Bitkilerin Bildikleri / Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak – Daniel Chamovitz

Betonun giderek yeşili yuttuğu günümüzde bile her daim bitkilerle iç içeyiz: Evlerimizi, balkonlarımızı onlarla süslüyor, sokaklarda yanlarından geçiyor, parklarda onları seyre dalıyoruz. Peki ama bitkilerin nasıl bir dünyası olduğunu hiç düşünüyor muyuz?

Bu kitapta biyolog Daniel Chamovitz bitkilerin dünyayı nasıl deneyimlediklerini inceliyor. Charles Darwin ve çağdaşlarından günümüz biliminsanlarına kadar birçok yaratıcı zihnin tasarladığı deneyler ışığında, bitkilerin görme, koklama, duyma, dokunma duyuları aracılığıyla neleri “bildiklerini” anlatıyor. Çeşitli kimyasallar sayesinde nasıl birbirleriyle “haberleştiklerini”, aşağıyla yukarıyı nasıl ayırt ettiklerini, dokunmaya nasıl tepki verdiklerini, neler “hatırladıklarını” ve çevrelerinin nasıl “farkında olduklarını” açıklıyor. Böylece bitkilerin pek az bildiğimiz zengin dünyasını tanımamıza ve dünyaya onların “gözlerinden bakmamıza” imkân tanıyor.

“Bundan sonra parkta yürüyüşe çıktığınızda durup kendinize sorun,” diyor Chamovitz. “Çimenlerin arasındaki karahindiba ne görüyor? Otlar hangi kokuları alıyor? Meşenin yapraklarına dokunun, ileride ona dokunulduğunu hatırlayacağını bilerek. Ama sizi hatırlamayacaktır. Sizse o ağacı hatırlayacak ve anısını her daim hafızanızda yaşatacaksınız.”

OKUMA PARÇASI
Önsöz, s. 11-15

Bitki ve insan duyuları arasındaki benzerlikler konusuna, 1990’larda doktoram sonrasında Yale Üniversitesi’nde genç bir öğretim görevlisi olarak çalıştığım sıralarda ilgi duymaya başladım. Yalnızca bitkilere özgü olan ve insan biyolojisiyle bağlantılı olmayan bir biyolojik süreç üzerinde çalışmak amacındaydım (bu amacı ailemdeki altı tıp doktoruna tepki olarak seçmiştim belki de). Böylece bitkilerin gelişimlerini düzenlemek için ışıktan nasıl yararlandıkları sorusuna yöneldim. Araştırmamda [1] bir bitkinin aydınlık ortamda mı yoksa karanlık ortamda mı olduğunu belirlemesinde gerekli olan kendine özgü bir gen grubu keşfettim. Daha sonra, büyük bir şaşkınlıkla ve planlarımın tam aksine bu gen grubunun aynı zamanda insan DNA’sının da bir parçası olduğunu keşfettim. [2] Bu sonuç, “bitkilere özgü” görünen bu genlerin insanlarda ne işe yaradığı yolundaki bariz soruyu gündeme getirdi. Aradan geçen yılların ve birçok araştırmanın ardından bu genlerin bitkilerde olduğu kadar hayvanlarda da bulunduğunu, dahası bunların aynı zamanda her iki canlı türünde (başka gelişimsel süreçlerin yanı sıra) ışığa yönelik tepkileri düzenlediğini artık öğrenmiş bulunuyoruz! [3]

Elde edilen bu sonuçlar, bitkilerle hayvanlar arasındaki genetik farklılığın daha önce düşündüğüm kadar belirgin olmadığını fark etmemi sağladı. Bitkilerin ışığa tepkisiyle ilgili araştırmalar zaman içinde yerini meyve sineklerinde lösemi konusundaki araştırmalara bıraktığında, bitki biyolojisiyle insan biyolojisi arasındaki benzerlikleri sorgulamaya başladım. Bu süreçte, Küçük Korku Dükkânı filmindeki gibi “Beni besle!” demeyi bilen bir bitki olmasa da, epey şey “bilen” birçok bitki olduğunu keşfettim.

Şurası kesin ki, hemen arka bahçemizde bulunan çiçek ve ağaçların son derece incelikli duyu mekanizmalarına pek dikkat etmiyoruz. Çoğu hayvan yaşayacağı ortamı seçebilir, fırtınada sığınacak yer bakabilir, yiyecek ve eş arayabilir veya mevsimin değişmesiyle birlikte başka yerlere göç edebilirken, bitkiler daha iyi şartlara sahip ortamlara hareket etme olanağından yoksun olarak, sürekli değişen hava şartlarına, kendilerine sarkan komşu bitkilere ve zararlı böceklere direnip mevcut koşullara uyum sağlamak zorundadır. Hareket edemedikleri için bitkiler, sürekli değişen koşullara göre büyümelerini ayarlamalarını sağlayan karmaşık duyu sistemleri ve düzenleyici sistemler geliştirmişlerdir. Bir karaağaç komşusunun gölge yapıp yapmadığını bilmek zorundadır ki mevcut ışığa doğru büyümenin bir yolunu bulabilsin. Bir marul çevresinde kendisini yemeye hazır obur yaprak bitleri olup olmadığını bilmek zorundadır ki onları öldürecek zehirli kimyasallar üreterek kendini onlardan koruyabilsin. Bir Douglas köknarı güçlü rüzgârların dallarını sallayıp sallamadığını bilmek zorundadır ki bu rüzgârlara karşı daha güçlü bir gövde geliştirebilsin. Keza kiraz ağaçları da ne zaman çiçek açmaları gerektiğini bilmek zorundadır.

Genetik düzeyde bitkiler birçok hayvandan daha karmaşık bir yapıya sahiptir ve biyolojide en önemli keşiflerin kaynağı bitkiler üzerinde yapılmış araştırmalardır. Robert Hooke 1665’te, kendi yaptığı ilk mikroskoplardan biriyle şişe mantarını incelerken hücreyi keşfetti. On dokuzuncu yüzyılda Gregor Mendel bezelyelerden yararlanarak modern genetiğin ilkelerini ortaya koyarken, yirminci yüzyılın ortalarında Barbara McClintock Hint mısırından yararlanarak genlerin yer değiştirebildiğini, yani zıplayabildiğini kanıtladı. Bugün artık bu “zıplayan genlerin” bütün DNA’ların belirgin bir özelliği olduğunu ve insanlardaki kanserle yakından ilişkili olduğunu biliyoruz. Her ne kadar Darwin’i modern evrim teorisinin kurucu babası olarak tanıyorsak da, onun en önemli bulguları aslında bitki biyolojisiyle ilgiliydi; bu kitabın ilerleyen sayfalarında onun bu bulgularıyla sık sık karşılaşacağız.

Elbette bu kitapta “bilme” sözcüğünü yaygın kullanılan anlamının dışında kullanıyorum. Bitkilerin merkezi sinir sistemleri yoktur: Bir bitkinin bir bilgiyi bedeninin geneline yönlendiren bir beyni yoktur. Yine de bir bitkinin farklı bölümleri birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve ışık, havadaki kimyasallar ve sıcaklık değerleriyle ilgili bilgiler kök ile yapraklar ve çiçek ile gövde arasında sürekli dolaşarak bitkinin çevresine en iyi şekilde uyum göstermesini sağlar. İnsan davranışını bitkilerin kendi dünyalarındaki işlevsel hareketlerle kıyaslayamayız, ama sizden kitap boyunca bitkiler için genelde insan deneyimlerine mahsus olan terminolojiyi kullanmamı hoş görmenizi rica ediyorum. Bir bitkinin gördüklerini veya kokladıklarını araştırırken, bitkilerin gözleri veya burunları olduğunu (ya da bütün duyu girdilerini duygularla renklendiren bir beyinleri olduğunu) iddia etmiyorum. Ama bu terminolojinin görme, koku, bitkilerin ne olduğu ve nihayet biz insanların ne olduğu konusunda yeni düşünceler geliştirmemizde bize yardımcı olacağına inanıyorum.

Kitabım Bitkilerin Gizli Yaşamı değil; bitkilerin bizim gibi olduğuna dair argümanlar arıyorsanız, onları burada bulamazsınız. Ünlü bitki fizyoloğu Arthur Galston’ın 1974’te, son derece popüler ama bilimsellikten uzak olan bu kitaba yoğun bir ilgi gösterilen dönemlerde ifade ettiği gibi, “yeterli kanıtlarla desteklenmeden ileri sürülen tuhaf iddialara” karşı ihtiyatlı olmalıyız. [4] Bitkilerin Gizli Yaşamı, ihtiyatsız okuru yanlış yönlendirmekten daha kötüsünü yapmış, biliminsanlarının hayvan duyularıyla bitki duyuları arasında paralellikler olduğuna işaret eden her araştırmaya ihtiyatla yaklaşmalarına, dolayısıyla bitkilerin davranışlarıyla ilgili önemli araştırmaların önünün tıkanmasına yol açmıştı.

Bitkilerin Gizli Yaşamı’nın medyayı salladığı günlerin üstünden on yıllar geçti ve bu süre zarfında biliminsanlarının bitki biyolojisi konusundaki bilgileri muazzam biçimde arttı. Bu kitapta, bitki biyolojisindeki en son araştırmaları inceliyor ve bitkilerin gerçekten de duyuları olduğunu iddia ediyorum. Bu kitap çağdaş bilimin bitkilerin duyuları hakkında söylediği şeylerle ilgili kapsamlı ve bütünlüklü bir inceleme değil; öyle bir kitap olsaydı yalnızca bu alandaki çalışmaları yakından takip eden okurlarla sınırlı kalırdı. Onun yerine her bölümde bir insan duyusuna odaklanıyor ve bu duyunun insanlardaki işleviyle bitkilerdeki işlevini karşılaştırıyorum. Duyusal bilginin nasıl algılandığını, nasıl işlendiğini ve söz konusu duyunun bitki için ekolojik içerimlerini açıklıyorum. Her bölümde ayrıca konuyla ilgili hem tarihsel bir perspektif hem de çağdaş bir görüş sunuyorum. Bu kitap için görme, dokunma, duyma, içalgı (propriyosepsiyon) ve bellek konularını seçtim. Koku alma konusunu da ele alıyorum ama tat alma konusuna girmiyorum; bu iki duyu birbiriyle yakından ilişkili.

Bitkilere tamamen bağımlıyız. Maine ormanlarındaki ağaçlardan yapılma ahşap evlerde uyanıyor, fincanımıza Brezilya’da yetişmiş kahve çekirdeklerinden öğütülmüş kahve koyuyor, Mısır pamuğundan yapılmış tişörtümüzü giyiyor, bilgisayardan kâğıda çıktı alıyor, Afrika’da yetişen kauçuklardan yapılma lastikleri olan ve milyonlarca yıl önce ölmüş açık tohumlu bitkilerden elde edilen benzinle çalışan arabalarımızla çocuklarımızı okula götürüyoruz. Bitkilerden elde edilen kimyasallar ateş düşürüyor (mesela aspirin) ve kanseri tedavi ediyor (Taxol). Buğday bir çağın sonunu getirip başka bir çağı başlattı, mütevazı patates ise kitlesel göçlere neden oldu. Bitkiler bizlere ilham vermeye ve bizi hayrete düşürmeye devam ediyor: Bir yanda dünyanın en büyük bağımsız organizmaları olan dev sekoyaları, diğer yanda dünyanın en küçük organizmaları olan algleri görüyoruz; güller ise istisnasız herkesin yüzünde güller açmasını sağlıyor.

Bitkilerin bizim için neler yaptıklarını bildiğimize göre, biliminsanlarının onlar hakkında neler keşfettiklerini öğrenmek için biraz vakit ayırmaya değmez mi? Öyleyse gelin bitkilerin iç yaşamlarının ardındaki bilimi araştırma serüvenine başlayalım. İlk yapacağımız şey, arka bahçelerimizde sessiz sedasız duran bitkilerin neler gördüğünü ortaya çıkarmak olacak.

Notlar

[1] Daniel A. Chamovitz ve diğ., “The COP9 Complex, a Novel Multisubunit Nuclear Regulator Involved in Light Control of a Plant Developmental Switch”, Cell 86, no. 1 (1996): 115-21. Metne dön.
[2] Daniel A. Chamovitz ve Xing- Wang Deng, “The Novel Components of the Arabidopsis Light Signaling Pathway May Define a Group of General Developmental Regulators Shared by Both Animal and Plant Kingdoms” Cell 82, no. 3 (1995): 353-54. Metne dön.
[3] Alyson Knowles ve diğ., “The COP9 Signalosome Is Required for Light- Dependent Timeless Degradation and Drosophila Clock Resetting”, Journal of Neuroscience 29, no. 4 (2009): 1152-62; Ning Wei, Giovanna Serino ve Xing-Wang Deng, “The COP9 Signalosome: More Than a Protease”, Trends in Biochemical Sciences 33, no. 12 (2008): 592-600. Metne dön.
[4] Peter Tompkins ve Christopher Bird, The Secret Life of Plants, New York: Harper & Row, 1973; Türkçesi: Bitkilerin Gizli Yaşamı, çev. Sulhi Dölek, İstanbul: Sungur, 1983; Arthur W. Galston, “The Unscientific Method”, Natural History 83 (1974): 18, 21, 24. Metne dön.

ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER
Emek Erez, “Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakınca”, edebiyathaber.net, 17 Eylül 2018
İnsan türü doğaya ve kendi varlığına uzaklaştıkça etrafındaki diğer türlerle de arasına mesafe koyuyor. Veya da başka türleri sadece kendi varlığını devam ettirme açısından değerlendirip, onlarla ilişkisini faydacı bir anlayış üzerine kuruyor. Oysa doğadaki diğer canlılarla ortak bir yaşamı paylaşıyoruz. Farkına varmadan yanından geçip gittiğimiz bir bitki de insan gibi dünyada “var kalma” çabası veriyor. Nesne gibi algıladığımız pek çok varlık yaşıyor, kendi varlığını korumak için çeşitli fonksiyonlar geliştiriyor. Tepki veriyor, yönünü güneşe dönüyor, iklim değişimini hissediyor.Onların varlıklarını duymuyoruz, çoğu zaman bir süs objesi olarak değerlendirdiğimiz, nesneleştirdiğimiz; saksıdaki fesleğenin, parktaki çimenin, bahçedeki gül fidesinin, balkondaki petunyanında bir yaşam sürdüğünü unutuyoruz.

Daniel Chamovitz’in Bitkilerin Bildikleri: Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak adlı, Metis Yayınları tarafından basılan kitabı, bizi bitkilerin dünyasına götürürken, yukarıda bahsettiklerimizi bir kere daha düşünmemize vesile oluyor. Yazar daha çok bitki biyolojisi ekseninde bize bitkiler hakkında epey soru sorduruyor. Onların, görme, koku alma, hissetme, duyma, anımsama, yerlerini bilme yetilerinin olup olmadığını tartışan metin, konu hakkındaki güncel araştırma ve deneylerle bize bitkilere yakından bakma fırsatı da sunuyor. İlk başta şu soru geliyor akla,bu araştırmalar bitkilere insan biçimli yaklaşmak, onları kendi oluşları içerisinde değil de insan olmak üzerinden değerlendirmek anlamına gelmiyor mu? Yazar bu durumun farkında olarak başlıyor işe, her bölümde bitkilerde ve insanlarda nasıl sorusuna da yanıt arayarak türler arasındaki farklılıkları da ortaya koyuyor. Ayrıca daha kitabın başlangıcında kurduğu şu cümle onun bakışını yansıtıyor fikrimce; “Kitabım ‘Bitkilerin Gizli Yaşamı’ değil; bitkilerin bizim gibi olduğuna dair argümanlar arıyorsanız, onları burada bulamazsınız.” Bu nedenle kitapta bitkilere dair kullanılan insan atıflı kavramların, bir nevi mecazi anlam içerdiğini düşünebiliriz.

Metin bizi bitkiler hakkında oldukça epey ilgi çekici bilgilerle buluşturuyor ve sanırım bu kitabı okuyanlar için masada duran, arada suyunu verdiğimiz begonya artık başka anlamlar ifade edecek. Ona bakışımız değişecek çünkü bileceğiz ki o da bizim gibi hayatta “var kalma” çabası veriyor. Bunun yanında kitap bitki biyolojisi ekseninde hazırlanmış olsa da dili her meraklı okurun anlayabileceği şekilde kurulmuş, yani terimlere çok aşina olmasak bile yazar herkesin anlayabileceği bir anlatı ortaya koymayı başarmış. Bilimsel denilebilecek bir metin için bu önemli ayrıntı bana kalırsa.

Daniel Chamovitz, kitap boyunca bize bitkiler üzerinde yapılmış araştırmalardan yola çıkarak enteresan diyebileceğimiz bilgilere götürüyor. Mesela, bitkilerin nasıl gördüğüne dair bölümde, şöyle bir keşiften bahsediliyor; “Biliminsanları bitkilerin ışığın hangi rengini gördükleri konusuyla da ilgiliydi. Keşfettikleri şey şaşırtıcıydı: Deneye tabi tutulan bitkilerin istisnasız hepsi, geceleri yalnızca kırmızı ışığa tepki vermişti. Geceleri yakılan mavi ve yeşil ışığın hiçbiri çiçeklenmiş bitkileri etkilemiyor, ama birkaç dakikalığına yakılan kırmızı ışık onları etkilemeye yetiyordu.” Elbette bitkilerin kırmızı ışığa verdikleri tepki onların varlıklarıyla, türlerini devam ettirmeleriyle ilişkili bir durum. Yani onlar insanlar gibi kırmızı rengi sevdiği için değil kendi hayat pratikleri doğrultusunda bu renge tepki veriyorlar. Yazarın ifadesiyle durum şu kısacası: “Bitkiler renklere göre farklı tepkiler vermekteydi: Hangi yöne doğru eğileceklerini anlamak için mavi ışıktan, gecenin uzunluğunu ölçmek içinse kırmızı ışıktan yararlanıyorlardı.” Şunu söyleyebiliriz ki bitkilerde görme bizdeki anlamıyla değil çünkü onların kitapta da ifade edildiği gibi, “ışık sinyallerini resme dönüştürecek bir sinir sistemi yoktur”, bu nedenle onların görmesini belki de kendi oluşları gereğince tepki verme olarak değerlendirilebiliriz.

Meyveleri olgunlaştırmak için ham bir meyvenin yanına olgun bir meyve koyma yöntemini duymuşsunuzdur belki. Çok eski bir gelenek olan bu olgunlaştırma yöntemi bize bitkilerin koku almasıyla ilgili bir bilgi verir mi dersiniz? Kitapta bu soruya da cevap aranıyor ve bu durum meyvelerin bünyelerinde bulundurdukları etilen gazını dışarı salmalarıyla ilişkilendiriliyor. Şu örnekle durumu açıklayabiliriz; “sert bir armudu olgun bir muzla aynı pakete koyduğumuzda, muz etilen yayar, armut bunun ‘kokusunu’ alır ve çabucak olgunlaşır. İki meyve fiziksel durumlarının bilgisini birbirlerine aktarır.” Yani böylece iki bitki arasında bir etkilenme oluşuyor ve etilenin kokusunu algılayan olgunlaşmamış meyve ermiş hâle geliyor. Bitkilerde kokuya tepki verme konusunda önemli örneklerden birisi de “Küsküt” adı verilen bitki ile ilgili. Küsküt asalak bir bitki ve kitapta bahsedildiğine göre, domates ve buğday “seviyor”. Yaşamak için başka bir bitkinin varlığına gerek duyan küsküt, anlaşılan çeşitli hareketlerle ki yazar bunu şöyle tasvir ediyor; “gözümüz bağlıyken etrafımızı yokladığımız gibi veya el yordamıyla mutfak ışığının anahtarını aradığımız gibi” etrafını kolaçan ediyor ve domates fidesini bulup ona sarılana kadar vaz geçmiyor. Sarıldığı fideden besinini emen küsküt “bağbozan” olarak da biliniyor çünkü kendisi yaşarken sarıldığı bitkiyi soldurabiliyor. Bu bitki ile ilgili epey ilginç olan şey ise diğer sevdiği bitki olan buğday ve domates arasında tercih yapmak zorunda kaldığında domatesi seçmesi. Kısacası küsküt, hayatta kalmak ve besin bulmak için kokulardan yararlanırken iki bitki arasından bir diğerini seçebiliyor, domates kokusu içeren parfümlerle yapılan deneyler de bu konuda bize göstergeler sunuyor.

Kitap bunların dışında bitkilerin, dokunma, bulundukları konumu bilme, anımsama, duyma ve hissetme gibi pek çok fonksiyonunu ele alıyor. Bitkilerin yerleştikleri yerde kök salma durumlarının, hayatta kalma çabası ile ilişkisini sorguluyor. Çünkü onların yaşayacakları, kök salacakları yeri seçme şansı pek yok. Elbette çeşitli coğrafi ve iklimsel özellikler onların var olabildikleri konumu belirliyor ancak diğer canlılar gibi yağmurda, fırtınada, herhangi bir zararlı böcek salgınında, hastalık durumunda yerlerini değiştirme becerisine sahip değiller. Bu nedenle onların duyumları genellikle yaşama devam etme ekseninde ortaya çıkıyor. Örneğin; bazı bitkiler dokunmayı hissedip küsüyor (Küstüm Çiçeği), büyümesi durabiliyor, bazıları tüylerinde hissettikleri dokunuşla böcekleri yakalayıp yiyorlar (Venüs Sinek Kapan), veya da komşusu olan bitkideki böcek salgınını hissedip, ona göre bir hayatta kalma tavrı geliştiriyorlar. Çok daha ilginci yazara göre bitkiler “yöntemsel”, “kısa süreli” ve “morfojenik” adı verilen, bitkinin şeklini veya biçimini etkileyen bellek mekanizmalarına bile sahipler. Örneğin; Venüs Sinek Sapanı yaprakları arasına alarak beslendiği böceğin bilgisini, tüylerinde hissettiği etki ile bir şekilde kodlayarak, yapraklarını açıp onu yakalıyor, böylece bu anımsanan bilgi sayesinde fazla enerji harcamaktan ve kendisi için uygun olmayan böceği yemekten kaçınmış oluyor.

Daniel Chamovitz’in Bitkilerin Bildikleri: Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak adlı kitabı, doğaya ve kendi varlığına merakını kaybetmiş olan bizler için önemli bir kitap bana kalırsa. En azından bu kitaba temas edenlerin bitkilere olan bakışı aynı kalmayacaktır diye düşünüyorum. Her ne kadar tüm bu araştırmalar genellikle insan türünün her şeyi bilme, doğadan olabildiğince yararlanma, onu bir deney sahasına dönüştürme arzusuyla tetiklenmiş olsa da bitkiler hakkında bu kitap sayesinde edindiğimiz bilgiler, dünyadaki diğer türlerle olan ilişkimizi sorgulamamıza, onların da “var kalmak” için çabaladığını kavramamıza ve her varlığın kendi oluşu içerisinde değerli olduğunu kabul edip, egosantrizmden biraz uzaklaşmamıza vesile olabilir. Çünkü dünyadaki her şey insanla ilgili değil bitkilerin ve diğer türlerin de bir bildikleri var.

Batuhan Saç, “Yeryüzünün Yeşil Bulutları: Ağaçlar (I)”, Bilim ve Gelecek, Kasım 2018
“Ağaçların kararı bol su ister, onlar en son katılır büyük savaşa” İskender Savaşır

Hikâye Apollon’un Daphne’yi görmesiyle başlar. Ancak birkaç adım öncesinde Daphne, kendisini tanrılara adayarak sonsuza kadar kimseyle birlikte olmadan yaşayacağına yemin etmiştir. Erkeklerden nefret mi ediyordu, neden böyle bir karar vermişti, bilinmez. Apollon ormanda dolaşmayı seven güzeller güzeli Daphne’yi Thessalia’da dolaşırken görür ve tutulur, âşık olur. Peneus ırmağı kenarında ona rastladığında Daphne’den aşkına karşılık vermesini ister. Ancak ne yaptıysa, ne söylediyse Daphne Apollon’u istemez, ondan kaçar. Hikâyenin çoğu versiyonunda Eros ikisine de farklı oklar atmıştır ve bu iki ok zıt kutupludur [1] (Hepoğlu & İnce, 2017). Yani Eros, sapkın bir aşık yaratırken tam zıttını da Daphne’nin aşkı reddeden varlığıyla bütünleştirmiştir. Daphne kaçar, ama kaçtıkça nefesini ensesinde hisseder Apollon’un. Bu koşuşmalardan birinde, Daphne’nin yorgunluktan titreyen bacakları gövdesini taşıyamaz hale gelir ve tanrıların duyacağı şiddette imdat çığlıkları atar. Toprak Ana Gaia, imdat çığlıklarını işittiğinde ona acır ve Daphne’yi olduğu yerde bir Defne ağacına dönüştürür. Daphne’nin ayakları toprağın derinliklerine doğru kayarken, bütün aşıkların dikkatini üzerine toplayan bedeni kabuk bağlamış, kokusunu hafızalara kazıyan saçları da yapraklara dönüşmüş. E tabi ince, narin kolları da uzamış ve dal olmuş yapraklara. Apollon ise ona yaklaştığında henüz durmamış olan kalp atışlarını dinlemiş, oracıkta hüzne boğulmuş (Gezgin, 2017).

İnsanları ağaçlara benzetiriz, aynı şekilde ağaçlarda da insani bir yan buluruz hep. Mesela Çınar koyarız çocuğumuzun adını. Selvi boylu sevgililerimiz, tanıdıklarımız vardır. Taşlandığı söylense de meyve verir bazı insanlar. Bu ilişkinin iç içeliği dikkat çekicidir. Apollon – Daphne miti de insan ve ağaç arasındaki geçişkenliği dramatik bir örnekle gösteriyor diyebiliriz. Bitkilerin Bildikleri adlı kitap bitkilerin insani vasıf ve yetileri konusundaki düzeyinden bahsediyor. Kitabın içi aşk hikayeleriyle dolu değil elbette ama izledikleri yol açısından doğrultuları bu mitle zıt yönde. Bitkide başlayan ya da bitkide sonlanan bu yolculuklar zıt gözükse de, insan – ağaç arası geçişkenlik üzerine düşünmek ve metaforlar kurmak enteresan. (Bu metnin içerisinde “bitki ve ağaç” derken, ağaçların da bitki kategorisi içerisinde değerlendirildiğini hatırlatmak isterim. Yani ayrı ayrı anmak gerekse de çoğu zaman birbirinin yerine de kullanıldığını göreceksiniz. İkinci yazıda bunu da tartışacağım.)

Şüphesiz, pek çok hikâye ağaçları anlatır. Yahut anlatılanlar ormandan illa ki geçer. Onların yüceliği, katıldığı maceralar ve heybeti anlatılır hikayelerde. Yaşı vardır mesela onların, hatta yaş kelimesi de onların varlığıyla iç içedir. Onların canlılığını bizimkiyle eş tutmakta geri durmayız. Diğer bir deyişle, ne de kolaydır gövdelerine iki göz ve bir ağız yerleştirmek. Daniel Chamovitz önsözde “Beni besle!” demeyi bilen bir ağaç olmasa da etrafını “bilen” birçoğunu keşfettiğini ifade ediyor. Yazar etrafımızdaki bitki ve ağaçların duyu mekanizmalarına dikkat çekmemizi sağlıyor. İlginç bir noktadan bahsediyor aynı zamanda: “Hareket edemedikleri için bitkiler, sürekli değişen koşullara göre büyümelerini ayarlamalarını sağlayan karmaşık duyu sistemleri ve düzenleyici sistemler geliştirmiştir.” Örneğin bir Karaağaç komşusunun gölgesinin nereye düştüğünü bilmeli ki mevcut ışığa doğru bir büyümenin yolunu bulabilsin. Kitap ilginç örnekler konusundaki zenginliğini her bölümde yineliyor. Örneklerin çarpıcılığına en önemli teorik zemin de yazarın ifadesiyle “arka bahçemizde sessiz sedasız duran bitkilerin” ne tür marifetleri olduğunu derinlemesine, yoğun terminolojiyle anlatılmış olması. Emin olmakta güçlük çekerek ifade edecek olsam da, terminolojinin yoğun kullanılmasının sebebi konunun aslında böyle anlatılması gerektiği değil gibi. Kitabın yaptığı çok açık ve net bir şey var: Tanımları genişletmek. Yani Daniel Chamovitz kitabın her bölümünde terminolojiye dayanarak tanımları “eğip bükmek” konusunda yoğun bir uğraş vermiş gibi. Hatta, her bölüm doğrudan böyle bir planla kurulmuş görüntüsü oluşuyor.

Bitkiler ve ağaçlar birbirlerinden haberdardır. Haberdar olma kapasiteleri ise neredeyse yerin altında başka bir dünya inşa etmiş olacaklarını söyleyecek boyuta ulaşabilir. Hatta bu haberdar olma halini pazardan aldığımız ve aynı poşete koyduğumuz meyveler üzerinde dahi konuşabiliriz. Kitabın örneğiyle, sert bir armudu olgun bir muzla aynı pakete koyduğumuzda, muzun yaydığı etilenin [2] kokusunu alan armut daha çabuk olgunlaşır. Yani iki meyve fiziksel durumlarının bilgisini birbirine aktarır ve olgunlaşmaları konusunda yol kat ederler. Bilgi ağının niteliğine kitaptan bir başka örnek de Washington Üniversitesi’nden iki araştırmacının gözlemiyle başlıyor. Araştırmacılar, daha önce tırtıllar tarafından talan edilen yapraklara komşu olan ağaçların, tırtıllar tarafından tekrar talan edilmediğini fark etmişler. Bu gözlemin ardından araştırmacılar ağaçların hiçbir fiziksel teması olmamasına rağmen zarar gören ağaçların sağlıklı komşularına “Dikkat et! Kendini koru!” diyerek mesaj gönderdiğini bulmuşlar. Yani talan edilen yaprakların bu uyarısı sonucunda sağlıklı ağaçların da kendi yapraklarını tırtılların sindiremeyeceği pozisyona getirdiğini bulmuşlar.

Daniel Chamovitz sorulması gereken soruların bitkilerin farkındalık dereceleri üzerinde yoğunlaşması gerektiğini ifade ediyor. Yani “bitkiler bizler kadar zeki mi?” sorusunun ötesinde, bitkilerin kendi çevresinden farkında olup olmadığı konusunda düşünmenin onların varlığı anlamak için kıymetli olduğuna dikkat çekiyor. Mesela bitkiler ışık renklerinden, kendilerine dokunan farklı dokunuşlardan, yerçekiminden ve hatta geçmişlerinden haberdar. Peki ya nasıl? Kitap bu sorulara deneylerle, çalışmalarla ve evrimsel bir bakışla cevap veriyor. Okuyanlar görecek ki, kitap, Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak gibi bir amacın fazlasıyla ötesinde ufuklar açıyor. Sonsöz kısmında Daniel Chamovitz bitkilerin farkındalıkları üzerine düşünürken “beyni olmayan bitki” kavramının vurgulanması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Bu sayede, bitki davranışlarına edebi anlamda insanbiçimci yakıştırmalarda bulunmaya devam edebiliriz ama aynı zamanda bu tür tariflerin bitkilerin beyni olmadığı olgusunun ışığında okunması gerektiğini hatırlarız. [3]” Ancak ilginç olabilecek nokta, İnsana veya hayvanlara ve gelişmiş memelilere özgü saydığımız özelliklerin beyni olmayan bitkilerde de var olması. O halde tırtıl tarafından ısırılan bir insanla bitki arasındaki farkı oluşturan nelerdir?

Yeryüzünün Yeşil Bulutları’na Son

Ağaç yola eşlik eder, yeryüzünün yeşil bulutlarıdır bir bakıma. Bakakalırız onlara, düşünürüz ve seyre dalarız. Soyumuzun yolculuğunu dahi, onların eşliğinde, aile ağacımızı yaparak görürüz. Yeryüzünün yeşil bulutları tanımını bitkiler için de tekrarlayabiliriz. Onlar da yan yana gelir, bitki örtüsünü oluşturur. Gökyüzünde bulutlar nasıl dünyayı örtüyorsa, onlar da yeryüzünün örtüsüdürler. Tüm bu şairane sayılabilecek sebeplerin dışında, bitki ve ağaçlar üzerine düşünmek milyonlarca yıllık geçmişi de düşünmek anlamına geliyor. Diğer yandan bitkiler gibi bizlerin de feromonlar [4] aracılığıyla kokuyla iletişim kurduğumuzu öğrendiğimizde kokular ve duygular arasındaki bağlantılarımızın ne kadar ilkel ve de bilinçsiz temellerle sağlandığını tartışmaya açma fırsatımız doğuyor. Bu tartışma alanı hali hazırda bildiklerimiz konusunda bizleri büyük endişeye ve soru işaretleri arasına düşürmeye aday gözüküyor.

İskender Hoca’nın sözü, açıklanmayı bekler gibi duruyor metnin en başında. Gerçi onun sözleri ileriye atılmış notlar olarak da ayrıca varlığını korur hep. Bu sebepten okurun farklı anlamlar çıkarabileceği bir ifade olarak duruyor orada. Konu İskender Savaşır olunca, bitkiler de insanlar da “ışığa doğru büyür” diyesim geliyor elbette. Benim son dört senedir yaptığım en önemli şey de buydu sanırım, onun ışığına doğru büyümek. Ama şimdi, onun yokluğunda, “yaşasaydı ona sorardım” diyebileceğim sorulardan biri de yazarın sonsöz kısmındaki psikanalitik vurgusu. Ciddiye alınması gerektiğinden emin olamadığım, yazarın da neredeyse laf arasında ve yoğun uğraşlar sonucu ulaşmadığını düşündüğüm bir soru var: Bitkilerin id ’i var mıdır? Bu soruya “evet var” demek, limbik sistemi olmasa da kokuyu referans alan duygusal bağlantılarımızın kökenine dair bilgi verebilecek olan bitkilerin neler yapabildiğini okuyan birisi için şaşırtıcı olmaz. Yani kanıtlanmamış olsa da büyük bir iddia olarak varlığını korur.

Bitkilerin Bildikleri, bitkilere bakan gözleri eğitiyor. Bu eğitim benim için, doğduğumdan beri yaşadığım evin balkonundan bakarken ormanın içinde farklı bir ağaç grubunu fark etmek kadar somut. Kitaptan anladığım kadarıyla, bitki ve ağaçların yaptığı önemli işlevlerden biri de şaşırtmak. Onların evrenini görmeye aday olmak, dillerini anlamayı talep etmek eminim ki her okura ayrı bir nitelik katacak. Sabahları merhaba dediğimiz yahut şarkı dinlettiğimiz bitkilerin aslında sağır olduğunu bilmek ve gittikçe kaybolan yeşile daha dolu bakabilmek için kitapların ayrıca kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Notlar

[1] Çünkü Apollon ve Eros okçuluk konusunda bir gün atışmışlardır ve bu atışma sonucunda Eros intikam duygusuyla dolmuştur. Metne dön.
[2] Olgunlaşma süreçlerinde etkili gaz halinde bir hormon. Metne dön.
[3] Yazar 2008’de İsviçre hükümetinin bitkilerin “onurunu” korumak için kurdukları bir etik kurula gönderme yapıyor. Yani beyni olmayan bir varlığın onurunun olduğu varsayılması gülünç bir olay olarak kabul edilmiş. Metne dön.
[4] Aynı türün üyeleri arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen kimyasal maddeye verilen ad. Metne dön.

Kaynakça
Gezgin, İ. (2017). Sanatın Mitolojisi. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Hepoğlu, E., & İnce, H. (2017). Mitolojik Ağaçlar, Ağaç ve Bitki Türleri, Kuş Türleri. Antalya: Barut Hemera.

KİTABIN KÜNYESİ
Daniel Chamovitz
Bitkilerin Bildikleri
Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak
Özgün adı: What a Plant Knows
A Field Guide to the Senses
Çeviri: Gürol Koca
Yayına Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan
Kapak Resmi: J. J. Grandville
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Eylül 2018
5. Basım: Ekim 2019
Metis Yayınları

İÇİNDEKİLER
Önsöz
1 Bitkilerin Gördükleri
2 Bitkilerin Kokladıkları
3 Bitkilerin Hissettikleri
4 Bitkilerin Duydukları
5 Bitkilerin Konumlarına Dair Bildikleri
6 Bitkilerin Hatırladıkları
Sonsöz:
Çevresinin Farkında Olan Bitki
Notlar
Teşekkür
Görseller İçin Kaynakça
Dizin

Daniel Chamovitz
İsrail asıllı Amerikalı biyolog Daniel Chamovitz 1963 yılında Pennsylvania’da doğdu. Lisans öğrenimini Columbia Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra doktorasını Kudüs İbrani Üniversitesi’nde genetik alanında yaptı. Yale Üniversitesi’nde ve Seattle’daki Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nde konuk biliminsanı olarak çalıştı. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki üniversitelerde konferanslar verdi; bitkiler ve meyve sinekleriyle ilgili araştırmaları önde gelen bilim dergilerinde yayımlandı. Halen Tel Aviv Üniversitesi’nde Yaşam Bilimleri Fakültesi’nin dekanı olan Chamovitz, eşi ve üç çocuğuyla birlikte İsrail’in Hod HaŞaron kentinde yaşıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Liberalizmden Sonra – Immanuel Wallerstein

Next Story

Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm – Otto Kernberg

Latest from Doğa

Agroekoloji – Başka Bir Tarım Mümkün

Bir bilim, uygulama ve hareket olarak 1980’lerde dünya sahnesine çıkan agroekoloji günümüzde, endüstriyelleşmiş, tek tip ürüne dayanan, doğaya zarar veren, kâr rasyonalitesini temel alan

Yaşam dolu 20 Kürtçe kelime

İçinde “roj” (gün/güneş) geçen çok sayıda Kürtçe kelime duymuş olmanız tesadüf değil. Kürtçe’de adını doğadan olan yüzlerce kelime bulunuyor. Bu kelimelerin önemli bir kısmını
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ