Boş vaktinizi kapitalizmden kurtarın!

Karl Marx’ın sabah saatlerinde avlanma, öğleden sonraları balık tutma ve akşam yemeğinden sonra eleştiri yapma hususundaki eski fikirlerini bir kenara bırakın; birçok insan için, sadece yorgunluktan tükenince yatmak ve dinlenince uyanmak bile kapitalizm-sonrası ütopik fantezilerin konusu olabiliyor. Birleşik Devletler’in gün ışığından yararlanma amaçlı saat uygulamasını kabul etmesinden 100 yıl sonra (ki bu, işçilerden en fazla işgücünü sağlamak amacıyla bir icat olarak geliştirilmişti), farklı bir toplumun işçilere nasıl zaman yaratabileceğine dair biraz fikir jimnastiği yapabiliriz.

Bugünkü dünyada kârlılık her şeyden önce geliyor ve ücretli işçi olmaktan kurtulacak kadar zengin değilsek, yaşamlarımızı gelir sağlayacağımız bir işi güvence altına almak ve devam ettirmek amacıyla düzenlememiz gerekir. Sözde iş ahlâkından ‘sevdiğiniz şeyleri yapmaya’ dek uzanan bütün bir söylemsel gelenek, bizleri bu gaddar gerçeklikten uzaklaştırmak maksadıyla yaratıldı.

Kâr etme zorunluluğu zaman algımızı şekillendiriyor: Önce dakikadan dakikaya, işe gitmek için trene yetişmeye çalışırken; günden güne, sabahın altısında süpermarkete gitmemek için evde yeterli kedi maması olup olmadığını hesaplarken; ve on yıllar boyunca, işe hazırlanmak için yıllarımızı harcarken, yetişkinlik dönemimizi de kariyer merdivenlerini tırmanmakla eşdeğer tutarken… Arkadaşlarıyla yaptığı planları iptal eden, bir bebeği henüz bu konuda rahat değilken yuvaya yazdıran veya migren ağrısına rağmen çalışan herkes, kâr taleplerinin ne denli acımasız olduğunu, kişisel travmalardan basit bir yorgunluğa uzanan türden herhangi bir kesintiye nasıl tahammül edemediğini bilir.

‘ÇÖP ZAMAN’

İşçiler, günlerinin ve hayatlarının ne kadarının işverenler ve ortakları tarafından talep edilebileceği konusunda kanlı mücadeleler verdi. Bugün hepimizin gayet iyi bildiğimiz üzere, işçiler görece güçsüz bir konumda ve bu sebeple kâr hırsı hayatlarını günden güne daha fazla denetim altına alıyor.

Aşırı çalışma saatlerine sahip iş kültürü, çalışanlarını tamamen mesleki rolleriyle özdeşleşmeye teşvik eden finans ve teknoloji dâhil, belirli sektörleri ele geçirmiş durumda. Haftada 70 saatlik mesai, acilen daha fazla çalışana ihtiyaç duyulduğunun göstergesi sayılmıyor. Bir gurur kaynağı değil, sıradan bir durum olarak görülüyor.

Gazetecilik ve grafik tasarım alanlarında geçici ve standart dışı işlerin artması, bu işçilerin düzensiz işler alabilme umuduyla başvuru, uygulama ve kendini markalaştırma çalışmalarına ücret almaksızın uzun süreler ayırdığının göstergesidir. Bu esnada işverenler, para ödemek zorunda kalmadan sayısız makale fikri ve ayrıntılı tasarım önerisi toplar.

Hizmet ve perakende başta olmak üzere diğer sektörler, çalışanlarının ne zaman ya da ne kadar süreyle çalışacaklarını bilmediği, tam zamanlı planlama yapıyorlar. Bu işçiler çocuklarını düzenli bir yuvaya veremiyor, haftalık otobüs bileti alamıyor ya da arkadaşları ve aileleriyle plan yapamıyorlar. Bu kişiler vardiyalar arasındaki ‘çöp zaman’ yüzünden iş yerlerinin yakınlarında, genellikle havaalanlarında ya da şehir merkezlerinin dışında takılıp kalıyor; oysa bu süre boyunca evlerinde rahatlayabilir veya bir uğraşının keyfini sürebilirlerdi.

SİSTEM ZAMANIMIZI ZAPTEDİYOR

Toplumsal ve ekonomik örgütlenme sistemimiz, vaktimizi unutturmak ve onu önemsiz kılmak amacıyla bazı baş döndürücü yöntemler kullanıyor. Peki başka bir dünyada, zamanla ilgili deneyimimiz nasıl olurdu?

Kâr yükü olmayan bir toplumda, serbest zaman insan hayatı açısından daha merkezi bir önem taşıyabilirdi. Günümüzde boş vakti aylaklıkla, aylaklığı ahlâksızlıkla özdeşleştiriyoruz ancak böyle olması gerekmiyor. Esasında, ‘iş’ sözcüğünün Latince karşılığı olan negotium, bazı toplumların çalışmanın dışında kalan vakti ne denli ciddiye aldığını ortaya koyuyor. ‘Negotium’ sözlük anlamıyla, ‘boş vaktin yokluğu/olmaması’ anlamına gelir (-neg öntakısı ‘yokluk’ anlamındadır; otium ise ‘boş vakit’ demektir.) Farklı bir deyişle, Romalılar çalışmayı (işi), ‘hayatın keyifli kısımlarıyla ilgilenilmediği zaman yapılan alelade bir şey’ olarak, olumsuz terimler üzerinden tarif etmiş. Antik Roma’nın ataerkil (erkek-egemen), köle sahibi toplumuna geri dönmek istemeyiz ama boş vakit mevhumuna daha fazla ciddiye almayı deneyebiliriz.

Modern ‘otium (boş vakit)’, üretici faaliyetler ile doğru kıvamda haylazlığın bir karışımı olabilirdi. Bir asır önce Paul Lafargue’ın “Tembellik Hakkı” adlı kitabında savunduğu gibi, boşa zaman geçirmek gibi görülen şeylere olumsuz bir açıdan bakmak yerine, bunların insan deneyiminin herkesin hakkı olan bir parçası olduğunu öne sürebiliriz.

Gerçekten de zihnimizde bir gezintiye çıkmaya zaman ayırabildiğimizde ortaya harika şeyler çıkabilir. Mesela, 1980 yılında atom-altı parçacıkların nasıl kütle kazandığını keşfederek Nobel Ödülü’ne aday gösterilen İngiliz fizikçi Peter Higgs, yarattığı sıçramayı ‘sükûnet ve sessizliğe’ bağladı ve modern akademinin yorucu makale yayımlama zorunluluğunun bu keşfi yapmasını imkânsız hale getirebileceğini, aslında bu durumun daha genç yaşlardayken akademik bir kariyer yapmasını engellemiş olduğunu ifade etti.

Fakat boş zamanlarımızı, hayallerimizi kâr elde etmek için ele geçirmeye çalışanlardan korumamız gerekiyor. Geçici heveslerimizin birçoğu Higgs’inki gibi faydalı veya kapsamlı bir şekilde aydınlatıcı olmayacaktır fakat bu, onları, kendi açımızdan daha az kıymetli kılmıyor. Birçoğumuz, ‘Başka bir şey yapmam gerekiyor’ gibi rahatsız edici bir hisse kapılmadan vakit harcamanın neye benzediğini bilmiyor. Peki ya bunu keşfetmekte özgür olsaydık?

Durmaksızın ve çılgınca bir hızla işleyen bir küresel pazarda bunun gibi boş zamanlara gayet derinden yabancılaşabiliriz; Bruce O’Neill’ın “The Treasure of Boredom: Homelessness in the Slowing Global Order” (Sıkıntının Hazinesi: Yavaşlayan Küresel Düzende Evsizlik) adlı kitabında anlattığı gibi, bu hıza yetişemeyen ve dışlanan kişilerin maruz bırakıldığı bir durum bu. O’Neill’ın kitabı, komünizmin çökmesinden 20 yıl sonra Bükreş’te sokakta yaşayan topluluklara ilişkin çalışmaları içeriyor; refah yoksunluğu birçok Rumen’i saf dışı bıraktı ve pek çoğunu kapitalist üretim ve tüketim gruplarından ayırdı.

TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ DEĞİŞTİREBİLİRİZ

Bu boş ve ağır ilerleyen zamanı ele geçirebilir ve tekrar kendimizin yaparak, ürün tüketimine odaklanmayan yeni toplumsal ilişki yolları geliştirebiliriz. Gerçekten de yapılacak daha az iş varsa, bir yandan her insanın keyif alabilecek kadar onurlu bir varlık sürmesini garanti ederek, ortaya çıkan bu boş zamanın tadını çıkarıp ve onu düzgün biçimde kullanmak için haftalarımızı ve aylarımızı yeniden düzenleyebiliriz. Yeterince zamanımız olsaydı, komşularla vakit geçirmek ve sohbet etmek de epey oldukça keyifli olabilirdi.

Elbette birçoğumuz boş vakitlerimizde bir şeyler süsleme, yemek pişirme ve kış için yakacak odun kırma gibi üretken faaliyetlerden gerçekten keyif alırız. Hobilerimizin keyifli olması büyük ölçüde, insanların kâr güdüsünden bağımsız olduğunda kendi tercih ettikleri bir tempoda çalışmasından, böylece deneyebilme, yanlış yapma, vazgeçme ve yeniden başlayabilme özgürlüğüne sahip olmalarından kaynaklanır.

Çağımızda hobiler, iş ve başkalarıyla ilgilenmek zorunluluğunun sömürgeleştirmediği küçük zaman dilimlerine sıkıştı. Boş zaman olduğunda dahi, yalnızca malzemeleri ve araçları alabilecek olan insanlar hobi sahibi oluyor. Boş zamanları ciddiye alan bir yaklaşım, gençlik zamanlarınızdaki modeli her yaştan insana genişletebilir; bu sayede karanlık oda kurmak, hokey pisti hazırlamak ve bir yat maketi yapmak gibi meziyetler, öğrenmek ve uygulamak isteyen her insan tarafından gerçekleştirilebilir.

Kapitalizm sonrası gelecekte her şey değişmeyecektir. Yiyeceklerin hâlâ çiftlikte üretilmesi, çocuklara bir şeyler öğretilmesi, binaların onarılması gerekecektir. Hiçbir sorumluluğumuz olmayacak denemez ama kâr meselesinin vaktimiz üzerinde sahip olduğu kontrolden kurtulabiliriz. Zamanı, hem toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak, hem de işçilere azami kendi kaderini tayin hakkı sağlayacak şekilde nasıl böleceğimiz konusunda kafa yormamız gerekecek.

Anlık arzularımızı düzenli biçimde görmezden gelmeyi yine de sürdüreceğiz; ancak bunu, patronların kâr hedefleri için değil, kendi genel refahımız için yapacağız. Hastaneler 7 gün 24 saat çalışmaya devam edecek ve gecenin bir yarısında sevdiğimiz müziği komşularımıza zorla dinletmek gibi davranışlar temek terbiye kurallarıyla ortadan kalkacak. Amaç, (“Canımın istediği her şeyi canım istediği zaman yaparım” gibi) kişisel kaprisleri azdırmak değil, bütün toplumun gelişmesine olanak sağlayan günlük, mevsimlik ve dönemsel bir ritmi güçlendirmek olacak.

Hayatlarımızı yine de haftalık mesai saatlerine ve kariyer basamaklarına göre mi yaşayacağız? Birçoğumuz böyle yapabilir. Fakat iş/yaşam dengesi kurmak yerine sadece yaşamımız olabilir: Böylece yeryüzünde geçirdiğimiz zaman boyunca, çalışmak dışındaki yaşamsal faaliyetlere (hastalık sonrası iyileşme, çocuk büyütme, dostluk, hayâl kurma yas tutmak gini, ölüm) zaman ayırabiliriz.

*Miya Tokumitsu, Jakobin dergisinde editör ve “Yaptığınız Şeyi Sevin: Başarı ve Mutluluk Hakkında Diğer Yalanlar” adlı kitabın yazarı.

** Bu makalenin aslı www.jakobin.com sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir