varıp, döverse de okşar gibi, süsler, püsler gibi döveceğini söylüyordu. Pıspısa Hanım, işte tam bu noktada, şarkıdaki ?Bana güzel şeyler söyle, isterse yalan olsun? tuzağına düştü. Bu gönüllü bir düşüştü belki de… Belki de içinde yaşadığı toplumun gerçekleriyle, yeterince yüz yüze gelmemiş, toy bir genç kızın düşüşüydü. Çünkü, o ne ?iştiyaklı? bir yanıttı öyle. ?Sene gederem, canımı gurban ederem.? Zavallı Pıspısa, sanki bu evliliğin sonunda, gerçekten de canından olacağını bilmiş gibi…
5) Sonra olaylar, gerçek hayattaki gibi gelişir. O ne görkemli bir düğündür öyle… ?Yeddi gün, yeddi gece, dırıng ha dırıng.? (Herhalde, bizim varsılların ve Suudi Şeyhlerinin Çırağan Sarayı?nda yaptıkları düğünler gibi, uzun süre dillerden ve magazin sayfalarından-ekranlarından düşmemiş olsa gerektir).

Yaldızlar dökülünce?
6) İlk balayı günlerinde her şey, büyük bir aşkla yolunda giderken, olaylar yine gerçek hayatta olduğu gibi gelişir ve günlerden bir gün, Sıçan Solub Bey, yine süslü sözlerin eşliğinde tam da demesi gerekeni deyip, yapması gerekeni yapar ve karısına, ?Ben şah evine gidiyorum, yani dışarıya yani gezmeye, eğlenmeye, başka maceralar aramaya gidiyorum; ama sen evde otur, beni bekle? der. Ayrıca ona, gelirken çeşitli armağanlar, yiyecekler getireceğini de söylemeyi unutmaz. Gerçekle karşılaşan Pıspısa Hanım, bilmezlikten görmezlikten gelip, beni de götür diyemez. O şah evi her neyse, ?Beraber gidelim, birlikte gezip tozalım, eğlenelim, yiyecekleri birlikte ?hımırtdatalım?? diyemez. Yalnızca ve yalnızca, ?Get amma tez gel, senin ayrılığına döze bilmerem? yani, ?Git ama çabuk dön, ben senin ayrılığına dayanamam? diyebilir.
7) Her şeyin farkında olan ve giden eşin yolunu uzun süre gözleyen Pıspısa Hanım, sonunda sıkılmaya ve huzursuz olmaya başlar. Kendini işe vurarak avunmaya çalışır. İçinde bulunduğu sıkıntıyla, giriştiği boyundan büyük işler arasında öylesine kendinden geçer ki, ayağı kayıp ?deve izi derin göle? düşer ve boğulma tehlikesi ile yüz yüze kalır. Görünüşte bir kaza olan bu göle düşme, acaba gerçekten bir kaza mıdır? Yoksa, erkeği eve döndürmeyi amaçlayan bir cana kıyım girişimi, bir umutsuzluk çığlığı mıdır? Eğlenmeyi avunmayı dışarıda arayan, yani gözü dışarda erkekler karşısında, kadınların bir zaman için ev işleriyle, çocuklarıyla avunmaya çalışmaları; ama giderek çözüm üretemedikleri bu sorun karşısında, çözüm olarak cana kıyım girişimlerinde bulunmaları ve ne yazık ki, çoğu zaman da canlarından olmaları, varlığını yadsıyamayacağımız gerçek bir olgudur.

Sıçan Solub Bey?e son bir şans?
8) İntihar edenlerin arkalarında bir mektup bırakmaları veya yalnızca blöf yapıyorlarsa, bu girişimlerini telefonla veya başka şekilde bir yakınlarına bildirerek, onlardan yardım istemeleri durumu da, buradaki Pıspısa Hanım?ın, yoldan geçen atlılarla kocasına haber göndermesiyle örtüşmektedir. Burada kocaya gönderilen haberin içeriği de ayrıca ilgiye değer. Çünkü burada kadın kendi özelliklerini, kendi değerini ?Boyu uzun burma hatun / Saçı uzun sırma hatun? diyerek, kocasına bir kez daha hatırlatmakta ve kendi değerini bilmesi, anlaması konusunda onu bir kez daha uyarmaktadır. Yine burada ?Senin çamaşırını yıkarken / Ayağı kaydı deryaya düştü? sözleri de tipik bir ?Ömrümü senin yoluna çürüttüm?, ?Saçımı senin için süpürge ettim? sendromudur. ?Tez yetiştin yetiştin / Yoksa boğuluyor bilesin?deki uyarı ise, dozu iyi ayarlanmış bir tehdit, bir tehlike içermektedir. Ayrıca burada, üstü ustaca örtülmüş bir ?Belki ben canımdan olacağım ama, asıl kaybeden sen olacaksın? uyarısı da yer almaktadır.
9) Büyük bir telaşla ve ivedilikle kocanın koşup gelmesi, belki ilk anda amacın gerçekleşmesini sağlamış gibi görünse de, asıl sorun bu karşılaşmadan sonraki iletişim yetersizliğinden ve empati eksikliğinden kaynaklanmıştır. Erkek içinde bulundukları durum karşısında, son derece pragmatik bir tutumla, hemen kadını gölden çekip çıkarmaya davranmıştır. Kadının önceliği ise ölümün eşiğinde olmasına karşın, ?Yeri yeri, menciyez senden küserecek?, yani ?Ben sana küstüm? diyerek ve elini uzatmayarak kocasına kırgınlığını belirtmek olmuştur. Çünkü önceden, çok derin bir kırılmışlık yaşamıştır.

?Kadınlara kıymayın efendiler??
10) Kadının bu önceliğinin farkında olmayan ve yalnızca o anı kurtarmak isteyen erkek, kadının bu davranışını anlamak için bir çaba harcamadığı, durumun neden-sonuç ilişkisini kuramadığı gibi; bu davranışın mantıksızlığına, böylesine kritik bir anın getirdiği gerilime de daha fazla dayanamamış ve o zamana kadar süslü sözler ve davranışlarla maskelemeye çalıştığı gerçek yüzünü ortaya çıkarıp, derinlerde sakladığı öfkesine yenilmiş ve bu da trajik sonu getirmiştir.
Pıspısa Hanım aslında, bu gerçek yüzü çok daha önceden görmüş, ama yaşamı pahasına da olsa, boğulmak üzere olduğu halde elini üç kez üst üste ona uzatmayıp, erkeği bir kez daha sınavdan geçirerek, yanılmış olmayı dilemiştir. Belki onun da kendisini göle atıp, eşiyle birlikte boğulma tehlikesini göze almasını beklemiştir. Oysa erkek hiçbir riski göze almadan ve hiç başka bir çözüm yolu arama zahmetine girmeden, yalnızca kenarda durup elini uzatarak kadını kurtarmayı önermiştir. Yani Pıspısa Hanım bir bakıma, kendi yaşamıyla ?Rus ruleti? oynamış ve ne yazık ki vurulmuştur.
Bu ve bunun gibi halk anlatılarının iletileri, Solub Beyler?in, Pıspısa Hanımlar?a karşı daha anlayışlı, daha ?empatik? olmaları; çoğu kadınların mutsuz, kırgın bir yaşam sürdürmektense, hiç yaşamamayı veya yaşatmamayı yeğleyeceklerini bilmeleri ve bu nedenle de Pıspısa Hanımlar?ın yaşam sevinçlerini söndürmemeleri doğrultusundadır. Yani Nazım?ın şu dizelerinde dediği gibi: ?Kadınlar aynada saçını tarar / Aynanın içinde birini arar / Elbet sizi de böyle aradılar / Kadınlara kıymayın efendiler.? Bu bağlamda benim dileğim de artık, daha çok Pıspısa Hanımlar?ın kendilerini derin göllere, Anna Kareninalar?ın tren altlarına atarak, Madam Bovaryler?in arsenik zehiri içerek canlarına kıymamalarıdır; çünkü yaşam insana verilmiş en değerli armağandır. Onu, hiç kimse için çarçur etmemelidir.

SONUÇ
Sonuç olarak, görüldüğü gibi halk anlatıları, özellikle de masallar, ürünü oldukları toplumların; coğrafyalarının evrenselliği göz önüne alındığında da, tüm insanlığın, sosyokültürel ve psikokültürel aynalarıdır. Bu anlatılarda ait oldukları toplumların, tüm geleneklerini-göreneklerini, ekonomik, etik, estetik, sosyolojik, psikolojik özelliklerini, üretim-tüketim ilişkilerini bulabiliriz. Önemli olan onların dilini çözüp, gerçek yaşam olaylarıyla aralarındaki koşutluğu kurabilmek ve onların üstündeki giz perdesini aralayabilmektir. Eğer bunu gerçekleştirebilirsek görürüz ki, o perdenin altında ileti yüklü, büyülü, olağanüstü, olağanüstü olduğu kadar da gerçek bir dünya durup durmaktadır…

DİPNOTLAR
1) William R. Bascom, ?Four Functions of Folklore?, Journal of American Folklore, 1954, vol.67, s.337
2) Bascom, age, s.345.
3) Ehliman Ahundov, Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri, Çev. Semih Tezcan, TDK Yayınları, Ankara1978, s.253.
4) Tolstoy, Anna Karenina, C.1, Çev.Selahattin Karaduman, İstanbul 2005, s.73

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir